IMAM ALI

1- İMÂM ALİ'NİN (A.S) DOĞUM TARİHİ VE YERİ
• Ebû Hamza Sümâlî'den şöyle nakledilmiştir: İmâm Zeynü'l-Âbidin'in (a.s) şöyle buyurduğunu duydum: "Fâtı-ma bint-i Esed (r.a), tavaf hâlinde olduğu bir sırada doğum sancısı tuttu. Ardından Kâbe'nin içerisine girerek Hz. Emirü'l-Müminin'i (a.s) orada dünyaya getirdi."
• Attâb b. Üseyd'in şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Hz. Emirü'l-Müminin Ali b. Ebî Tâlib (a.s), bi'setten on iki yıl önce, Recep ayının on üçüncü gecesi, Cuma günü, Mekke'de Beytullah'il-Harâm'da dünyaya geldi. Resulullah (s.a.a) o sırada 28 yaşındaydı."
• Hz. Ali (a.s) Fil yılından 30 yıl geçtiği bir sırada Allah'ın halis ayı Receb'in on üçünde, Mekke'de Beytullah'il-Harâm'ın (Kâbe'nin) içinde dünyaya geldi. Beytullah'il-Harâm'da ne ondan önce ne de sonra başka hiçbir kimse dünyaya gelmemiştir. Allah-u Teâlâ onu yüceltmek, rütbesini yükseltmek ve kerametini açığa vurmak için bu fazileti sadece ona has kılmıştır."
• Yine şöyle rivâyet edilmiştir: "Resulullah'ın (s.a.a) vasîsi ve onun halifesi olan, adil İmâm, mürşid olan sey-yid, en büyük sıddık, vasîlerin efendisi ve muvahhidlerin İmâmı, Ebû'l-Hasan Emirü'l-Müminin Ali b. Ebî Tâlib b. Abdi'l-Muttalib b. Hâşim b. Abd-i Menâf (a.s), Mekke'de Beytu'l-Harâm'ın içinde, Fil yılından 30 yıl sonra, Recep ayının 13. gecesinde, Cuma günü dünyaya geldi. Annesi Fâtıma bint-i Esed b. Hâşim b. Abd-i Menâf'dır. O (Hz. Ali) Hâşimîlerden ilk iman eden kimsedir."
2- İMÂM ALİ'NİN (A.S) MÜBAREK VeLADETİNİN KEYFİYETİ
• Bir gün Abbâs b. Abdi'l-Muttalib, Yezid b. Ka'neb, Benî Hâşim'den ve Beni Uzzâ kabilesinden bir grupla birlikte Kâbe'nin önünde oturuyorlardı. Tam o sırada, Esed kızı Fâtıma Mescid'e geldi. O, tam dokuz aylık hamileydi ve artık doğum sancısı çekiyordu. İlerleyip Kâbe'nin önünde durdu ve yüzünü semaya kaldırarak Hak Teâlâ'ya şöyle yalvardı: "Allah'ım, ben gönderdiğin her peygambere ve resule ve indirdiğin her kitaba iman etmişim; Kâbe'yi bina eden ceddim İbrahim Halil'in söylediklerini tasdik etmişim. O hâlde bu Beyt'in ve onu bina edenin ve karnımda olan ve benimle konuşan ve konuşmalarıyla benimle ünsiyet kuran ve senin celal ve azamet âyetlerinden olan bu ço-cuğun hürmetine sana yalvarıyorum; doğum yapmayı bana kolaylaştır!"
Abbâs ve Ka'neb'ten şöyle nakledilmiştir: "Fâtıma sözlerini bitirdikten sonra, Kâbe'nin arka duvarının yarıldığını gördük; Fâtıma yarılan yerden Kâbe'nin içine girdi ve gözden kayboldu. Ardından Kâbe'nin duvarı Allah'ın izniyle yeniden birleşti! Biz Kâbe'nin kapısını açmaya uğraştık, ama bir türlü başarılı olamadık. Anladık ki bu, Allah tarafından gerçekleşen bir olaydır. Fâtıma üç gün Kâbe'nin içinde kaldı. Bütün Mekke'nin çarşı pazarında, sokaklarında, evlerinde, hep bu olay konuşuluyordu. Bilahare dördüncü gün gelip çattı. Kebe'nin üç gün önce de yarılmış olan duvarı tekrar yarıldı ve Fâtıma bint-i Esed, elinde oğlu Esedullah-ı Gâlip, Ali b. Ebî Tâlib (a.s) ile birlikte dışarıya çıktı ve orada bulunan insanlara şöyle seslendi: "Ey insanlar, Allah beni insanların arasından seçti ve beni diğer kadınlara vermediği bir faziletle faziletlendirdi. Zira onun seçtiği evde çocuğumu dünyaya getirdim. Üç gün o saygın evde kaldım; cennet meyvelerinden ve yemeklerinden yedim. Elimde çocuğumla birlikte dışarıya çıkmak istediğimde, gaybdan bir ses bana şöyle seslendi: "Ey Fâtıma, bu değerli çocuğun ismini Ali koy!... Hiç şüphesiz ben Ali-yi A'lâ'yım; onu kendi kudret, izzet ve celalimden yarattım; onu adaletimden yeteri kadar nasiplendirdim; onun adını kendi adımdan münşak ettim; onu mübarek adabımla edeplendirdim; onu gizli ilimlerimden haberdar ettim; o, benim saygın evimde dünyaya geldi; evimin üzerinde ilk ezanı o okuyacaktır; putları Kâbe'nin üzerinden aşağıya atıp kıracaktır; beni azamet, yücelik ve tevhidle anacaktır; o, bütün yaratıklarımın arasından seçtiğim Habib'im ve Resul'üm olan Muhammed'den sonra imâm ve onun vasîsi olacaktır. Ne mutlu o kimseye ki onu sevsin ve ona yardım etsin! Ve Ona itâat etmeyen, ona yardımda bulunmayan ve onun hakkını inkâr eden kimsenin vay haline!"
3- İMÂM ALİ'NİN (A.S) BABA VE ANNE TARAFINDAN NESEBİ
• Menâkıb-u Ali b. Ebî Tâlib kitabında senediyle şöyle nakledilmiştir: "O, Ebû Tâlib oğlu, Abdü'l-Muttalib oğlu, Hâşim oğlu, Abd-ü Menâf oğlu, Kusay oğlu, Kilâb oğlu, Mürre oğlu, Ka'b oğlu, Lüveyy oğlu, Gâlib oğlu, Fihr oğlu, Mâlik oğlu, Nazr oğlu, Kinâne oğlu, Hüzeyme oğlu, Müdrike oğlu, Muzar oğlu, Nizâr oğlu, Ma'd oğlu, Adnân oğlu Ali'dir. Ebû Tâlib'in ismi ise Abd-ü Menâf'tır."
• Aynı kitapta, senediyle yine şöyle nakledilmiştir: "Ali b. Ebî Tâlib'in annesi Esed kızı Fâtıma b. Hâşim b. Abd-i Menâf b. Kusay'dır. Fâtıma, Hâşimî bir kocaya evlat doğuran ilk Hâşimiye kadındır. O, Müslüman olduktan sonra (Medine'de) Resulullah'a hicret etmiştir."
• Onun (Hz. Ali) annesi Fâtıma bint-i Esed b. Hâşim b. Abd-i Menâf'tır. O, Resulullah'a anne gibiydi; Resulul-lah, onun kucağında büyümüştür. İlk İman eden kadınlardandır ve Resulullah'la birlikte Medine'ye hicret etmiştir. Vefat ettiğinde Peygamber (s.a.a) onu kendi gömleğiyle kefenlemiştir."
4- İMÂM ALİ'NİN (A.S) BAZI LAKAPları VE KÜNYELERİ
• İmâm Ali'nin (a.s) lakapları Murtazâ, Haydar ve Enzeü'l-Betîn'dir.
• Keşfü'l-Ğumme kitabında ise Hz. Ali (a.s) için şu la-kap ve künyeler sayılmıştır: "Emirü'l-Müminin (Mümin-lerin Emiri), Ya'subü'd-Dîn (dinin reisi), Murtazâ (razı olunmuş), Nefsü'r-Resul (Resulullah'ın canı-özü), Sâhibu'l-Livâ (sancak sahibi), Seyyidü'l-Arap (Arapların efendisi), Ebû'r-Reyhaneteyn (iki reyhanın babası), Hâdî (hidâyet edici), Fârûk (hakkı batıldan ayıran), Emîrü'l-Berere (iyilerin emîri)…"
• İmâm Ali'nin künyeleri şunlardır; Ebû'l-Hasan, Ebû's-Sıbtayn (iki torunun babası) ve Ebû Turâb; Ebû Turâb künyesi Resulullah (s.a.a) tarafından Hz. Ali'ye verilmiştir.
• İhkâku'l-Hak kitabında ise şöyle yazıyor: "Hz. Ali'nin künyesi Ebû'l-Hasan'dır; Resulullah ise ona Ebû Turâb künyesini takmıştır. Hz. Ali de en çok bu künyeyle çağrılmayı severdi."
5- İMÂM ALİ'NİN (A.S) İSİMLENDİRİLMESİ
1) Kemâlü'd-Dîn kitabında Merhum Şeyh Sadûk kendi senediyle Mufazzal b. Ömer'den, o da İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s), o da babalarından Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Ben göğe (Mîrâc'a) çıkarıldı-ğımda Rabbim (celle celâluhu) bana şöyle vahyetti: 'Ey Muhammed, hiç şüphesiz ben yeryüzüne baktım ve seni ondan seçtim ve böylece seni peygamber kıldım ve kendi ismimden sana bir isim türettim. Evet ben Mahmûd'um ve sen Muhammed. Sonra ikinci kere yere baktım, ondan Ali'yi seçtim ve onu senin için vasî, halife, kızının kocası ve zürriyetinin babası olarak karar kıldım. Ve onun için (de) isimlerimden bir isim türettim. Evet, ben "Aliyyü'l-A'lâ"-yım, o ise Ali'dir…"
2) Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Kıyâmet günü olduğunda Ali b. Ebî Tâlib'i yedi isimle çağırırlar: Ya sıddık (ey çok doğru), ya Dâll (ey kılavuz), ya Âbid (ey ibâdet eden), ya Hâdi (ey hidâyet eden), ya Mehdi (ey hidâyet olunmuş), ya Fetâ (ey yiğit), ya Ali (ey Ali), sen ve Şîaların hesapsız olarak cennete geçin."
6- MUVAHHİDLER SÜLALESİ
3) Esbağ b. Nübâte'den şöyle nakledilmiştir: "Emirü'l-Müminin (salavatullahi ve selâmuhu aleyh)'in şöyle buyurduğunu duydum: 'Allah'a andolsun ki ne babam, ne dedem Abdü'l-Muttalib, ne Hâşim ve ne de Abd-ü Menâf, hiçbir puta asla tapmamışlardır.' İmâm'a (a.s) 'Peki neye tapıyorlardı?' diye sorduklarında şöyle buyurdu: 'Onlar Allah'ın evine doğru İbrahim'in dini üzere namaz kılıyorlardı ve o dinin kurallarına göre amel ediyorlardı."
7- RESULULLAH'ın (S.A.A), İMÂM ALİ'NİN (A.S) ANNESİNE GÖSTERDİĞİ SAYGI VE HÜRMET
4) Şeyh Sadûk El-Emâlî kitabında senetli bir şekilde Abdullah b. Abbâs'dan şöyle nakletmiştir: "Bir gün, Ali b. Ebî Tâlib (a.s) ağlayarak ve 'İnnâ Lillahi ve İnnâ İleyhi Râciûn' söylediği hâlde Resulullah'ın huzuruna vardı. Resulullah (s.a.a) ne olmuş 'Ya Ali?' diye sorunca, Hz. Ali şöyle cevap verdi: 'Ya Resulallah, annem Fâtıma bint-i Esed vefat etti.' Bunun üzerine Resulullah da ağladı. Sonra şöyle buyurdu:
"Allah annene rahmet etsin ey Ali, hiç şüphesiz o senin annen idiyse, benim de annemdi. Al benim şu sarığımı ve şu iki elbisemi onu onlarla kefenle ve kadınlara ona iyi gusül vermelerini söyle ve ben gelinceye kadar onu (evden) çıkarma. Ben, kendim onun (defin) merasimini üsleneceğim."
İbn Abbâs diyor ki: "Bir müddet sonra Resulullah (s.a.a) geldi ve Ali'nin (a.s) annesi dışarıya çıkarıldı. Peygamber (s.a.a) ona o güne kadar başka hiçbir kimseye kılmadığı bir (cenaze) namazı kıldı. Sonra ona kırk tekbir getirdi. Daha sonra mezara inerek orada uzandı. O sırada Resulullah'tan hiçbir ses ve hareket duyulmuyordu. Sonra şöyle buyurdu: 'Ey Ali, mezarın içerisine gir; ey Hasan mezarın içerisine gir.' Onlar da mezara girdiler. Resulullah, yapacağı işleri sona erdirince 'Ya Ali çık, ya Hasan çık' diye seslendi ve onlar da dışarıya çıkınca Peygamber (s.a.a) onun başına yaklaşıp şöyle buyurdu:
"Ya Fâtıma, ben Âdem oğullarının efendisi Muhammed'im ve bununla övünmüyorum. Münker ve Nekîr (isimli melekler) sana gelip 'Rabbin kimdir?' diye sorduklarında, onların cevabında de ki: 'Allah benim Rabb'imdir; Muhammed benim peygamberimdir; İslam benim dinimdir, Kur'ân benim kitabımdır ve oğlum benim İmâmım ve velimdir.' Sonra şöyle devam etti: Allah'ım, Fâtıma'yı sağlam söz üzerine sabit kıl."
Sonra mezardan dışarıya çıktı ve eliyle mezara biraz toprak döktü. Sonra sağ elini sol eline vurarak ellerini temizledi ve şöyle buyurdu: "Muhammed'in canını elinde tutana (Allah'a) andolsun ki, Fâtıma benim sağ elimi sol elime vurmamın sesini duydu."
Burada Ammâr b. Yâsir ayağa kalkarak şöyle arz etti: "Babam ve anam sana feda olsun ya Resulallah, ona öyle bir namaz kıldın ki, ondan önce benzerini kimseye kılmamıştın (bunun sebebi neydi?)" cevabında şöyle buyurdu:
"Ey Ebâ Yakzân (Ammâr'ın künyesi), o benden böyle bir davranışa lâyıktı. Zira onun Ebû Tâlib'den birçok evladı vardı. Onların malı da fazlaydı, ama bizim malımız azdı; fakat buna rağmen onları aç bıraktığı hâlde, beni doyururdu; onları çıplak bıraktığı hâlde, beni giydirirdi; onları kirli bıraktığı hâlde, beni temizler, yağlardı."
Ammâr tekrar "Ya Resulallah, neden ona kırk tekbir getirdin?" diye sordu. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
"Evet ey Ammâr, sağ tarafıma baktığımda kırk sıra meleğin saf bağladığını gördüm. Her saf için bir tekbir getirdim."
Ammâr yine sordu: "Mezarın içine yattınız ve hiçbir ses ve hareket duyulmadı sizden (bunun sebebi neydi?)." Buyurdu ki:
"Şüphesiz insanlar Kıyâmet gününde çıplak olarak haşredileceklerdir. Ben o sırada sürekli Rabb'imden onu giyinik olarak haşretmesini istiyordum. Muhammed'in nefsini elinde tutana (Allah'a) andolsun ki, onun mezarından çıktığım sırada başının ucunda, ellerinin yanında ve ayaklarının yanında her birisinde nurdan ikişer çırağın bulunduğunu gördüm. Ve onun mezarıyla görevli iki melek, onun için istiğfar etmektedirler ve bu Kıyâmete kadar böyle devam edecektir."

1.Bölüm

1. Bölüm
• İmâm Ali'nin (a.s) İslâm'ı ve İmanı
• İmâm Ali'nin (a.s) İlmi
• İmâm Ali'nin (a.s) İbâdeti
• İmâm Ali'nin (a.s) Ahlâkı ve Sireti
• İmâm Ali'nin (a.s) Adaleti ve Beytülmal Hakkındaki Hassasiyeti
imâm ali'nin (a.s) islâm'ı ve imânı
.
8- İLK MÜSLÜMAN OLAN
5- Resulullah (s.a.a): "Ya Ali, sen ilk Müslüman olan ve ilk iman eden kimsesin. Ve sen bana, Hârûn'un Musâ'ya olan nispetini taşıyorsun."
6- Selmân-ı Fârisî'den Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Havuz başında sizden benim yanıma ilk gelecek kimse, sizden ilk Müslüman olan Ali b. Ebî Tâlib'dir."
7- Hz. Ali'den (a.s) şöyle nakledilmiştir: "Resulullah (s.a.a) ile birlikte ilk Müslüman olan kimse benim."
8- Resulullah (s.a.a): "Ali, Müslümanlardan ilk Müslüman olan kimsedir."
9- Senetli bir hadiste İmâm Ebulhasan Ali b. Musâ Rızâ (a.s), babalarından şöyle nakletmiştir: "Hiç şüphesiz ilk Müslüman olan kimse, Hz. Ali'dir (a.s)."
10- Selmân-ı Fârisî Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakletmiştir; buyurdu:
"Benden sonra bu ümmetin en hayırlısı, ondan ilk Müs-lüman olan Ali b. Ebî Tâlib'dir."
11- Zeyd b. Erkam'dan şöyle nakledilmiştir: "Resulul-lah (s.a.a) ile birlikte ilk Müslüman kimse, Ali b. Ebî Tâ-lib'dir."
9- İLK İMAN EDEN
12- Resulullah (s.a.a): "Ali, Müminlerin ilkidir."
13- Resulullah (s.a.a): "Ali, insanların ilk iman edenidir."
14- Resulullah (s.a.a): "Ali, bana ilk iman eden kimsedir."
15- Ebûzer'den (r.a) ve Selmân'dan (r.a) şöyle nakledilmiştir:
"Resulullah (s.a.a) Ali'nin (a.s) elinden tuttu ve şöyle buyurdu: 'Bilin ki hiç şüphesiz bu, bana ilk iman eden kimsedir ve Kıyâmet günü benimle ilk müsafaha edecek kimse de odur."
16- Zeyd b. Erkam'dan şöyle nakledilmiştir; dedi ki:
"Resulullah'tan (s.a.a) sonra Allah'a ilk iman eden kim-se Ali b. Ebî Tâlib'dir."
10- İMÂM ALİ'NİN (A.S) İMANININ AĞIRLIĞI
17- Resulullah (s.a.a): "Hiç şüphesiz, eğer gökler ve yer bir kefeye koyulsa ve Ali'nin imanı da başka bir kefeye, hiç şüphesiz Ali b. Ebî Tâlib'in imanı ağır basar."
11- İMÂM ALİ (A.S), RESULULLAH'IN (S.A.A) EĞİTİMİNDE
18- Mücâhid b. Cebr'in (Ebü'l-Haccâc) şöyle dediği nakledilmiştir:
"Allah (azze ve celle)'nin Ali b. Ebî Tâlibe verdiği nimetlerden, yaptığı ihsanlardan ve onun için murad ettiği hayırlardan birisi de şudur ki, Kureyş şiddetli bir kıtlığa müptela oldu; Ebû Tâlib'in ise kalabalık bir ailesi vardı. Resulullah (s.a.a) Hâşim oğullarının en zenginlerinden olan amcası Abbâs'a dedi ki:
"Ey Ebelfazl, kardeşin Ebû Tâlib, kalabalık bir aileye sahiptir. İnsanların duçar olduğu şu kıtlığı da görüyorsun. Hadi gel de ona gidip ailesini hafifletelim. Çocuklarından birisini ben, birisini de sen al ve geçimlerini üstlenelim."
Abbâs da 'Hadi kalk gidelim' dedi. Birlikte Ebû Tâli-b'in kapısına gelip şöyle dediler: 'Biz insanlardan şu kıtlık gidinceye kadar senin aile yükünü hafifletmek istiyoruz.' Ebû Tâlib de 'Akîl'i bana bırakın sonra istediğinizi yapabilirsiniz.' Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) Ali'yi (a.s), Abbâs da Caferi aldı. Böylece Ali (a.s) Resulullah (s.a.a) peygamberliğe erişinceye kadar onun yanında kaldı; peygamber olunca da ona iman edip tâbi oldu ve onu tasdik etti. Cafer de Müslüman olup ihtiyaçsız hale gelinceye kadar Abbâs'ın yanında kaldı."
19- Bir hadiste şöyle geçer: "Hiç şüphesiz Emirü'l-Müminin (Ali) (a.s) dünyaya geldiğinde, Resulullah (s.a.a) 30 yaşındaydı. Allah Resulü (s.a.a) onu çok ama çok sevdi ve annesine dedi ki: 'Onun beşiğini benim yatağımın yanına yerleştir.' Onun bakım ve eğitim işini büyük ölçüde bizzat üslendi; yıkama zamanında Ali'yi kendisi temizlerdi; sütü ona eliyle içirirdi; uyumak istediğinde beşiğini sallardı; uyanık iken çocuk diliyle onunla konuşurdu; onu göğsünde taşır ve şöyle derdi: 'Bu benim kardeşimdir, velimdir, yardımcımdır, seçtiğim kimsedir, halifemdir, sığınağımdır, damadımdır, vasîmdir, kızımın kocasıdır ve vasiyetime eminimdir.' Resulullah (s.a.a) onu sürekli omzuna alır Mekke'nin dağlarında sokaklarında ve vadilerinde dolaştırırdı."
20- Hz. Ali (a.s) şöyle derdi: "Ben Allah Resulü (s.a.a) 'den duyduğum her şeyi mutlaka ezberler ve asla unutmazdım."
12- İMÂM ALİ'yi (A.S) TANIMANIN ZARURETİ
21- Resulullah (s.a.a): "Ya Ali, Allah'ı benden ve senden başkası hakkıyla tanımamıştır. Ve seni Allah'tan ve benden başka kimse hakkıyla tanımamıştır."
22- Birçok hadiste Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakledilmiştir; buyurdu "Ya Ali, Allah'ı benden ve senden başkası (hakkıyla) tanımamıştır ve beni Allah'tan ve senden başkası (hakkıyla) tanımamamıştır ve seni Allah'tan ve benden başkası 8hakkıyla) tanımamıştır."
23- Resulullah (s.a.a): "Bilin ki, kim Ali'yi tanır ve onu severse, Allah ölüm meleğini Peygamberlere gönderdiği gibi ona gönderir ve Münker ve Nekîr'in korkularını ondan uzaklaştırır. Mezarını nurlandırır ve onu yetmiş yıllık mesafe kadar genişletir ve Kıyâmet günü onun yüzünü ak eder."
24- Hz. Hüseyin (a.s) Resulullah'tan (s.a.a) bir hadiste şöyle nakletmiştir: "Kim Peygamberi (s.a.a) sevdiğini zanneder ama vasîyi sevmezse hiç şüphesiz yalan söylemiştir. Ve kim Peygamberi tanıdığını zanneder ama vasîyi tanı-mazsa hiç şüphesiz kâfir olmuştur."
25- Ebû Salt-ı Hirevî'den senetli bir şekilde şöyle nakledilmiştir: 'İmâm Rızâ'dan (a.s) duydum ki, babaları kanalıyla Emirü'l-Müminin'den (a.s) şöyle naklediyordu: Dedi ki 'Resulullah'ın (s.a.a) şöyle dediğini duydum:
"Ben Allah (c.c)'dan duydum ki şöyle buyurdu: 'Ali b. Ebî Tâlib benim kullarım üzerindeki hüccetim, beldelerimdeki nurum ve ilmimin eminidir. Onu tanıyanı cehenneme sokmayacağım; bana isyan etse (bazı günahları işlese) dahi ve onu inkâr edeni cennete sokmayacağım; bana (bazı konularda) itâat etse dahi."
26- Esbağ b. Nübâte, Emirü'l-Müminin'den (a.s) şöyle duyduğunu nakleder; buyurdu: "Beni ve hakkımı tanımayan kimsenin vay haline' Bilin ki, hiç şüphesiz benim hakkım Allah'ın hakkıdır; bilin ki, hiç şüphesiz Allah'ın hakkı benim hakkımdır."
13- ALİ'YE (A.S) BAKMAK İBÂDETTİR
27- Bir hadiste Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakledilmiştir: "Ali b. Ebî Tâlib'in yüzüne bakmak ibâdettir…"
28- Resulullah (s.a.a): "Beytü'l-Harâm'a bakmak ibâdettir ve Ali'nin yüzüne bakmak ibâdettir."
14- ALİ'yi (A.S) ANMAK, İBÂDETTİR
29- Resulullah (s.a.a): "Ali'yi zikretmek (anmak), ibâdettir."
30- İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s), Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"Ali b. Ebî Tâlib'e bakmak, ibâdettir; onu anmak, ibâdettir; hiçbir kulun imanı, onun velâyeti olamadan ve onun düşmanlarından teberri edilmeden kabul olmaz."
15- ALİ'NİN (A.S) ZİKRİ, MECLİSLERİN ZİYNETİ
31- Câbir b. Abdullah-i Ensâri, Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakletmiştir; buyurdu: "Meclislerinizi, Ali b. Ebî Tâ-lib'i zikretmekle (anmakla) süsleyin."
16- İMÂM ALİ'NİN (A.S) FAZİLETLERİNİ YAYMANIN FAZİLET VE SEVABI
32- Yahyâ Basrî diyor ki, Muhammed b. Zekeriyyâ Cevherî, Muhammed b. Ammâre'den, o da babasından, o da İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s), o da babası İmâm Muhammed Bâkır'dan (a.s), o da Sâdık babalarından Resulul-lah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu hadis etti:
"Hiç şüphesiz Allah Tebâreke ve Teâlâ, kardeşim Ali b. Ebî Tâlib için sayılamayacak kadar fazilet karar kılmıştır. Kim onun faziletlerinden bir tanesini, ona ikrar ettiği hâlde zikrederse, Allah onun yakın ve uzak geçmişteki günahlarını bağışlar… Kim Ali b. Ebî Tâlib'in faziletlerinden birisini yazarsa, o yazı yok olmadığı sürece melekler onun için mağfiret dilerler ve kim onun faziletlerinden birisini dinlerse, Allah onun kulağıyla işlediği günahlarını bağışlar ve kim onun faziletlerinden bazısının yazıldığı bir yazıya bakarsa, Allah onun gözle işlediği günahların bağışlar."
Sonra Resulullah (s.a.a) şöyle devam etti: "Ali b. Ebî Tâlib'e bakmak ibâdettir ve hiçbir kulun imanı onun velâyetini kabul etmeden ve düşmanlarından teberri etmeden kabul olmaz!"
33- Yine senetli bir şekilde İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s), o da babasından o da dedesi Hz. Hüseyin'den (a.s), o da babası Hz. Ali'den (a.s) şöyle rivâyet etmiştir; buyurdu ki:
"Ömer b. Hattâp bize hadis etti ve dedi ki; Resulul-lah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu duydum: 'Ali'nin bu ümmete olan üstünlüğü, Ramazan aynın diğer aylara olan üstünlüğü gibidir; Ali'nin bu ümmete üstünlüğü, Kadir gecesinin diğer gecelere üstünlüğü gibidir; Ali b. Ebî Tâlib'in bu ümmete üstünlüğü, Cuma gününün diğer günlere üstünlüğü gibidir. O hâlde ne mutlu ona iman edip velâyetini tasdik eden kimseye ve yazıklar olsun, onu ve hakkını inkâr eden kimseye. Kıyâmet günü onu kendi rahmetinden hiçbir şeye kavuşturmamak Allah'ın üzerine bir haktır. Muhammed'in (s.a.a) şefaati ona ulaşmayacaktır."
34- Câbir b. Abdullah-i Ensârî'den şöyle nakledilmiştir: Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu duydum:
"Hiç şüphesiz Ali'de öyle hasletler (özellikler) vardır ki, eğer onlardan bir tanesi bile bütün insanlarda olsaydı, fazilet olarak onunla yetinirlerdi."
35- Câbir Cu'fî'nin, İmâm Muhammed Bâkır'dan (a.s), onun da Câbir b. Abdullah-i Ensârî'den naklettiğine göre; Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
"Hiç şüphesiz Cebrâîl bana indi ve dedi ki: 'Şüphesiz Allah, ashabın arasında hutbe okuyarak Ali b. Ebî Tâlib'in üstünlüğünü açıklamanı emretmektedir. Ashabın da senden sonra bunu tebliğ etsinler. Yine Allah bütün meleklere senin zikredeceklerini dinlemeyi emretmiştir. Allah sana vahyediyor Ey Muhammed, hiç şüphesiz kim Ali hakkındaki emrine muhalefet ederse, ateşe girecektir ve kim (bu konuda) sana itâat ederse, cennet onun hakkıdır."
17- Eğer Bazıları SENİN HAKKINDA, İSÂ (A.S) HAKKINDA DEDİKLERİNİ DEMESELERDİ…
36- Câbir b. Abdullah'tan şöyle rivâyet edilmiştir: "Hz. Ali (a.s), Hayber'i fethederek Resulullah'ın (s.a.a) yanına geldiğinde, Allah Resulü (s.a.a) ona şöyle buyurdu:
'Ümmetimden bazı gruplar, senin hakkında Hıristiyan-ların Mesih İsâ b. Meryem hakkında dediklerini demeselerdi, senin hakkında öyle bir söz söylerdim ki, yanından geçtiğin her topluluk, ayaklarının altındaki toprağı ve ab-dest suyunun fazlalığını şifa için alırlardı. Ancak senin (faziletinde) şu kadarı yeterlidir ki sen bendensin, ben de senden; sen benden miras alırsın, ben de senden ve sen bana göre Hârûn'un Musâ'ya olan nispetini taşıyorsun; sadece sen peygamber değilsin. Sen benim borcumu ödersin ve benim sünnetim üzere savaşırsın. Hiç şüphesiz sen, yarın (mahşer gününde, Kevser) havuzu başında benim halifem olacaksın."
18- SEN OLMASAYDIN, BENDEN SONRA MÜMİNLER TANINMAZDI
37- İmâm Hüseyin (a.s) babası Hz. Ali'den (a.s) şöyle nakletmiştir; dedi ki Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: "Ey Ali, eğer sen olmasaydın, benden sonra müminler tanın-mazdı!"
38- Resulullah (s.a.a): "Eğer sen olmasaydın ya Ali, benden sonra müminler tanınmazdı."
39- Resulullah (s.a.a): "Ey Ali, sen asla sapmazsın ve asla hata yapmazsın; sen olmasaydın, benden sonra Allah'ın hizbi (taraftarları) tanınmazdı."
40- Resulullah (s.a.a): "Ali'nin hizbi, Allah'ın hizbidir; onun düşmanlarının hizbi ise Şeytan'ın hizbidir."
İMÂM ALİ'NİN (A.S) İLMİ
19- İMÂM ALİ'NİN (A.S) İLMİ
41- Muhammed b. Müslim, İmâm Muhammed Bâkır'dan (a.s) şöyle duyduğunu rivâyet etmektedir:
"Cebrâîl (a.s), cennetten Hz. Muhammed'e (s.a.a) iki tane nar getirdi; Ali (a.s) Resulullah'la karşılaşıp, narları elinde görünce, 'Şu iki nar nedir elinizde?' diye sordu; şöyle buyurdu: 'Şu gördüğün nübüvvettir ve senin onda nasibin yoktur. Ama ötekisi ilimdir.' Sonra Allah Resulü (s.a.a) onu ikiye böldü ve yarısını Ali'ye (a.s) verdi, yarısını ise Resulullah'ın kendisi aldı. Ardından şöyle buyurdu: 'Sen onda benim ortağımsın, ben de senin." İmâm Bâkır (a.s) şöyle devam etti: "Allah'a andolsun ki Resulullah (s.a.a) Allah'ın kendisine öğrettiği her şeyi, bir harfini bile bırakmadan Ali'ye (a.s) öğretti." Sonra İmâm Bâkır (a.s) elini göğsüne koyarak: "Sonra bu ilim bize ulaşmıştır." buyurdu."
42- Mufazzal b. Ömer İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) şöyle duyduğunu nakletmiştir:
"Emirü'l-Müminin Ali (a.s) şöyle buyuruyordu: 'Bana öyle özellikler verilmiştir ki benden önce kimseye verilmemiştir. Ben ölümlerden ve belalardan haberdarım ve insanlar arasındaki ihtilaflarda nasıl hüküm vereceğimi bilirim."
43- İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) senetli bir şekilde şöyle rivâyet edilmiştir:
"Ali (a.s) Resulullah'ın (s.a.a) bildiği her şeyi biliyordu. Allah-u Teâlâ'nın Resulü'ne öğrettiği her şeyi Resulul-lah (s.a.a) de Emirü'l-Müminin Ali'ye (a.s) öğretmiştir."
44- İmâm Muhammed Bâkır (a.s): "Ali b. Ebî Tâlib (a.s), Allah'ın Muhammed'e (s.a.a) bir hediyesiydi. O bütün vasîlerin ve kendinden önceki peygamberler ve resullerin ilmini miras almıştır."
45- Hafs b. Karti'l-Cühenî, İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) şöyle duyduğunu rivâyet etmektedir:
"Ali (a.s), helal ve haramın sahibiydi (helal ve haram olan her şeyi bilirdi) ve Kur'ân ilmine sahipti. Biz de onun yolundayız."
46- Ebû-s Sabâh, İmâm Cafer-i Sâdık'ın (a.s) kendisine şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir:
"Allah, Peygamberi'ne (s.a.a) tenzil ve te'vili (Kur'ân-'ın zâhirî ve bâtınî manalarını) öğretmiştir. Resulullah (s.a.a) de onları Ali'ye (a.s) öğretmiştir."
47- Süleymânü'l-A'meş, babasından Hz. Ali'nin (a.s) şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
"İnen her âyetin kimin hakkında indiğini, nerede indiğini ve kime indiğini biliyorum. Rabb'im, bana düşünen bir kalp ve fasih bir dil bahşetmiştir."
48- Ebû Râfi'den şöyle rivâyet edilmiştir; Resulullah (s.a.a), vefatıyla sonuçlanan hastalığında Hz. Ali'ye (a.s) şöyle buyurdu: "Ya Ali, bu Allah'ın kitabıdır; onu al." Ali (a.s) da onu bir elbisenin içerisinde topladı ve evine gitti. Resulullah (s.a.a) vefat ettikten sonra Hz. Ali (a.s) oturup onu Allah'ın indirdiği şekilde düzenledi. O, Kur'ân'a alim birisiydi."
49- İmâm Muhammed Bâkır'dan (a.s) Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"(Ey insanlar), Allah her ilmi bende toplamıştır; ben de bildiğim her ilmi, "Muttakilerin İmâmı"nda topladım. Ben her ilmi, Ali'ye öğrettim. O'dur açık ve şüphesiz olan İmâm!"
50- İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) şöyle nakledilmiştir: "Hiç şüphesiz Allah Tebâreke ve Teâlâ, Resulullah'a (s.a.a) Kur'ân'ı öğretti. Bunun yanı sıra başka şeyler de öğretti. Allah Resulü (s.a.a) de Allah'ın öğrettiklerini Ali'ye (a.s) öğretti"
51- Yine İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) şöyle nakledilmiştir:
"Şüphe yok ki Allah, helal ve haramı, Kur'ân'ın tevilini ve insanların ihtiyacı olan şeyleri Resulü'ne öğretti. Allah Resulü (s.a.a) de bunların hepsini Ali'ye (a.s) öğretti."
52- Resulullah (s.a.a): "Ali, ümmet içerisinde Allah'ın indirdikleri hakkında en çok bilgi sahibi olan kimsedir."
53- Resulullah (s.a.a): "Ali, Peygamber ashabının en çok ilim sahibi olanıdır."
54- Resulullah (s.a.a): "Ali, insanların ilim açısından en bilgili olanıdır."
55- İmâm Muhammed Bâkır'dan (a.s) şöyle nakledilmiştir:
"Hz. Ali'ye (a.s) Resulullah'ın (s.a.a) ilmi hakkında sorduklarında şöyle buyurdu: "Peygamber'in (s.a.a) ilmi, bütün Peygamberlerin ilmidir; geçmişte olanların ve Kıyâmet gününe kadar olacakların ilmidir." Sonra şöyle devam etti: "Nefsimi elinde tutana (Allah'a) andolsun ki hiç şüphesiz ben de Peygamber'in (s.a.a) bildiğini biliyorum; geçmişte olanların ve benimle Kıyâmet arasında olup biteceklerin hepsini biliyorum."
56- Selmân-i Fârisî, Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakletmiştir; buyurdu:
"Benden sonra ümmetimin en çok ilim sahibi olanı, Ali b. Ebî Tâlib'dir."
57- İmâm Cafer-i Sâdık'ın (a.s) babasından şöyle naklettiği rivâyet edilmiştir:
"Ali'nin (a.s) kitabında (insanlar için) ihtiyaç olan her şey yazılıdır; hatta bir çiziğin, yaralanmanın ve hayvan ısırmanın (diyet-kısas hükümleri) bile."
58- İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) nakledildiğine göre Emirü'l-Müminin (a.s) İbn Abbâs'a şöyle buyurmuştur:
"Allah, kuşların dilini bile bize öğretmiştir; Süleyman b. Dâvûd'a (a.s) öğrettiği gibi. Aynı şekilde karada ve de-nizde bulunan bütün canlıların dilini de."
20- İMÂM ALİ (A.S), ALLAH'IN KONUŞAN KİTABI
59- Emirü'l-Müminin Ali'nin (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"Şu (Kur'ân), Allah'ın suskun kitabıdır; ben ise Allah'ın konuşan kitabıyım."
21- KİTAB'IN İLMİ, İMÂM ALİ'NİN (A.S) YANINDADIR
60- Fuzayl b. Yesâr, İmâm Muhammed Bâkır'dan (a.s) Kur'ân'da geçen "…Bir de yanında kitap ilmi bulunan (yeter)" cümlesinin tefsirinde şöyle nakletmiştir; buyurdu:
"Bu âyet Ali (a.s) hakkında nazil olmuştur. O, Resulul-lah'tan (s.a.a) sonra bu ümmetin âlimidir."
61- Yine İmâm Bâkır'dan (a.s) "O kâfirler: "Sen Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber değilsin" diyorlar. De ki: "Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter, bir de yanında kitap ilmi bulunan (yeter)" âyetinin tefsirinde şöyle nakledilmiştir: "Kitap ilminin sahibi Ali'dir (a.s)."
62- Câbir de aynı âyetin tefsirinde İmâm Muhammed Bâkır'dan (a.s) şöyle nakletmiştir:
"O (kitap ilmine sahip olan kimse), Ali b. Ebî Tâ-lib'dir."
63- Ebû Basîr'den şöyle rivâyet edilmiştir: "İmâm Cafer-i Sâdık'a (a.s) "De ki: "Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter, bir de yanında kitap ilmi bulunan (yeter)" âyetindeki "yanında kitap ilmi bulunan" kimse hakkında "Acaba o, Ali b. Ebî Tâlib (a.s) midir?" diye sorduğumda, "O'ndan başka kim olabilir ki?" diye cevap verdi."
22- İMÂM ALİ (A.S), RESULULLAH'IN (S.A.A) İLİM KAPISI
64- Resulullah (s.a.a): "Ali, benim ilmimin kapısıdır."
65- Resulullah (s.a.a): "Ben, öğrendiğim her şeyi, mutlaka Ali'ye de öğrettim; o, benim ilim şehrimin kapısıdır."
66- Ebûzer-i Gıfârî Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakletmiştir; buyurdu: "Ali, benim ilmimin kapısı ve ümmetime açıklayan-dır…"
67- İbn Abbâs Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakletmiştir; buyurdu:
"Rabb'imin huzuruna vardığımda, benimle konuştu ve münâcât etti; ben de öğrendiğim her şeyi Ali'ye öğrettim; o, benim ilmimin kapısıdır."
68- Resulullah (s.a.a): "Ben, bildiğim her şeyi Ali'ye de öğrettim; o, benim ilim şehrimin kapısıdır."
69- Hz. Ali'den (a.s) şöyle nakledilmiştir; Resulullah (s.a.a), Hayber fethedildiğinde bana buyurdu ki:
"Sen, benim ilmimin kapısısın; senin evlatların, benim evlatlarımdır; senin etin, benim etimdir ve senin kanın, benim kanımdır."
23- RESULULLAH (S.A.A), İMÂM ALİ'YE (A.S) BİN İLİM KAPISI ÖĞRETMİŞTİR
70- İmâm Cafer-i Sâdık (a.s): "Resulullah (s.a.a), Ali'ye (a.s) bin kapı öğretti ki, her kapıdan da onun için bin kapı açıldı."
71- İmâm Muhammed Bâkır (a.s): "Resulullah (s.a.a) Hz. Ali'ye (a.s) bin harf öğretmiştir ki, her harf, bin harfi açmaktadır."
72- Ebû Hamza Sümâlî, İmâm Bâkır'dan (a.s), Hz. Ali'nin (a.s) şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
"Hiç şüphesiz Resulullah (s.a.a), bana bin kapı öğretmiştir ki, her kapı bin kapıyı açmaktadır."
73- İmâm Cafer-i Sâdık: "Resulullah (s.a.a) Ali'ye (a.s) bir kapı öğretti ki ondan bin kapı açılır."
74- Hz. Ali (a.s), soru sormak isteyen bir Yahudi'ye hitaben şöyle buyurdu:
"İstediğiniz şeyden sorabilirsiniz. Hiç şüphesiz Peygamber (s.a.a), bana ilimden bin kapı öğretmiştir ve her kapıdan benim için bin kapı ayrılmıştır. O hâlde sorun onlardan."
75- İmâm Cafer-i Sâdık (a.s) babası İmâm Bâkır'dan (a.s) şöyle nakletmiştir:
"Hiç şüphesiz Peygamber (s.a.a), Ali'ye (a.s) bin kelime anlatmıştır ki her kelime bin kelimeyi açmaktadır."
76- Ebû Hamza Sümâlî, İmâm Zeynü'l-Âbidin'den (a.s) şöyle nakletmiştir; buyurdu: "Resulullah (s.a.a), Ali'ye (a.s) bir kelime öğretti ki bin kelimeyi açmaktaydı ve o bin kelimenin her birisi ise bin kelimeyi açmakta."
77- İmâm Cafer-i Sâdık (a.s): "Resulullah (s.a.a), Ali'ye (a.s) bir harf öğretti ki bin harfi açmaktaydı ve o bin harften her biri de bin harfi."
78- İmâm Cafer-i Sâdık (a.s): "Resulullah (s.a.a), Ali'ye (a.s) bin kelime ve bin kapı vasiyet etti ki her kelime ve her kapı bin kelime ve bin kapıyı açmaktaydı."
79- Esbağ b. Nübâte, Emirü'l-Müminin Ali'den (a.s) şöyle duyduğunu nakletmektedir; buyurdu:
"Hiç şüphesiz Resulullah (s.a.a) bana, geçmişte olan ve Kıyâmet'e kadar olacak helal ve haramdan bin kapı öğretti ki, her kapı bin kapıyı açmaktadır ki toplam bir milyon kapı eder. Hatta ben ölümlerin belaların ve insanlar arasındaki ihtilaflarda nasıl hüküm verileceğinin ilmini biliyorum."
80- Hz. Ali'den (a.s) şöyle nakledilmiştir. "Resulullah (s.a.a), dilini benim ağzıma koydu; bununla kalbimde bin ilim kapısı açıldı ki her birisinden de bin kapı açılmaktadır."
24- İMÂM ALİ (A.S), PEYGAMBER'İN (S.A.A) İLİM ŞEHRİNİN KAPISIDIR
81- İmâm Ali b. Musâ Rızâ (a.s) babalarından Resulul-lah'ın (s.a.a) Hz. Ali'ye (a.s) hitaben şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Ey Ali, ben ilim şehriyim, kapı da sensin. Şehre kapının dışında bir yerden ulaşacağını zanneden yalan söylemiştir."
82- Resulullah (s.a.a): "Ben ilim şehriyim ve Ali onun kapısıdır. Allah-u Teâlâ şöyle buyurmuştur: 'Evlere kapılarından girin.'O hâlde, kim ilim istiyorsa, ona kapısından girsin."
83- Hamza b. Ebî Saîd-i Hudrî, babasından nakletmiştir; Resulullah'tan (s.a.a) duydum ki şöyle buyuruyordu:
Ben ilim şehriyim ve Ali onun kapısıdır. O hâlde kim ilim istiyorsa, onu Ali'den alsın."
84- Resulullah (s.a.a): "Ben ilmin şehriyim ve Ali onun kapsıdır. O hâlde şehre girmek isteyen, onun kapısından gelsin."
85- İbn Abbâs'tan nakledilmiştir; Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: "Ben ilmin şehriyim ve Ali onun kapısıdır. O hâlde kim ilim isterse, kapıya gelsin."
86- İbn Abbâs'tan yine şöyle nakledilmiştir; Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
"Ben ilmin şehriyim ve Ali onun kapısıdır. O hâlde kim ilim isterse, kapı tarafından gelsin."
87- İbn Abbâs'tan bir de şu şekilde nakledilmiştir; Resulullah (s.a.a) buyurdu ki: "Ben ilmin şehriyim ve Ali onun kapısıdır. O hâlde ilmi isteyen, şehrin kapısına gelsin."
88- Saîd b. Cübeyr, İbn Abbâs'tan nakletmiştir; Resu-lullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
"Ey Ali, ben ilmin şehriyim ve sen onun kapısısın; şehre ancak kapısından gelinir. Beni sevdiğini zannedip de sana buğz eden kimse, yalancıdır; zira hiç şüphesiz sen bendensin, ben de senden; senin etin, benim etimdir; senin kanın benim kanımdır ve senin ruhun, benim ruhumdandır…"
89- Hz. Ali'den (a.s) senetli bir şekilde nakledilmiştir; Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
"Ben ilmin şehriyim ve Ali onun kapısıdır ve evlere ancak kapılarından girilir."
90- Esbağ b. Nübâte, Hz. Ali'den (a.s) nakletmiştir; Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
"Ben ilmin şehriyim ve sen onun kapısısın. Ya Ali o şehre kapısının dışında bir yerden girebileceğini sanan kimse, yalancıdır."
25- İMÂM ALİ (A.S), PEYGAMBER'İn (S.A.A) İLİM HAZİNESİNİN ANAHTARIDIR
91- İmâm Rızâ (a.s), babaları (İmâm Kâzım (a.s) ve İmâm Sâdık (a.s)) kanalıyla İmâm Muhammed Bâkır (a.s) 'dan, o da Câbir b. Abdullah-i Ensârî'den şöyle nakletmiştir; Resulullah (s.a.a) buyurdu ki:
"Ben ilmin hazinesiyim ve Ali onun anahtarıdır. O hâlde kim hazineyi isterse, anahtara gelsin."
92- Resulullah (s.a.a): "Ali, benim ilmimin haznedarıdır."
26- İMÂM ALİ (A.S), FIKIH ŞEHRİNİN KAPISIDIR
93- Resulullah (s.a.a): "Ben fıkıh şehriyim ve Ali de onun kapısıdır. O hâlde kim ilim isterse, kapıya gelsin."
27- İMÂM ALİ (A.S), HİKMET ŞEHRİNİN KAPISIDIR
94- Câbir b. Abdullah-i Ensârî'den nakledilmiştir; Re-sulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
"Ben hikmet şehriyim ve Ali de onun kapısıdır. O hâlde kim şehre (girmeyi) istiyorsa, onun kapısına gelsin."
95- Resulullah (s.a.a): "Ben hikmet şehriyim ve Ali de onun kapısıdır. O hâlde kim hikmet isterse, kapıya gelsin."
96- Senetli bir şekilde Hz. Ali (a.s) kanalıyla Resulul-lah'tan (s.a.a) şöyle nakledilmiştir:
"Ben hikmet eviyim ve Ali onun kapısıdır. O hâlde kim hikmet isterse, onun kapısından gelsin."
97- Abdullah'tan şöyle nakledilmiştir: "Ben Peygamber'in (s.a.a) yanındaydım; Ali hakkında sorulunca, şöyle buyurdu: "Hikmet on parçaya bölünmüştür; bunlardan dokuz kısmı Ali'ye, bir kısmı ise (diğer) insanlara verilmiştir."
98- İbn Abbâs'tan nakledildiğine göre, Allah Resulü (s.a.a) Hz. Ali'ye (a.s) hitaben şöyle buyurmuştur:
"Ey Ali, ben hikmet şehriyim ve sen onun kapısısın; şehre kapının dışında başka bir yerden asla girilmez."
28- BENİ KAYBETMEDEN, SORUN BANA
99- İmâm Cafer-i Sâdık (a.s) babaları kanalıyla Hz. Ali'den (a.s) şöyle nakletmiştir; buyurdu:
"Allah (azze ve celle)'nin kitabından bana sorun. Allah'a andolsun ki Allah'ın kitabından inen her âyetin gece veya gündüz mü, seferde veya hazerde mi indiğini Allah Resulü (s.a.a) bana okudu ve onun tevilini bana öğretti."
100- İmâm Ali (a.s): "Allah'ın kitabından bana sorun; hiç şüphesiz ben her âyetin gece mi yoksa gündüz mü, sahrada mı yoksa dağda mı indiğini biliyorum."
101- Senetli bir şekilde Hz. Ali'nin (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"Sorun bana beni kaybetmeden! Ölümlerin, belaların ve neseplerin ilmini bilen kimseye sormak istemez misiniz?"
102- İmâm Ali (a.s): "Ey insanlar, sorun bana beni kaybetmeden; hiç şüphesiz ben göğün yolları hakkında, yerin yollarından daha çok bilgi sahibiyim!..."
103- İmâm Ali Rızâ (a.s), babaları kanalıyla İmâm Hüseyin'den (a.s) şöyle nakletmiştir: "Emirü'l-Müminin (salavatullahi aleyh) bize hutbe okuyarak şöyle buyurdu: "Kur'ân'dan bana sorun ki size kimin hakkında ve nerede nâzil olduğunu haber vereyim."
104- Ümery b. Abdullah şöyle demiştir: "Ali b. Ebî Tâlib (a.s), Kûfe minberinde bize hutbe okuyarak şöyle buyurdu: "Ey insanlar, sorun bana, beni kaybetmeden; zira benim sinemde yüklü bir ilim vardır!"
105- İmâm Ali (a.s): "Sorun bana, beni kaybetmeden; hiç şüphesiz ben Arş'ın altında sorulduğum her şeyden haber verebilirim!"
106- İmâm Emirü'l-Müminin (a.s): "Sorun bana, beni kaybetmeden; taneyi yaran ve insanı yaratan (Allah'a) an-dolsun ki ben Tevrat'ı, Tevrat ehlinden, İncil'i, İncil ehlinden ve Kur'ân'ı, Kur'ân ehlinden daha iyi bilirim!"
107- Ebân, Selim'den şöyle nakletmiştir: "Kûfe mescidinde Hz. Ali'nin (a.s) yanında oturmuştum, insanlar da onun etrafını sarmıştı. İmâm (a.s) şöyle buyurdu:
"Beni kaybetmeden Allah'ın kitabından bana sorun; Allah'a andolsun ki, Allah'ın kitabından inen her âyeti Resulullah (s.a.a) bana okudu ve onun tevilini bana öğretti…"
29- PERDELER KALKSA, YAKİNİM ARTMAZ
108- Saîd b. Müsayyib diyor ki Ali (a.s) şöyle buyuruyordu: "Bana göklerin yollarından sorun; zira ben onları yerin yollarından daha iyi tanırım. Ve eğer perdeler kaldırılsa, benim yakinim artmaz!"
109- Emirü'l-Müminin Ali'den (a.s) şöyle nakledilmiştir; buyurdu: "Eğer perdeler kalksa, benim yakinim artmaz!"
30- İMÂM ALİ'NİN (A.S) ELİFSİZ HUTBESİNDEN BÖLÜMLER
110- İbn Ebî'l Hadîd şöyle yazmaktadır: "Bu, bir çoklarının naklettiği elifsiz bir hutbedir. Nakledildiğine göre Resulullah'ın (s.a.a) ashabından bir grup, harflerden hangisinin Arap kelimelerinde daha çok kullanıldığı konusunda tartıştılar ve hepsi bunun "Elif" harfi olduğunda ittifak ettiler. Orada bulunan Ali (a.s), her hangi bir ön hazırlık söz konusu olmadan, şu elifsiz hutbeyi okudu
"Minneti büyük, nimeti bol olan, rahmeti gazabından öne geçen, kelimesi eksiksiz olan, meşiyyeti geçerli olan ve hükmü yerine ulaşan kimseye (Allah'a) hamd ederim. O'na, rububiyetine ikrar eden, ubudiyetine boyun eğen, gü-nahından ayrılan, onun tevhidine itiraf eden, azap vaadinden ona sığınan ve ondan mağfiret dileyen bir kimsenin hamdı gibi hamd ederim; öyle bir mağfiret ki onu akraba ve evlatlarından yüz çevirttiren (Kıyâmet) gününün (sıkıntılarından) kurtarsın.
Biz, O'ndan yardım, irşâd ve hidâyet diliyoruz. O'na iman edip ona tevekkül ediyoruz. Ben O'na ihlaslı ve yakin ehli birisinin şehâdeti gibi şehâdet ediyorum. O'nun yeganeliğine imanlı ve yakinli birisi gibi inanıyorum. Mülkünde ortağı ve yaratışında yardımcısı olmadığına tereddütsüz inanan bir kulun tevhidi gibi onu birliyorum. O, herhangi birisinin kendisine danışman, vezir, muavin, yardımcı ve benzer olmasından yücedir…"
31- İMÂM ALİ'NİN (A.S) NOKTASIZ HUTBESİNDEN PASAJLAR
111- Hz. Ali'den (a.s) nakledilen noktasız hutbenin bazı bölümleri şöyledir: "Bütün övgüler Allah'a mahsustur; o ki övgünün ehli ve yeridir. O'nun içindir hamdın en sağlamı ve en tatlısı, en mübareği ve en yukarı noktası, en temizi ve en yücesi, en değerlisi ve en iyisi! O Vahittir (yeganedir), Ehattır (tektir) ve Samettir (noksansız ve ihtiyaçsızdır). Ne babası vardır, ne de evladı...
Bilin ki ilk olmak ona mahsustur; eşi-dengi yoktur. O'nun hükmünü reddedebilecek kimse yoktur. O'ndan başka ilah yoktur; O'dur "Melik" (padişah), "Selâm" (selamet veren), "Musâvvir" (şekillendiren), Allâm (çok bilen), Hâkim (hüküm süren), Vedûd (çok seven-şefkatli), Mutahhir (temizleyici) ve Tâhir (temiz) olan. Onun işi beğenilmiş ve haremi bayındırdır. Kerem ve bağış O'ndan umulur. Kelamını size öğretmiş, nişanelerini göstermiş, hükümlerini sizin elinize sunmuş, helalini helal ve haramını haram kılmıştır. Muhammed'e (s.a.a) risâletini yüklemiştir; o Resul ki yücedir; efendidir, işi sağlamdır; temizlenmiş bir temizdir; Ademoğullarından, doğumu en temiz olanı, yıldızı en çok parlayanı, en çok sabit ve sağlam olanı, dalı hepsinden daha canlı ve taze olanı, ahdine en sâdık olanı, genç ve ihtiyarlarının en değerli olanıdır…
Allah'ım, hamd ve devamı, mülk ve kemali, sana mahsustur. O'ndan başka ilah yoktur; O'nun Hilmi, bütün hi-limleri kapsamış; O'nun hükmü her hükmü sağlamlaştırmış, O'nun ilmi her ilmi alt etmiştir."
32- İMAM ALİ (A.S); ÜMMETİN EN İYİ HÜKÜM VERENİDİR
112- İki kişi arasındaki bir ihtilafta Ali'nin (a.s) verdiği bir hüküm hakkında Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: "Ali b. Ebî Tâlib, sizin aranızda Allah'ın hükmüyle hükmetmiştir."
113- Resulullah (s.a.a): "Sizin, (yargılarda) en iyi hüküm vereniniz Ali'dir."
114- Resulullah (s.a.a): "Ali, ihtilaflar hakkında hüküm vermede insanların en bilgilisidir."
115- Senetli bir şekilde Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakledilmiştir; buyurdu:
"Benden sonra sünnete ve (yargılarda) hüküm verme hususunda, ümmetimin en bilgilisi Ali b. Ebî Tâlib'dir."
116- Senetli bir şekilde İbn Abbâs'ın Resulullah'tan (s.a.a) şöyle rivâyet ettiği nakledilmiştir; buyurdu:
"Ali b. Ebî Tâlib, benden sonra ümmetimin en bilgilisi ve ihtilaf ettikleri konularda en iyi hüküm verenidir."
117- Hz. Ali'den (a.s) şöyle nakledilmiştir: "Resulullah (s.a.a) beni (temsilcisi olarak) Yemen'e gönderdi. Ben 'Ya Resulallah, benim daha yaşım küçüktür' dediğimde, Allah Resulü elini benim göğsüme koyarak şöyle buyurdu: 'Git; hiç şüphesiz Allah senin dilini sabit kılıp kalbini hidâyet edecektir." Hz. Ali (a.s) sonra şöyle buyurmuştur: "Ondan sonra ihtilaf edipte karşıma gelen iki hasım arasında vereceğim hüküm hakkında asla tereddüde düşmedim."
118- Yine senetli bir şekilde Hz. Ali'den (a.s) şöyle nakledilmiştir: "Resulullah (s.a.a), beni Yemen'e gönderdi. Ben 'Ya Resulallah dedim, beni onların arasında hüküm vermek için gönderiyorsunuz, oysa ben bir gencim ve nasıl yargılayıp hüküm vereceğimi bilmiyorum." Bunun üzerine Allah Resulü eliyle benim göğsüme vurdu; sonra şöyle buyurdu: "Allah'ım, onun kalbini hidâyet et ve dilini sabit kıl!" Hz. Ali şöyle devam etmiştir: "Ondan sonra iki kişi arasında verdiğim hiçbir hükümde tereddüde düşmedim."
33- İMÂM ALİ'NİN (A.S) TAVİZSİZLİĞİ
119- İmâm Ali'den (a.s) şöyle nakledilmiştir: "Canıma andolsun ki ben hakka muhalefet eden ve yolunu sapmış kimselere karşı tavizkar ve gevşek davranmayacağım."
120- Resulullah (s.a.a): "Ali'den şikâyet etmeyin; zira o, Allah'ın zâtı hakkında katıdır ve müdâra ehli değildir."
121- Resulullah (s.a.a): "Ali, dinin direğidir." Yine şöyle buyurmuştur: "Bu (Ali), benden sonra hak uğruna insanlara kılıç sallayacaktır!"
İMÂM ALİ'NİN (A.S) VERDİĞİ HÜKÜMLERDEN ÖRNEKLER
34- BİR OLAYDA BEŞ KİŞİ ARASINDA VERDİĞİ HÜKÜM
122- Senetli bir şekilde Esbağ b. Nübâte'den şöyle nakledilmiştir: "Beş kişiyi zina suçuyla Halife Ömer'in yanına getirdiler. Halife, onların her birisine şer'î had uygulanması için emir verdi. Orada hazır bulunan Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu: 'Ya Ömer, bu onların hakkında verilmesi gereken hüküm değildir.' Ömer 'O hâlde (uygun) haddi onlara siz uygulayın' dediğinde, Hz. Ali (a.s), onlardan birsini öne alıp boynunu vurdu; diğer birisini recm etti; bir diğerine kırbaç haddi uyguladı; dördüncüsüne bir haddin yarısı kadar (elli kırbaç) vurdu; beşincisini ise mazur gördü ve serbest bıraktı. Bunu gören Halife Ömer, hayrete düştü; insanlar da şaşırıp kaldı. Ömer şöyle dedi: 'Ey Ebe'l-Hasan, tek bir olayda suçlu olan beş kişiye ayrı ayrı beş hüküm uyguladın ki hiçbirisi diğerine benzemiyor (bunun sebebi nedir)?' Hz. Emirü'l-Müminin (a.s) şöyle buyurdu:
"Bunlardan birincisi zimmî (İslam devletinde yaşayan kitap ehli) idi; (işlediği suç ile) zimmîlik vasfını kaybettiği için haddi kılıçtan başka bir şey değildi. İkincisi evli bir kişi olduğu için haddi recm idi. Üçüncüsü bekar olduğu için haddi yüz kırbaç idi. Dördüncüsü köle olduğu için cezası kırbaç haddinin yarısı idi. Beşincisi ise akılsız bir deli idi (ve dolayısıyla her hangi bir cezayı hak etmemişti)."
35- BİR ERKEK VE BİR KIZ ÇOCUK ÜZERİNDE İHTİLAF EDEN İKİ CARİYE
123- Câbir Cu'fî, Temim b. Huzâm el-Esedî'den şöyle nakletmiştir: "Halife Ömer'in yanına bir erkek ve bir de kız çocuk üzerinde ihtilaf eden iki cariye getirildi. Ömer şöyle dedi: 'Sıkıntıları gideren Ebu'l-Hasan (Ali) nerededir?' Hz. Ali'yi yanına çağırdılar ve o olayı kendisine anlattı. Hz Ali, iki şişe istedi ve onların ağırlığını tarttı. Daha sonra cariyelerden her birisinin şişelerden birisine sütlerini sağmasını emretti. Ardından sütleri tarttı ve biri diğerinden ağır geldi. Bunun üzerine şöyle buyurdu: 'Erkek evlat, sütü ağır gelen cariyenindir, kız evlat ise sütü hafif olanın.' Bunu gören Halife Ömer 'Bu hükmü neye dayanarak söyledin Ey Ebel-Hasan?' diye sorunca, Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu: 'Çünkü Allah, erkeğin payını kadının payının iki katı olarak belirlemiştir!"
36- İKİ KADININ BİR ÇOCUK ÜZERİNDEKİ İHTİLAFI
124- Rivâyet edildiğine göre Halife Ömer zamanında iki kadın bir çocuk üzerinde ihtilaf etti; her birisi çocuğun kendisine ait olduğunu iddia ediyordu ve hiçbirisinin şahidi yoktu. Meselenin hükmünü bilmeyen Halife Ömer, hüküm vermesi için Emirü'l-Müminin'e (a.s) sığındı. Ali (a.s), iki kadını yanına çağırdı. Onlara vaaz edip korkuttu. Kavga ve ihtilafta devam edince, 'Bana bir testere getirin!' buyurdu. Bunu gören kadınlar 'Testereyi ne yapacaksın?' diye sordular. Şöyle buyurdu: 'Çocuğu ikiye ayırıp her bir parçasını sizden birisine vereceğim.' Bunu duyan kadınlardan birisi susup bir şey söylemedi. Ama diğeri şöyle dedi: 'Ey Ebe'l-Hasan, seni Allah'a yemin veriyorum ki eğer illa da bunu yapacak isen, ben hakkımdan vazgeçip çocuğu ona bırakıyorum.' Ali (a.s) bunu duyunca 'Allah-u Ekber dedi, bu senin çocuğundur, onun değil; eğer onun olsaydı çocuğa acır ve ona şefkatli davranırdı.' Durum buraya varınca, diğer kadın da hakkın diğer kadından yana olduğunu ve kendisinin çocuğun sahibi olmadığını itiraf etti. Ömer buna sevindi ve hüküm vermedeki sıkıntısını giderdiği için Emirü'l-Müminin'e (a.s) dua etti."
37- BİR EMANET OLAYINDA VERDİĞİ HÜKÜM
125- Senetli bir şekilde Haneş b. Mu'temer'den şöyle rivâyet edilmiştir: "İki kişi Kureyş'ten bir kadının yanına gelerek yüz dinar onun yanında emanet olarak bırakıp şöyle dediler: 'Bu emaneti bizden herhangi birimiz tek başına gelip isterse, ona vermeyeceksin; ancak ikimiz bir arada gelirsek, emaneti teslim edeceksin.' Aradan bir yıl geçtikten sonra iki kişiden birisi kadının yanına gelerek şöyle dedi: 'Arkadaşım vefat etti; dolayısıyla dinarları bana teslim et.' Kadın bundan sakındı; ancak adam kadının akrabalarını devreye sokarak onun üzerinde baskı kurmaya çalıştı ve bilahare kadın vermeye mecbur kaldı. Sonra aradan bir yıl daha geçti. Bu sefer diğer adam kadına gelerek dinarları ondan istedi. Kadın onun cevabında şöyle dedi: 'Arkadaşın senin öldüğünü zannettiği için bana gelip dinarları istedi; ben de ona verdim.' Adam bunu kabul etmeyince aralarındaki ihtilaftan dolayı Halife Ömer'in yanında dava açtılar ve adam Halife'nin kadının aleyhine hüküm vermesini istedi. Ömer adamı haklı bularak kadına 'Sen sorumlusun (adamın parasını kendisine vermelisin)' dedi. Kadın şöyle dedi: 'Seni Allah'a yemin veriyorum, bizim hakkımızda hüküm verme ve bizi Ali b. Ebî Tâlib'in yanına gönder.' Ömer de öyle yaptı. Hz. Ali (a.s) o iki kişinin kadına hile yaptıklarını anlayınca, ona şöyle dedi: 'Siz ikiniz kadına 'emaneti bizden yalnız gelene verme' dememiş miydiniz?' Adam 'Evet' dedi. Bunun üzerine şöyle buyurdu: 'Malın bizim yanımızdadır; git arkadaşınla birlikte gel, malınızı size iade edelim.' Hz. Ali'nin bu hükmü Ömer'e ulaşınca şu cümleyi kullandı: 'Allah beni Ali b. Ebî Tâlib'den sonra yaşatmasın."
imam Ali'nin (a.s) ibâdeti
38- İMÂM ALİ'NİN (A.S) İBÂDETİ
126- Emirü'l-Müminin Ali (a.s): "Ben, bu ümmetten kimse ibâdet etmeden, beş veya yedi yıl Allah'a ibâdet etmişimdir."
127- Emirü'l-Müminin Ali (a.s): "Bu ümmetten kimse ibâdet etmeden önce ben, Resulullah (s.a.a) ile birlikte yedi yıl Allah'a ibâdet ettim."
128- Senetli bir şekilde Abdullah b. Ebî Hüzeyl'in Hz. Ali'den (a.s) şöyle naklettiği rivâyet edilmiştir; buyurdu:
"Ben Peygamber'in dışında benden (önce) bu ümmetten Allah'a ibâdet edeni tanımıyorum; ben bu ümmetten kimse Allah'a ibâdet etmeden, dokuz yıl O'na ibâdet etmi-şimdir."
129- Câbir, Abdullah b. Yahyâ'dan, o da Hz. Ali'den (a.s) nakletmiştir; buyurdu:
"Ben kimse Peygamber'le namaz kılmadan önce, onunla birlikte üç yıl namaz kıldım."
130- İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "…Emirü'l-Müminin (a.s) secde hâlinde şöyle dua ederdi: '(Allah'ım,) önündeki zilletime ve sana olan yakarışıma ve insanlardan kapıldığım korkuya merhamet eyle ve benim yalnızlığımı kendinle gider, ey Kerîm!"
131- Bir rivâyette şöyle nakledilmiştir: "Hz. Ali (sala-vâtullahi aleyh), bu ümmette Resulullah'tan (s.a.a) sonra Allah'a ilk şükür secdesi yapan ve secdesinden sonra yüzünü ilk yere koyan kimsedir…"
132- Senetli bir şekilde İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) şöyle nakledilmiştir: "Hz. Ali (salavâtullahi aleyh) secdeye kapandığında zayıf bir deve gibi eleri ile karnının arasını yere yapıştırmazdı."
133- Hz. Ali (a.s) şöyle dua ederdi: "İlahî, sana kul olmak izzet olarak bana yeter ve senin benim rabbim olman iftihar olarak bana yeter; sen benim istediğim gibisin. O hâlde sen de beni istediğin-sevdiğin gibi kıl."
134- Emirü'l-Müminin Ali (a.s): "Ey insanlar, Allah'a andolsun ki ben sizi (Allah'a) itâat olan bir şeye teşvik ettiğimde, sizden önce muhakkak kendim onu uygularım. Sizi (Allah'a karşı) isyan ve günah olan bir şeyden sakındırdığımda, mutlaka sizden önce kendim ondan sakınırım."
39- İMÂM ALİ (A.S), İLK NAMAZ KILAN
135- İbn Abbâs'tan şöyle nakledilmiştir; Resulullah (s.a.a) buyurdu: "Benimle ilk namaz kılan kimse, Ali b. Ebî Tâlib'dir."
136- Resulullah'ın (s.a.a) Hz. Ali'ye şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Bu, bana ilk iman eden, beni ilk tasdik eden ve benimle ilk namaz kılan kimsedir."
137- Zeyd b. Erkam'dan şöyle nakledilmiştir: "Resu-lullah (s.a.a) ile birlikte ilk namaz kılan, Ali b. Ebî Tâ-lib'dir."
138- Seleme b. Küheyl, Habbetü'l-Arenî'den, o da Hz. Ali'den (a.s) şöyle duyduklarını nakletmişlerdir: "Ben, Re-sulullah (s.a.a) ile birlikte ilk namaz kılan kimseyim."
40- İMÂM ALİ'nin (A.S) ABDEST VE NAMAZI
139- Senetli bir şekilde İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) şöyle rivâyet edilmiştir; buyurdu:
"(Bir gün) Hz. Emirü'l-Müminin (a.s) oğlu Muhammed (Hanefiye) ile birlikte oturuyorlardı. İmâm (a.s) oğluna hitaben şöyle buyurdu: 'Ey Muhammed, bana bir kap su getir'; suyu getirince, onu alıp sağ eliyle sol eline döktü ve elini yıkarken şu duayı okudu: "Suyu temiz ve temizleyici kılıp onu necis kılmayan Allah'a hamd olsun."
Daha sonra tahâret aldı ve o sırada şu duayı okudu: "Allah'ım cinsel organımı koru; onu iffetli kıl; avretimi ört ve onu (cehennem) ateşine haram kıl."
Sonra burnuna su aldı ve şöyle dua etti: "Allah'ım, beni cennet kokusundan mahrum kılma ve beni cennetin kokusunun ıtırını ve reyhanını koklayanlardan eyle."
Ardından ağzına su alarak şu duayı okudu: "Allah'ım, dilime zikrini söylet ve beni razı olduğun kimselerden kıl."
Sonra yüzünü yıkadı ve yıkarken şöyle dua etti: "Allah'ım, yüzlerin karardığı günde benim yüzümü beyazlaştır; yüzlerin beyazlaştığı günde benim yüzümü karartma."
Ardından sağ kolunu yıkadı ve şöyle dua etti: "Allah'ım, kitabımı (amel defterimi) ve (cennette) ebedi kalma belgesini sağ elime ver."
Sonra da sol kolunu yıkayarak şu duayı okudu: "Allah'ım, kitabımı sol elime verme; onu boynuma bağlı kılma; ben, ateş parçalarından sana sığınıyorum."
Ardından başını meshetti ve şöyle dua etti: "Allah'ım, beni rahmetin, bereketlerin ve affına büründür."
Daha sonra (sağ ve sol) ayaklarını meshetti ve şu duayı okudu: "Allah'ım, ayakların kaydığı günde, benim ayaklarımı Sırât üzerinde sabit kıl ve benim çabamı, seni benden razı edecek şeyde karar kıl."
Ardından oğlu Muhammed'e dönerek şöyle buyurdu: 'Ey Muhammed, kim benim gibi abdest alır ve okuduğum duaları okursa, Allah onun için abdestinin her damlasından bir melek yaratır ki (ondan taraf Allah'ı) takdis, tesbih eder ve tekbir ve La İlahe İllallah zikirlerini söyler ve bütün bunların sevabı, o (abdest alan) için yazılır."
140- Emirü'l-Müminin (a.s) hakkında şöyle rivâyet edilmiştir:
"O, namaz vakti gelip çattığında bedeni titrer ve rengi değişirdi. Bunun sebebi sorulunca, şöyle buyurdu: 'Allah'ın göklere, yere ve dağlara sunduğu ve onların taşımaktan korkup çekindikleri ve insanın yüklendiği emaneti edâ etmenin zamanı geldi. Bilmiyorum, acaba yüklendiğim emaneti iyi bir şekilde edâ ediyor muyum, etmiyor muyum?!"
141- Yine şöyle rivâyet edilmiştir: "Emirü'l-Müminin (a.s) abdest aldığında Allah-u Teâlâ'nın korkusundan rengi değişirdi."
41- İMÂM ALİ (A.S) AÇISINDAN NAMAZIN FAZİLETİ
142- Keşfü'l-Yakîn kitabında şöyle nakledilmiştir:
"Hz. Ali (a.s) gece namazını asla terk etmemiştir; hatta Herir gecesinde dahi. Sıffîn'de savaştığı bir günde, bir taraftan savaşıyor, bir taraftan da iki saf arasında durup güneşi kontrol ediyordu. Bunu gören İbn Abbâs 'Ya Emire'l-Müminin, ne yapıyorsunuz?' diye sorunca 'Güneşin eğilip eğilmediğine bakıyorum ki (vakit girdiğinde) namaz kılalım' buyurdu. İbn Abbâs 'Şimdi namaz zamanı mı? Biz savaşla meşgulüz' deyince, Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu: 'Biz onlarla (Muaviye ve adamlarıyla) ne üzerine savaşıyoruz? Evet biz namaz için onlarla savaşıyoruz!"
42- İMÂM ALİ (A.S) VE CEMAAT NAMAZI
143- Hz. Ali'nin (a.s) Ebû Derdâ'ya hitaben şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"Ey Ebû Derdâ, Yatsı ve Sabah namazlarını cemaatle kılmak, benim için bu ikisinin arasında uyumayarak ibâdetle meşgul olmaktan daha sevimlidir. Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu duymadın mı?: 'Eğer (İnsanlar) Yatsı ve Sabah namazlarını cemaatle kılmanın ne kadar faziletli olduğunu bilselerdi, sürünerek olsa bile mutlaka onlara katılırlardı. Bu ikisini cemaatle kılmak, onların arasındaki günahlara kefaret sayılır."
144- Rivâyet edildiğine göre Resulullah (s.a.a), namazlarının birisinde rükûsunu normalin üstünde uzattı. Bunun sebebi kendisine sorulunca şöyle buyurdu: "Ali b. Ebî Tâlib, namaza katılıp o rekâtı yakalayıncaya kadar Cebrâîl elimi tuttu ve bekletti."
43- BİN REKÂTLIK NAMAZ
145- Cemil b. Sâlih, İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) şöyle nakletmiştir; buyurdu:
"Eğer Ramazan ve gayrı Ramazan'da gece ve gündüzde bin rekât namaz kılabilir isen, bunu yap. Hiç şüphesiz, Ali (a.s) bir gece ve gündüzde bin rekât namaz kılardı!"
146- İmâm Muhammed Bâkır'dan (a.s) şöyle rivâyet edilmiştir; buyurdu:
"…Ali (a.s) (bir) gece ve gündüzde bin rekât namaz kılardı."
147- Yine senetli bir şekilde İmâm Muhammed Bâkır'dan (a.s) şöyle nakledilmiştir:
"Ali b. Hüseyin (Zeyne'l-Âbidîn -a.s-) (bir) gündüz ve gecede bin rekât namaz kılardı. Nitekim Emirü'l-Müminin de (a.s) böyle yapardı. Onun beş yüz hurma ağacı vardı; her ağacın yanında iki rekât kılardı."
148- Senetli bir şekilde Ebû Basîr'den şöyle nakledilmiştir:
"Biz İmâm Cafer-i Sâdık'ın (a.s) yanına gittik. Ben ona 'Ramazan ayında namaz kılma hakkında ne diyorsunuz?' diye sorunca şöyle buyurdu: 'Ramazan ayı başka hiçbir ayın sahip olmadığı eşi benzeri olmayan bir hürmet ve hakka sahiptir. Ramazan ayında gece ve gündüzde yapabildiğin kadar müstehap namaz kıl. Bir gece ve gündüz boyu bin rekât namaz kılabilirsen, bunu yap. Hiç şüphesiz Ali (a.s) da ömrünün sonlarında her bir gece ve gündüzde bin rekât namaz kılardı. O hâlde ey Ebâ Muhammed, Ramazan'da başka aylardan daha fazla namaz kıl…"
44- İMÂM ALİ'NİN (A.S) MÜNÂCÂTLARINDAN ÖRNEKLER
149- "İlahi, benim senden özür dilemem, özrünün kabulüne ihtiyacı olmayan birisinin özür dilemesi gibi değildir. O hâlde benim özrümü kabul buyur, ey günahkarların özür dilediği en hayırlı kimse."
150- Esbağ b. Nübâte'den Emirü'l-Müminin'in (a.s), secdesinde şöyle münacat ettiği rivâyet edilmiştir:
"Ey benim efendim, ben seninle zelil bir kölenin efendisiyle münacat ettiği gibi münacat ediyorum ve (hacetlerimi) lütfedeceğine yakîni olan ve verdiğinde indindekinden hiçbir şeyin eksilmeyeceğini bilen bir kimsenin istemesi gibi istiyorum. Günahları ancak senin bağışlayabileceğini bilen birisinin istiğfar etmesi gibi senden mağfiret diliyorum ve senin her şeye kadir olduğunu bilen birisi gibi sana tevekkül ediyorum."
45- İMÂM ALİ'nin (A.S) İHLASI
151- Emirü'l-Müminin (a.s): "(Allah'ım,) ateşinden korktuğum ve cennetine tamah ettiğim için sana kulluk etmedim. Sadece seni ibâdet ve kulluğa lâyık gördüğüm için sana ibâdet ettim…"
152- Hz. Ali (a.s) hakkında yine şöyle rivâyet edilmiştir:
"Hendek savaşında Hz. Ali (a.s) Amr b. Abdeved'e galip geldiğinde ona darbe vurmadan bir müddet bekledi. Olaya şahit olan bazıları bu durumu yadırgayınca Hüzeyfe Hz. Ali'yi (a.s) savunmaya yeltendi. Bunu gören Allah Resulü (s.a.a) 'Dur ey Hüzeyfe, Ali'nin kendisi neden beklediğini açıklayacaktır' buyurdu. Sonra Hz. Ali (a.s) Amr'ı öldürüp geri dönünce Allah Resulü (s.a.a) niye beklediğinin sebebini sorunca, Hz. Ali (a.s) şu cevabı verdi: "Adam benim anneme küfretti ve yüzüme tükürdü. (Öfkelendiğim için) onu kendi nefsimin hazzı için öldüreceğimden korktum; bundan dolayı onu kendi haline bıraktım ki gazabım dinmiş olsun. Ardından onu (sırf) Allah rızâsı için öldürdüm."
46- İMÂM ALİ'NİN (A.S) NAMAZDA HER ŞEYDEN KOPMASI
153- Rivâyet edildiğine göre Uhud Savaşı'nda Hz. Ali'nin (a.s) ayağına çıkarılması çok zor olan bir ok saplandı. Resulullah (s.a.a), Hz. Ali namaza durduğunda okun çıkarılmasını emretti. Namazdan sonra okun çıkarıldığını gören Hz. Ali (a.s) bunun farkında olmadığını söyledi.
imâm ali'nin (a.s) ahlâkı ve sireti
47- İMÂM ALİ'NİN (A.S) ALLAH'A TEVEKKÜLÜNDEKİ İHLASI
154- Senetli bir şekilde İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) şöyle nakledilmiştir:
"Hz. Ali'nin (a.s) hizmetçisi Kamber, onu çok seviyordu. Ali (a.s) dışarıya çıktığında, Kanber de elinde kılıç onun ardından çıkardı. Hz. Ali (a.s) bir gece onu görünce şöyle buyurdu: 'Ey Kanber ne oluyor sana?' Kanber: 'Ey Emire'l-Müminin, sizin arkanızdan yürümek için geldim' deyince, şöyle buyurdu: 'Yazıklar olsun sana, beni gök ehlinden mi koruyacaksın, yer ehlinden mi?' Kanber 'yer eh-linden' dedi. Bunun üzerine şöyle buyurdu: 'Şüphesiz yer ehli, Allah'ın izni olmadan bana hiçbir şey yapamazlar; dön geriye dön."
48- İMÂM ALİ'NİN (A.S) GÜZEL AHLÂKI
155- Bir gün Emirü'l-Müminin (a.s) bir hizmetçisini birkaç kere çağırdı; ama o cevap vermedi, İmâm (a.s) (onu bulmak için) dışarıya çıktığında onu evin kapısında buldu ve "Neden bana cevap vermedin?" diye sordu; "Tembellik ve halsizlikten cevap vermedim; ayrıca beni cezalandırmayacağınızdan da emindim." Bu cevabı duyan Ali (a.s) şöyle buyurdu: "Allah'a hamd olsun ki beni yaratıklarının, kendilerini emniyette gördükleri kimselerden karar kılmıştır." Ardından köleye hitaben "hadi git artık, sen, Allah rızâsı için azatsın!"
156- İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) şöyle nakledilmiştir:
"Emirü'l-Müminin (a.s), bir gün zimmî[176] bir kâfirle yol arkadaşı oldu. Zimmî, İmâm'a (a.s) 'Ey Allah'ın kulu, nereye gidiyorsun' diye sorunca, 'Kûfe'ye' buyurdu. Yollarının birbirinden ayrıldığı noktaya geldiklerinde, İmâm (a.s) onun gittiği istikamette yürümeye devam etti. Zimmî 'Hani sen Kûfe'ye gideceğini söylemiştin?' deyince, İmâm (a.s) 'Evet, doğrudur' dedi. Adam, 'O zaman yanlış istikamete gidiyorsun' dedi. İmâm (a.s) 'Hayır dedi, yolu biliyorum!' 'Peki, neden benim gittiğim yöne döndünüz?' dedi zimmî adam. İmâm (a.s) şöyle devam etti: 'İyi bir yol arkadaşlığının adabından birisi de ayrılış sırasında yolcunun arkadaşıyla bir miktar yürüyüp onu uğurlamasıdır. Bizim Peygamber'imiz (s.a.a) bize böyle emretmiştir.' Zimmî şaşırarak şöyle dedi: 'Bunu gerçekten Peygamber'iniz mi söylemiş?' İmâm (a.s) 'Evet' buyurdu. Zimmî adam bu durumu ve bu sözleri duyup görünce, şöyle dedi: 'Hiç şüphesiz, bunu yapanın (bu işi) değerli amellerindendir (güzel ahlakındandır); ben şehâdet ediyorum ki senin dinindeyim artık!' kısacası Emirü'l-Müminin Ali'nin (a.s) de kim olduğunu anlayınca adam Müslüman oldu."
49- İMÂM ALİ'NİN (A.S) TEVAZUSU
157- İmâm Ali'nin (a.s) dostları ve arkadaşlarından olan, Sa'saa b. Sûhân ve diğer bazıları İmâm (a.s) hakkında şöyle demişlerdir: "O bizim aramızda, bizden birisi gibiydi. Oldukça yumuşak ve mütevazı idi ve herkesi kendine cezp ediyordu. (Buna rağmen) biz elleri bağlı başında kılıç sallanan bir esir gibi ondan çekiniyorduk.
158- Yine şöyle rivâyet edilmiştir: "Hz. Ali (a.s) bizzat pazara giderdi; hurma, un, tuz ve benzer eşyayı bazen elbisesinde bazen de elinde, (evine) taşırdı ve şöyle derdi: 'Ailenin ihtiyacı olan şeyleri, onlara taşımak kâmil insanın kemalinden bir şey eksilmez."
159- İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) şöyle rivâyet edilmiştir:
"Emirü'l-Müminin (a.s) (bir gün) bir bineğe bindiği hâlde ashabının arasına çıktı. Onlar İmâm'ın (a.s) arkasından yürümeye başladılar; bunu gören Ali (a.s) onlara dönüp 'Bir ihtiyacınız mı var?' diye sordu. 'Hayır, ya Emire'l-Müminin' dediler; 'Ancak seninle birlikte yürümek hoşumuza gidiyor.' Bunu üzerine şöyle buyurdu: 'Dağılın gidin. Hiç şüphesiz yaya birisinin binen birisiyle yürümesi, b.nen kimsenin bozulmasına ve yaya kimsenin zilletine yol açar…"
50- İMÂM ALİ'NİN (A.S) TAHAMMÜLÜ
160- Resulullah (s.a.a): "Ali tahammül açısından insanların en üstünüdür."
161- İbn Abbâs Resulullah'tan (s.a.a) nakletmiştir; bu-yurdu: "Eğer tahammül bir insan şeklini alsaydı, Ali olurdu."
51- İMÂM ALİ'NİN (A.S) SABRI
162- Hz. Ali (a.s), hilâfetin elinden alınması ve bu konudaki tavrı hakkında okuduğu meşhur "Şıkşıkıyye" hutbesinin bir bölümünde şöyle buyurmuştur:
"…Düşündüm; kesilmiş elimle hamle mi edeyim; yoksa bu kapkaranlık körlüğe sabır mı edeyim? Hem de öylesine bir körlük ki ihtiyarları tamamıyla yıpratır; çocuğu kocaltır; inanan da Rabbine ulaşıncaya dek bu zulmette zahmet çeker. Gördüm ki sabretmek daha doğru; sabrettim; ettim ama gözümde diken vardı, boğazımda kemik; mirâsımın yağmalandığını görüyordum…"
163- Hz. Ali'den (a.s) nakledilmiştir; Resulullah (s.a.a) buyurdu:
"Ya Ali, insanlar ahirete meyilsizleşip dünyaya yöneldiğinde, miras malını sınır tanımaz bir şekilde yediklerinde ve malı bir yığma tutkusu ve hırsıyla yediklerinde, Allah'ın dinini aldatma vesilesi haline getirdiklerinde ve Allah'ın malını elden ele (haksız yere) dolaştırdıklarında ne yapacaksın?!"
Ben, "Ya Resulallah dedim, onları ve yaptıklarını bırakıp Allah'ın ve Resulü'nün (bana) seçtiğini ve ahiret yurdunu seçerim. Allah'ın meşiyyetiyle sana kavuşuncaya kadar dünya musibetleri ve arzularına karşı sabrederim."
Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) "Doğru söyledin ya Ali" buyurdu ve şöyle dua etti: "Allah'ım, bunları Ali'ye nasip buyur."
52- İMÂM ALİ'NİN (A.S) ZÜHDÜ
164- Kumeysa b. Câbir'den şöyle nakledilmiştir: "Ben dünyada Ali b. Ebî Tâlib'den daha zahit (dünyaya meyilsiz) birisini görmedim!"
165- Resulullah'ın (s.a.a) Hz. Ali'ye (a.s) hitaben şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"Ya Ali, Allah seni öyle bir süs ile süslemiştir ki kullar Allah katında ondan daha sevimli olan bir süsle süslenmemiştir; bu süs Allah (azze ve celle) indindeki iyilerin ziyneti olan dünyadaki zühd (dünyaya meyilsizlik)tir. Allah sana öyle bir hal vermiştir ki dünya senden bir şey azaltmaz, sen de dünyadan. Allah sana miskinlerin sevgisini vermiştir; sen onların izleyicilerin olmalarına, onlar da senin İmâmları olmana razı olurlar."
166- Senetli bir şekilde İmâm Muhammed Bâkır (a.s) 'dan şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"Allah'a yemin olsun ki, Hz. Ali (a.s) köleler gibi yer, köleler gibi otururdu; o, iki gömlek aldığında, onların en güzelini hizmetçisine verir, kendisi öbürünü giyerdi."
167- Yine şöyle rivâyet edilmiştir: "Ali (a.s), yamalı elbise giyerdi ve ayakkabıları hurma lifinden idi."
168- İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) senetli bir şekilde şöyle nakledilmiştir:
"Hz. Ali (a.s), ayakkabının bir tekiyle yürür ve diğerini yamamaya çalışırdı ve bunda bir beis görmezdi."
169- Yine şöyle rivâyet edilmiştir: "Hz. Ali'nin (a.s) kendisi elbisesini yamardı ve şöyle buyururdu: 'Yamalı elbise giymek, kalbe huşu verir ve müminin onu izlemesine yol açar."
170- Hz. Emirü'l-Müminin Ali'den (a.s) şöyle nakledilmiştir:
"Allah beni yaratıklarına İmâm olarak tayin etmiş ve bana kendimi, yememi, içmemi ve elbisemi insanların zayıflarına uygun bir şekilde uyarlamamı farz kılmıştır ki fakir benim fakirliğime uysun ve zengini zenginliği azdırmasın."
171- Senetli bir şekilde Zeyd b. Hasan'dan şöyle nakledilmiştir; İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) duydum ki şöyle buyuruyordu:
"Emirü'l-Müminin (a.s), yemeği Resulullah'a (s.a.a) en çok benzeyen kimseydi; onun kendisi ekmek, sirke ve zeytin yağı yerdi; ama insanlara ekmek ve et yedirirdi."
53- İMÂM ALİ'ye (A.S) GÖRE DÜNYA
172- Hz. Ali'den (a.s) şöyle nakledilmiştir:
"Sizin dünyanız benim yanımda, cüzamlı bir kimsenin elinde bulunan bir domuz kemiğinden farksızdır!"
173- Yine Hz. Ali'den (a.s) şöyle nakledilmiştir:
"Ey dünya, ey dünya, kendini bana mı sunuyorsun? Ya da bana mı hevesleniyorsun? Zamanın asla gelip çatmasın. Heyhat! Benden başkasını aldatmaya çalış; benim sana ihtiyacım yok! Hiç şüphesiz ben seni dönüşü olmayan üç talakla boşamışım."
Şu şiir de İmâm'dan (a.s) nakledilmiştir: "Dünyayı üç talakla boşa. Ondan başka bir eş seç kendine. Dünya kötü bir eştir; peşinden geleni kim olursa olsun umursamaz."
174- Abdullah b. Abbâs'tan şöyle nakledilmiştir:
"Zî-kâr bölgesinde Emirü'l-Müminin'in (a.s) yanına vardım; İmâm (a.s) ayakkabısını yamıyordu. Bana 'Bu ayakkabının sence değeri nedir?' diye sordu. Ben, 'Onun bir değeri yoktur' dediğimde, şöyle buyurdu: 'Vallahi bu, size emirlik yapmaktan daha değerlidir benim için. Bir hakkı ayakta tutar veya bir batılı defedersem, o başka!..."
54- İMÂM ALİ'NİN (A.S), KILICINI SATMAYA MECBUR KALIŞI
175- Ebû Hayyân Teymî babasından şöyle nakletmiştir:
"Ali b. Ebî Tâlib'in minber üzerinde şöyle buyurduğunu duydum: 'Benim şu kılıcımı kim benden satın almak ister? Eğer bir gömleğin parasına sahip olsaydım, onu satmazdım.' Adamın birisi ayağa kalkarak 'O hâlde bir gömleğin parasını size borç verelim' dedi. Ravî diyor ki Abdür-rezzâk dedi ki: O sıralar Şam'ın dışında bütün (İslam) dünyası Ali'nin elindeydi!"
176- Mecmeü't-Teymî'den senetli bir şekilde şöyle nakledilmiştir:
"Ali b. Ebî Tâlib, kılıcı elinde pazara çıktı ve şöyle seslendi: "Kim bu kılıcı benden satın alabilir? Eğer bir gömlek alabileceğim dört dirhemim olsaydı, onu satmazdım!"
55- İMÂM ALİ'NİN (A.S) KANAATKÂRLIĞI
177- Ebû İshâk Sübey'î'den şöyle rivâyet edilmiştir:
"Bir Cuma gününde ben babamın boynuna binmiştim ve Emirü'l-Müminin (a.s) kollarını hareket ettirdiği hâlde hutbe okuyordu. 'Babacığım dedim, Emirü'l-Müminin'i (a.s) hararet mi basmış?' Babam 'Hayır dedi, ne hararetten dolayıdır ne de soğuktan; gömleğini yıkamış, başka bir gömleği de olmadığı için kollarını sallayarak (gömleğini kurutmaya çalışıyor)!!"
178- Esved ve El-Kame'den şöyle rivâyet edilmiştir:
"Emirü'l-Müminin'in (a.s) yanına gittik; önünde hurma yaprağından örülmüş bir tepsi vardı, tepsinin üzerinde de arpa kabuklarının gözüktüğü bir veya iki arpa ekmeği vardı. Ekmekleri (kuru olduğu için) dizinde kırıyor ve tam ezilmemiş tuzla beraber yiyordu. İmâm'ın Fizze ismindeki hizmetçisine dedik ki: 'Neden şu unu Emirü'l-Müminin'in için eleyerek (pişirmedin)?' Fizze cevabımızda şöyle dedi: 'O güzel ekmek yesin de vebali benim boynumda mı kalsın?!' Bu cevaba Ali (a.s) tebessüm etti ve şöyle buyurdu: 'Unun elememesini ben emrettim!' 'Peki neden ya Emire'l-Müminin?' diye sorduğumuzda şu cevabı verdi: 'Bu, nefsi daha iyi ram eder ve mümin bana uyar ve ben de (bilahare) arkadaşlarıma kavuşurum!"
179- Süveyd b. Gafele'den şöyle nakledilmiştir: "Ali'nin (a.s) yanına gittim. Bir de baktım ki oturmuş; önünde de bir kabın içerisinde ekşidiği kokusundan anlaşılan biraz ayran elinde de üzerinde arpa kabukları gözüken bir parça ekmek var. Ekmeği eliyle kırıp ayranın içine atıyordu. Bana 'Yaklaş da ekmeğimizden sen de ye' buyurdu. Ben de 'Orucum' dedim…"
180- Yine rivâyet edildiğine göre bir gün Ali (a.s) bir kasabın yanından geçiyordu. Elinde iyi bir et vardı. Hz. Ali'yi (a.s) görünce 'Ya Emire'l-Müminin dedi, bende iyi et var, ondan satın alır mısın?' İmâm (a.s) 'Verecek param yoktur' buyurdu. Kasap ben sabredebilirim ya Emire'l-Müminin' deyince, Ali (a.s) 'Ben de et yememeğe sabredebilirim!!' buyurdu."
181- Hz. Ali'nin (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "(Kendisini kastederek) şu gördüğünüz emiriniz, dünyanızdan iki parça elbiseyle yetinmiştir; sene boyu et yemeği yemez ve sadece kurbanlık hayvanın ciğerinden biraz almakla yetinir!"
56- İMÂM ALİ'NİN (A.S) YEMEĞİ
182- Ahnef b. Kays'tan şöyle rivâyet edilmiştir:
"Bir iftar vaktinde Hz. Ali'nin yanına gittim. İmâm (a.s) içinde arpa unu olan, ağzı mühürlü bir torbayı istedi. Ben 'Ya Emire'l-Müminin, elinden alınmasından korktuğun için mi ağzını mühürledin?' dediğimde, şöyle buyurdu: 'Hayır, ancak Hasan veya Hüseyin'in onları hayvan yağı veya zeytin yağı ile yağlamalarından korkuyorum!' 'Onlar sana haram mı?' dedim. 'Hayır dedi, ne var ki İmâmlara halkın zayıf sınıfları ve fakirleriyle aynı yemekten yemelidir ki, fakir fakirliğinden şikâyet etmesin; zengin de zenginliğinden dolayı azmasın."
183- Yine şöyle rivâyet edilmiştir:
"Hz. Ali (a.s) her gün takriben üç kilo arpa (ekmeği) pişiriyor ve onları bir şeyin içerisine koyar ve ağzını mühürlerdi ve her iftar vakti ondan bir tanesini yerdi. Bazen de pişirilmemiş arpa unu yerdi. Ekmekleri koyduğu şeyin ağzını neden mühürlediği sorulunca, şöyle buyurdu: 'Hasan ve Hüseyin'in zeytin yağıyla yağlamasından korktuğum için."
184- Bir diğer rivâyette ise şöyle geçmektedir:
"Hz. Ali (a.s), yediği arpa ununu koyduğu torbanın ağzını mühürler ve şöyle derdi: 'Karnıma bilmediğim şeyin girmesini sevmem."
185- Adiy b. Sâbit diyor ki: "Emirü'l-Müminin'e (a.s) Pelte tatlısı getirildi. İmâm (a.s), onu yemekten çekindi ve şöyle buyurdu: 'Resulullah'ın (s.a.a) yemediği bir şey olduğu için ben de yemek istemiyorum."
186- Yine Habbetü'l-Aranî'den şöyle nakledilmiştir:
"Hz. Ali'nin önüne birileri tarafından Pelte tatlısı getirilip konulduğunda tatlıya hitaben şöyle buyurdu: 'Allah'a andolsun ki senin kokunda güzel, rengin de güzel, tadında güzeldir ama ben nefsimi alışmadığı bir şeye alıştırmak istemiyorum."
187- Sa'd b. Külsüm diyor ki: "İmâm Cafer-i Sâdık'ın yanında idim. İmâm (a.s) Emirü'l-Müminin'den (a.s) söz açtı ve lâyığıyla onu övdükten sonra şöyle buyurdu:
"Allah'a andolsun ki Ali b. Ebî Tâlib (a.s) ölünceye kadar dünyadan asla haram yemedi. Ona Allah'ın razı olduğu iki şey sunulduğunda, onlardan dini için en önemli ve en çetin olanı hangisi olursa, onu seçerdi…"
imâm ali'nin (a.s) adaleti ve beytülmal hakkındaki hassasiyeti
57- İMÂM ALİ'NİN (A.S) ADALETİ
188- Resulullah (s.a.a): "Ali insanların raiyet (idaresi altındaki insanlar) hakkında en adil olanıdır."[209]
189- Hz. Ali'nin bir hutbesinde şöyle geçmektedir:
"Allah'a andolsun ki yedi iklimi, feleklerinin altında olanlarla birlikte bana verseler ve karşılığında benden bir karıncanı ağzından bir arpa kabuğunu almamı isteseler bunu yapmam. Hiç şüphesiz sizin dünyanız benim yanımda bir çekirgenin ağzında çiğnediği yapraktan daha değersizdir. Ne yapsın Ali fani olacak nimeti ve baki kalmayacak lezzeti?!"
58- İMÂM ALİ (A.S) VE MÜSLÜMANLARIN BEYTÜLMALİ
190- Senetli bir şekilde İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s), o da babalarından şöyle nakletmiştir:
"Emirü'l-Müminin (a.s) kendi hükümet yetkililerine şöyle yazdı: 'Kalemlerinizin ucunu inceltin; satırlarınızın arasını yaklaştırın, fuzuli şeyleri yazmaktan sakınıp asıl maksadınızı yazın ve sözü uzatmayın. Zira, hiç şüphesiz Müslümanların malı zarar ve ziyan kaldırmaz."
191- Hilâl b. Müslim-i Cühderî diyor ki: Dedem Hür-re (veya Hüvve)'den şöyle duydum:
"Ali b. Ebî Tâlib'i gördüm; yanına akşam vakti bir mal getirdiler. 'Şu malı Müslümanlara bölüştürün' diye emirde bulundu. Dediler ki: 'Ya Emire'l-Müminin artık akşam oldu. Bu işi yarına bıraksak' deyince, 'Peki benim yarına kadar yaşayacağıma garanti veriyor musunuz?' buyurdu. Onlar da 'bizim elimizde ne var ki?' cevabını verince, 'O hâlde geciktirmeden onu bölüştürün' duyurdu. Bunun üzerine bir mum yakarak, o malı geciktirmeden o gece taksim ettiler!"
192- Yine şöyle rivâyet edilmiştir:
"Ali (a.s), beytülmalde olan her şeyi, hiçbir şeyi göz ardı etmeden her Cuma günü dağıtırdı. Bir defasında beytülmalin bulunduğu yere girdiğinde orada bir miktar altın ve gümüş buldu ve şöyle dedi: 'Ey sarı (altın) sararadur ve ey beyaz (gümüş) ağaradur ve benden başkasını aldatmaya çalış, benim sana ihtiyacım yoktur."
193- Senetli bir şekilde Esbağ b. Nübâte'den şöyle nakledilmiştir:
"Emirü'l-Müminin Ali'ye (a.s) bir mal getirildiğinde o-nu Müslümanların mallarının bulunduğu eve bırakır; sonra müstahak olan kimseleri bir araya toplardı. Sonra elini mallara daldırır sağlı sollu elleriyle avuç avuç dağıtır ve şöyle buyururlardı: 'Ey sarı (altın) ve ey beyaz (gümüş); beni aldatmaya çalışma; benden başkasıyla uğraş…' Bilahare beytülmalde bulunan her şeyi dağıtıp ve her hak sahibinin istihkakını kendisine ulaştırırdı. Sonra malların toplandığı yerin süpürülüp su serpilmesini emrederdi. Sonra oracıkta iki rekât namaz kılardı ve dünyayı üç talakla boşardı. Namazının selâmını verdikten sonra şöyle derdi: 'Ey dünya benim peşimden gelme, bana boşuna heveslenme ve beni aldatmaya çalışma; zira ben seni dönüşü olmayan üç talakla boşadım."
59- İMÂM ALİ'NİN (A.S), KARDEŞİ AKÎL'E KARŞI TAVRI
194- Muhammed b. Müslim İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) şöyle rivâyet etmiştir:
"Hz. Ali (a.s) hilâfete geçtiğinde minbere çıktı. Allah'a hamd u senâdan sonra şöyle buyurdu: Allah'a andolsun ki ben Medîne'de bir hurma dalına sahip olduğum müddetçe sizin ganimetlerinizden bir şey eksiltmeyeceğim (kullanmayacağım). Kendinizi buna inandırın zannediyorsunuz ki ben kendimi mahrum bırakıp size mi vereceğim?"
O sırada Hz. Ali'nin (a.s) kardeşi Akîl ayağa kalkarak İmâm'a (a.s) hitaben şöyle dedi: 'Seni Allah'a yemin veriyorum, beni Medine'deki şu siyahla aynı mı tutacaksın?' İmâm (a.s) 'Otur dedi, burada senden başka konuşacak birisi yok muydu? Sen o siyaha ancak iyi bir geçmiş takvayla üstün olabilirisin."
195- Amr b. Alâ şöyle söylemiştir:
"Akil beytülmalde olan hissesini isteyince, Emirü'l-Müminin (a.s) 'Cuma gününe kadar sabret' buyurdu. O da bekledi. Cuma günü olduğunda Eminü'l-Müminin (a.s) Cuma namazını bitirdiğinde Akil'e hitaben şöyle buyurdu: 'Şunların (Müslümanların) hepsine top yekun hıyanet eden birisi hakkında ne dersin?' Akil de 'Ne kötü bir insandır böyle birisi' cevabını verince şöyle buyurdu: 'Sen bana diyorsun ki onlara hıyanet edip sana vereyim!"
60- İMÂM ALİ'NİN (A.S) FEDAKÂRLIKLARINDAN ÖRNEKLER
196- Rivâyet edildiğine göre Emirü'l-Müminin (a.s) bir gün kerbasçılar pazarına geldi. Yakışıklı bir adamla karşılaştı ve "Beş dirheme satacak iki elbisen var mı?" diye adama sordu. Adam yerinden sıçrayarak "Evet ey Emire'l-Müminin, istediğin bende vardır" dedi. İmâm (a.s) adamın kendisini tanıdığını anlayınca (almadan) yanından ayrıldı. Sonra bir gencin yanında durdu ve "Ey genç, beş dirheme satacak iki elbisen var mı?" diye ona da sordu. O da "Evet" dedi Emirü'l-Müminin (a.s) birisini üç, birisini de iki dirhem olmak üzere iki elbise aldı. Yanında bulunan hizmetçisi Kanber'e "Ey Kanber buyurdu, üç dirhemliği sen al!" Kanber "Siz minbere çıkıyor, insanlara hutbe okuyorsu-nuz; siz onu giymeye benden daha evlasınız" deyince İmâm (a.s) şöyle buyurdu:
"Sen daha gençsin ve gençlik arzuları taşıyorsun. Ben kendimi sana tercih etmeye Allah'tan utanırım. Ben Resu-lullah'tan (s.a.a) duydum ki, şöyle buyuruyordu: 'Hizmetçilerinize kendi giydiklerinizden giydirin ve kendi yediklerinizden yedirin…"
197- İmâm Muhammed Bâkır'dan (a.s) "O kullar, adaklarını yerine getirirler ve fenalığı salgın (olan) bir günden korkarlar" âyetlerinin tefsirinde şöyle nakledilmiştir:
"Henüz küçük yaşta olan Hasan ve Hüseyin (a.s) hasta olmuşlardı. Hz. Peygamber (s.a.a) iki kişiyle birlikte onların ziyaretine gittiler. Onlardan birisi bu ziyaret esnasında: "Ey Ebe'l-Hasan dedi, çocuklarının şifası için bir adak ada, Allah onlara şifa versin" dedi. Ali (a.s), 'Üç gün Allah'a şükür niyetiyle oruç tutarım" dedi. Hz. Fâtıma (a.s) da aynı şeyi söyledi. Aynı şekilde iki çocuk (Hasan ve Hüseyin (a.s)) de "Biz de üç gün oruç tutarız dediler. Aynı şeyi hizmetçileri Fizze de söyledi. Hasan ve Hüseyin'e (a.s) Allah şifa verdi. Fakat o günlerde evlerinde yiyecek herhangi bir şey yoktu. Ali (a.s), Şem'ûn ismini taşıyan ve yün işiyle uğraşan Yahudi bir komşusuna giderek "Acaba bana bir miktar yün verir misin ki Muhammed'in (s.a.a) kızı üç sa' (takriben dokuz kilo) arpa karşılığında senin için dokusun?' O da evet dedi. Hz. Ali (a.s) aldığı yünü ve arpa ile birlikte geri gelip durumu Hz. Fâtıma'ya (a.s) anlattı; o da kabul edip itâat etti. Sonra yünü alıp üçte birini dokudu. Ardından da arpanın üçte birini alıp öğüttü ve hamurunu yoğurup her birisi için bir parça olmak üzere beş parça ekmek pişirdi.
Hz. Ali (a.s), Resulullah (s.a.a) ile akşam namazını kılıp evine döndü ve iftar için yemek sofrası açıldı. Hz. Ali tam ilk lokmayı ekmekten kesmişti ki bir dilenci kapının önünde durup şöyle seslendi:
"Selâm olsun size Ey Muhammed'in Ehlibeyt'i, ben Müslümanların fakirlerinden bir fakirim; yediğinizden bana da yedirin; Allah size cennet sofralarından yedirsin."
Hz. Ali (as.s) lokmayı elinden bıraktı ve bilahare (hepsi ekmeklerini vermeğe karar verdiler ve) Hz. Fâtıma (a.s) sofrada bulunanların hepsini alıp dilenciye verdi ve kendileri suyla iftar edip o geceyi öylece sabahladılar. Ertesi gün yine oruç tuttular. Hz. Fâtıma yünün diğer üçte birini de dokuduktan sonra arpanın da üçte birini öğütüp ondan hamur yoğurdu ve her birisi için yine bir parça ekmek pişirdi.
Hz. Ali (a.s) Peygamber (s.a.a) ile akşam namazını kılıp eve döndükten sonra, iftar etmek için beşi de sofra başına oturdular. Hz. Ali (a.s) ilk lokmayı alacağı sırada, bu sefer bir yetim kapıya dayanıp şöyle seslendi:
"Selâm olsun size ey Muhammed'in Ehlibeyt'i, ben Müslümanların yetimlerinden bir yetimim; yediğinizden bana da yedirin; Allah size cennet sofralarından yedirsin."
Hz. Ali (a.s) lokmayı elinden bıraktı ve bilahare Hz. Fâtıma sofrada olanların hepsini alıp ona verdi ve o gün de suyla iftar edip aç sabahladılar. Yine o şekilde oruca niyetlendiler. Hz. Fâtıma yünün geriye kalan üçüncü kısmını da dokudu ve ardından kalan arpayı öğütüp yoğurdu ve beş parça ekmek pişirdi.
Hz. Ali (a.s), Peygamber'le (s.a.a) akşam nazmını kılıp eve döndü; önüne sofra açıldı ve beşi de sofranın başına oturdular. Yine Hz. Ali (a.s) ilk lokmayı kesmişti ki müşriklerden esir alınan birisi kapıya dayandı ve 'Selâm olsun size ey Muhammed'in Ehlibeyt'i, bizi esir ediyor, bağlıyor ve yemek yedirmiyor musunuz?' Bunun üzerine onlar da sofrada olanların hepsini ona verdiler ve iftar edecek başka bir şeyleri de olmadığı için aç sabahladılar.'
Şuayb kendi hadisinde şöyle diyor: 'Ertesi gün Hz. Ali (a.s), Hasan ve Hüseyin (a.s) ile birlikte Hz. Peygamber'in (s.a.a) huzuruna geldiler. Hz. Peygamber, onları açlıktan bir kuş yavrusu gibi titrer hâlde görünce şöyle buyurdu:
'Ey Ebe'l-Hasan, sizi bu hâlde görmek bana çok ağır geliyor; gelin birlikte Fatma'ya gidelim. Daha sonra onlarla beraber Hz. Fâtıma'nın (a.s) evine geldiler. Hz. Fâtıma (a.s), açlıktan karnı sırtına yapışmış ve gözleri çukurlaşmış bir hâlde mihrabında duruyordu. Onu bu hâlde gören Resulullah (s.a.a), Hz. Fâtıma'yı bağrına bastı ve şöyle buyurdu: "Ey vah! Demek siz üç gündür bu haldesiniz ve ben sizden gafilim!' Bu sırada Cebrâîl (a.s) nazil oldu ve: 'Ey Muhammed, Allah'ın sana Ehlibeyt'in hakkındaki müjdesini al" dedi. Resulullah (s.a.a), "Neyi alayım ey Cebrâîl?' diye sorduğunda Cebrâîl (a.s) İnsan Sûresini 17. âyete kadar Peygamber'e (s.a.a) okudu."
198- Şîa ve Sünnî kaynakların hemen hepsi İnsan suresindeki şu âyetlerin Hz. Ali (a.s), Hz. Fâtıma (a.s), Hz. Hasan (a.s), Hz. Hüseyin (a.s) ve Fizze ismindeki hizmetçileri hakkında nazil olmuştur:
"Kuşkusuz iyiler de karışımı kâfûr olan dolgun bir kadehten içerler.*
Bir kaynak ki ondan Allah'ın kulları içerler, güzel yollar açarak akıtırlar onu.*
O kullar adaklarını yerine getirirler ve fenalığı salgın (olan) bir günden korkarlar.*
Düşküne, yetime ve esire seve seve yemek yedirirler.*
Size sırf Allah rızâsı için yemek yediriyoruz. Sizden ne bir karşılık, ne de bir teşekkür bekliyoruz.*
Biz sert ve belalı bir günde Rabbimizden korkarız." derler.*
Allah da onları o günün fenalığından korur, yüzlerine parlaklık, gönüllerine sevinç verir.*
Sabırlarına karşılık onlara bir cennet ve ipekten elbiseler verir.*… ila 17. âyet.
Ehl-i Beyt İmâmlarının dışında İbn Abbâs, Mücâhid ve Ebû Sâlih gibi râviler de bunu rivâyet etmişlerdir.
61- İMÂM ALİ'NİN (A.S) DUL KADINLARI KORUMASI
199- Rivâyet edildiğine göre Hz. Ali (a.s) bir gün omzunda su tulumu taşıyan bir kadını gördü. Tulumunu ondan alıp kendisi onu kadının gideceği yere götürdü ve durumunu sordu. Kadın şu cevabı verdi: "Ali b. Ebî Tâlib benim kocamı sınırlardan birisine gönderdi ve bilahare kocam orada öldürüldü ve birçok yetim çocuk benim için geride bıraktı. Onları geçindirecek hiçbir şeyim olmadığı için zaruret icabı insanlara hizmet ederek, geçimimizi sağlamaya çalışıyorum."
İmâm (a.s) ondan ayrıldı ve evine dönüp o geceyi üzüntülü ve kaygılı bir şekilde geçirdi. Sabah olduğunda, bir yiyecek dolu bir sepeti sırtlayıp, kadının evine doğru yola koyuldu. Yolda bazıları "ver de biz taşıyalım" dediklerinde, "Hayır buyurdu. kim Kıyâmet gününde benim vizr u vebalimi kim taşıyacak?!" Böylece kendisi sepeti kadının kapısına kadar getirip kapıyı çaldı. Kadın kapının arkasına gelerek "Kim o" diye seslendi. İmâm (a.s) "ben kırbayı seninle taşıyıp getiren kimseyim. Kapıyı aç da çocuklar için getirdiğim şeyleri vereyim." Kadın "Allah senden razı olsun ve benimle Ali b. Ebî Tâlib arasında hükmetsin" deyip kapıyı açtı.
İçeri giren Ali (a.s) şöyle buyurdu: "Şüphesiz ben sevap kazanmak istiyorum. İki şeyden birisini seçin, ya hamur hazırlayıp ekmek pişirin, ya da siz çocukları meşgul edin ben ekmek pişireyim.
Kadın "Ben ekmek pişirmeyi daha iyi beceririm, ben ekmek pişirmeyi bitirinceye kadar, sen çocuklarla meşgul ol." Kadın unu hamur yapmaya koyuldu. Ali (a.s) de getirdiği eti pişirip etten, hurmadan ve başka şeylerden hazırladığı lokmaları çocukların ağzına koyuyor ve her defasında şöyle diyordu: "Yavrum, Ali b. Ebî Tâlib'i, sizin hakkınızdaki ihmalinden dolayı helal edin."
Kadın, hamuru hazırlandığında 'Ey Allah'ın kulu tandırı yak' deyince, Ali (a.s) tandırı yaktı. Tandır iyice kızışıp harareti yüzüne vurduğunda şöyle diyordu: "Tat ey Ali, bu, dul kadınları ve yetimleri ihmal edenin cezasıdır."
O sırada Ali'yi (a.s) önceden tanıyan bir kadın onu görünce, ev sahibi kadına şöyle dedi: "Yazıklar olsun sana bu Müminlerin Emiri (Ali)dir."
Kadın bunu duyunca telaşlanarak şöyle dedi: "Ey Emi-rü'l-Müminin, mahcubum senin önünde (beni bağışlayın)." İmâm (a.s), cevabında "Hayır, ben sana mahcubum ey Allah'ın cariyesi; hakkınızda yaptığım ihmalden dolayı."
62- İMÂM ALİ (A.S) VE YETİMLERİN KEFÂLETİ
200- Ebû Tufeyl'den şöyle rivâyet edilmiştir:
"Ben Ali'yi (a.s) gördün ki yetimleri çağırıp onlara bal yedirerek (onlara muhabbet ediyordu; öyle ki dostlarından bazısı keşke ben de yetim olsaydım demişti!"
201- Senetli bir şekilde Ebû Basîr'den o da İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) rivâyet etmiştir ki; Emirü'l-Müminin (a.s) şöyle buyurdu:
"Hidâyet edici ve hidâyet edilen benim. Yetimlerin babası ve dulların ve miskinlerin eşi benim; benim her zayıfın sığındığı ve her korkanın emniyet bulduğu yer…"
63- İMÂM ALİ'NİN (A.S) KÖLELERİ AZÂD ETMESİ
202- Zeydü'ş-Şehhâm İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) şöyle nakletmiştir; buyurdu:
"Ali (a.s) kendi el emeğinden kazandığı malla bin köle azâd etmiştir."
203- Yine İmâm Muhammed Bâkır'dan (a.s) şöyle nak-ledilmiştir: "Ali (a.s) bin köle azâd etmiştir…"
64- İMÂM ALİ'NİN (A.S), VALİLERİNDEN HESAP SORMASI
204- Ali'nin (a.s) Basra valisi Osman b. Huneyf'in bir düğüne çağrıldığını ve gittiğini duydukları zaman ona yazdığı mektubun bir bölümü:
(Allah'a hamdüsenâdan, Resulü'ne ve soyuna salâtü selâmdan) sonra; ey Huneyfoğlu, Basralılardan bir bölüm, duyduk ki seni düğüne çağırmış; sen de hemen gitmişsin. Renk-renk yemekler, büyük büyük kâseler hoşuna gitmiş. Oysa ben sanmazdım ki yoksulları çağrılmayan, zenginleri dâvet edilen bir topluluğun dâvetine icâbet edesin. Dişlediğin yemeğe bir bak, haram helâl olduğunda şüphen olursa, at o yemeği ağzından; helâl olduğunu iyice bilirsen, birazcık ye.
Bil ki her uyan kişinin uyduğu, yolundan gittiği, bilgisinden ışıklandığı bir imâmı vardır. Gene bil ki sizin imâmınız, dünyasında köhne bir elbiseyle iki parça ekmeği kendisine yeter bulmaktadır. Bilirim, sizin buna gücünüz yetmez; yetmez ama çekinip gayret ederek, temiz olmaya, doğru yola gitmeye gayret göstererek yardım edin bu yolda bana; gücünüz yettiği kadar yolumda olun. Andolsun Allah'a ki ben dünyanızdan ne bir gümüş, ne bir altın toplayıp biriktirdim, ne şu çok ganimetlerden bir mal yığdım, nede üstümdeki yıpranmış elbiseden başka bir elbise aldım.
Evet, gökyüzünün gölgelendirdiği şu dünya yüzünden, elimizde bir Fedek vardı; ona da toplumun bir kısmı haris oldu, bir kısmı cömertlik etti; Allah ne de güzel hükmedicidir. Ben ne yapayım Fedek'i, yahut ondan başka bir yeri ki bu nefsin konağı, yarın mezardır; onun karanlığında eseri bile kalmaz, haberi bile yiter gider, duyulmaz. O mezarı açan, elleriyle genişletse bile taş, kerpiç düşer, yığılır, toprak dökülür dapdaracık bir hâle getirir. Şimdiden nefsimi takva ile riyâzete alıştırayım ki en büyük korku gününde eminliğe erişsin; mahşerin kaygan yerinden sürçmesin.
Dilesem ben de yağlar ballar bulurum; buğday ekmeğinin hâlisini yerim; ipek elbise giyinirim; fakat nefsimin dileğinin bana üst olması, beni lezzetli yemekler yemeye çekmesi mümkün mü hiç? Ben nasıl doya-doya yemek yiyebilirim ki Hicaz'da, yahut Yemâme'de belki yoksullar vardır; günler geçmiştir ki tokluk nedir, görmemişlerdir. Gecemi karnı tok olarak nasıl gündüz edebilirim ki çevremde aç karınlar, yanmış, susuzluktan bunalmış ciğerler vardır. Nitekim diyen (şair) de demiştir:
'Sen karnı tok olarak yatmadasın;
Çevrendeyse tabaklanmamış deriye bile hasret çeken ciğerler var; bu dert yeter sana."
65- İMÂM ALİ (A.S) VE MÜSTAZ'AFLAR
205- Hz. Ali'nin (a.s), Mâlik Eşter-i Nahaî'yi Mısıra vali tayin ettiğinde ona yazdığı Ahit Nâme'sinden bazı bölümler:
"Bu, Allah'ın kulu Emirü'l-Müminin Ali'nin, Hârisü'l-Eşteroğlu Mâlik'i Mısır'a vâli tayin ettiği zaman, ona verdiği emir-nâmedir…
Ona, Allah'tan çekinmesini, kullukta bulunmayı seçmesini, kitabında, farzlarına, sünnetlerine dâir emredilenleri yerine getirmesini buyurur; çünkü hiçbir kişi yoktur ki Allah'ın emrettiği şeylere uymasın da kutlu olsun, mutluluk bulsun; onlara uymayan da yoktur ki âsî olmasın, kötülüğe düşmesin. Noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah kalbiyle, eliyle, diliyle yardım etmesini buyurur; çünkü adı ululandıkça ululansın Allah dînine yardım edene yardım edeceğini, onu üstün tutana üstünlük vereceğini vaad etmiştir. Nefsânî arzularlarla karşılaştığında nefsiyle savaşmasını, onun serkeşliğini giderip zaptetmesini emreder; çünkü "nefis, gerçekten de kötülüğü pek emredicidir. Ancak Allah'ın acıdığı kişi kurtulur ondan."
Allah'a karşı da insaflı ol, insanlara, ehline ayâline, adamlarından buyruğuna uyanlardan hoşlandıklarına karşı da insafla muâmelede bulun; böyle yapmazsan bil ki zulmetmiş olursun. Allah'ın kullarına zulmedenin düşmanıysa Allah'tır; Allah'la düşmanlığa girişenin delilini Allah batıl kılar; zulümden geçinceye, tövbe edinceye dek de o kişi Allah'la savaşmış olur. Allah'ın nimetlerini bozan, zâil eden, azâbının çarçabuk çatmasına sebep olan şeyler içinde zulümden daha güçlüsü yoktur. Çünkü Allah, mazlûmların duâlarını duyar; zâlimlere de çağı gelince azâbını yollar…
Sonra Allah için, Allah için aşağı tabakayı gör gözet. Onlar başvuracakları bir düzen bulamayan, yok yoksul, muhtaç, darlıkla bunalmış, dertlere karmış, kazançtan âciz kalmış kişilerdir. Bu sınıf içinde dilenenler olduğu gibi, bir şey umup bekleyenler, fakat kimseden bir şey istemeyenler de vardır; onların hakkına dâir Allah'ın sana emrettiği şeyi Allah için olsun, koru. Onlara, memur olduğun beytülmâlden, her şehirde, Müslümanların ganimet olarak elde ettikleri ve devlete ait olan arâzînin gelirinden, ekininden bir pay ayır. Bulunduğun şehirde, o şehre yakın yerlerde olanlarıyla uzaklarda bulunanları aynı hükme tâbidir; onların her biri hakkına riâyet etmeni ister. Nimetler içinde bulunuşun, ehemmiyetli işlere dalışın, onları unutturmasın sana; ehemmiyetli işlere bakman, küçük sayılan işlere bakmayışına bir mâzeret olamaz; böyle bir özürde kabûl olunamaz. Unutturmasın sana onları ehemmiyetli işlere dalman; yüzünü çevirme onlardan. Onların gözlere hor görünenlerini, insanlar tarafından aşağı sayılanlarını, fakat sana gelip hâllerini anlatamayanlarını sen ara, bul. Onları bulmak, hâllerini sorup anlamak için Allah'tan korkan, ona karşı ululanmayan güvendiğin kişiler yolla; onların hâllerini sana bildirsinler. Sonra haklarında öylesine harekette bulun ki Allah'a ulaştığın gün, onlar hakkında özürler getirmeye kalkışmayasın. Çünkü bunlar, halk içinde başkalarından daha fazla insafa lâyık kişilerdir. Bütün bu sınıfların haklarını vermeye gayret et, bilmeyerek hakkına riâyet etmediklerin için de Allah'tan bağışlanmanı dile.
Yetimlerden, kocalmış kişilerden bir düzene baş vuramayanları, kimseden bir şey dilemeyenleri gör gözet. Bu, vâlilere ağır bir yüktür. Fakat hakkın hepsi de ağırdır. Ancak Allah, hayırlı bir sonuca varmalarını isteyip ona dayananlara, vaat ettiğini gerçek bilip inananlara o yükü hafifletir…
İdârene tâbi olanlara ihsanda bulununca da onları minnet altında bırakmaya, ihsanını başlarına kakmaya kalkışma. Yaptığını çok görmekten de çekin. Vaat edince vaadinden dönme. Başa kakmak, ihsanı yok eder; yapılan iyiliği çok görmek, büyük saymak, gerçeğin ışığını söndürür; vaatten dönüş, Allah'ın gazabına, halkın nefretine mucip olur; Yüce Allah, "Allah katında en beğenilmeyen şey, yapmayacağınız şeyi söylemenizdir" buyurur…" [Saf, 3]
206- Senetli bir şekilde İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) şöyle nakledilmiştir:
"Emirü'l-Müminin (a.s) vasiyet etti ki Ebû Neyzer, Rebah ve Cübeyr ismindeki köleler, beş yıl mallarında çalışma kaydıyla azâd olsunlar."
66- İMÂM ALİ'nin (A.S) EL EMEĞİNDEKİ BEREKET
207- Zürâre İmâm Muhammed Bâkır'dan (a.s) şöyle nakletmiştir; buyurdu:
"Adamın birisi Emirü'l-Müminin'in (a.s) bir çekirdek yükünün üzerinde oturduğunu gördü ve "Şu altındaki de nedir ey Ebe'l-Hasan?" diye sordu. İmâm (a.s) "Allah isterse yüz bin hurma ağacı!" buyurdu. İmâm Bâkır (a.s) şöyle devam etti: "Ali (a.s) onların hepsini ekti ve bir tanesi dahi boşa gitmedi."
208- İbn De'b'den şöyle rivâyet edilmiştir: "Ali (a.s) üç yüz hurma çekirdeğinin bulunduğu bir yük taşıyordu. "Bunlar da nedir?" diye sorduklarında şöyle buyurdu: "Allah isterse, üç yüz bin hurma ağacıdır" buyurdu. İmâm (a.s) Yenbu' mıntıkasına ait olan bu hurma çekirdeklerinin hepsini dikti ve bir tanesi dahi zayi olmadı (hepsi yeşerip hurma ağacı oldu)!"
209- Yine İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) şöyle rivâyet edilmiştir:
"Emirü'l-Müminin (a.s) hurma çekirdeği 'İnşallah hurma ağacıdır.' buyurdu. O çekirdeklerden bir tanesi dahi boşa çıkmadı (hepsi hurma ağacı oldu)!"
67- İMÂM ALİ'nin (A.S) CÖMERTLİĞİ
210- İbn Abbâs'ın hadisinde şöyle geçmektedir:
"Mikdâd, Hz. Ali (a.s) ile karşılaşıp ona 'Üç gündür ben hiçbir şey yemedim' deyince, Emirü'l-Müminin (a.s) dışarıya çıkıp kendi zırhını beş yüz dirheme sattı. Paranın bir miktarını Mikdâd'a verip, şaşkın bir vaziyette oradan ayrıldı. Yolda göçebe kılıklı birisi, Hz. Ali'ye 'Şu deveyi benden veresiye olarak satın al' diye seslendi. İmâm (a.s) deveyi yüz dirheme ondan satın aldı. Göçebe adam ayrılınca, bu sefer başka bir göçebe çıkıp, 'Şu deveyi 150 dirheme bana satar mısın?' deyince, İmâm (a.s) da sattı. Ardından kapıda durup 'Ey Hasan ve Hüseyin dedi, gidin şu göçebeyi bulun (getirin)'. Bu arada Allah Resulü (s.a.a) Hz. Ali'yi (a.s) gördüğünde, yüzünde tebessüm olduğu hâlde şöyle buyurdu: 'Ey Ali, deveyi satan göçebe Cebrâîl ve satın alan da Mîkâil idi. Ey Ali, aldığın yüz elli dirhemin yüz dirhemi devenin parası, elli dirhemi ise (zırh parasının) beşte birini Mikdâd'a verdiğin içindir."
211- Muhammed b. Fuzey b. Gazvân'dan şöyle nakledilmiştir:
"Hz. Ali'ye (a.s): 'Daha ne kadar sadaka vereceksin? Ne zamana kadar malını vereceksin? Biraz da kendini (düşünüp) kontrol edemez misin?' diye sorulduğunda şöyle buyurdu: 'Allah'a yemin olsun ki, Allah-u Teâlâ'nın benim, bir farzımı dahi kabul ettiğini kesin olarak bilseydim, kendimi sıkardım. Allah'a andolsun ki Allah'ın benden herhangi bir ameli kabul edip etmediğini bilmiyorum!" (Burada Emirü'l-Müminin Ali (a.s), insanın yaptıklarına bel bağlamaması ve sürekli onun lütuf ve merhametine sığınılması gerektiğinin önemini vurgulamaktadır.)
68- İMÂM ALİ'NİN (A.S) RÜKÛ HÂLİNDE VERDİĞİ SADAKA
212- Hasan b. Zeyd, babası Zeyd b Hasan'dan, o da dedesinden nakletmiştir; Ammâr b. Yâsir'in şöyle dediğini duydum:
"Hz. Ali b. Ebî Tâlib (a.s) müstehap bir namazın rükûsunda iken önünde bir sâil durup (yardım istedi). Hz. Ali (a.s) yüzüğünü parmağından çıkartıp sâile verdi. Sâil, Re-sulullah'ın (s.a.a) yanına gelip olayı anlattı. Ardından Peygamber'e (s.a.a) şu âyet nazil oldu: 'Sizin veliniz ancak Allah, O'nun peygamberi ve namaz kılan ve rükû hâlinde zekât veren müminlerdir. Kim Allah'ı, Peygamber'ini ve inananları veli kabul ederse, bilsin ki, şüphesiz hizbullah olanlar üstün gelirler.' Resulullah (s.a.a) de şöyle buyurdu: 'Kimin mevlâsı ben isem, hiç şüphesiz Ali onun mevlâsıdır. Allah'ım, onu seveni sev; ona düşman olana düşman ol."
213- Meşhur tefsirci İmâm Sa'lebî kendi tefsirinde şöyle rivâyet etmektedir:
"Abdullah b. Abbâs Zemzem kuyusunun yanında dur-muş 'Resulullah'tan (s.a.a) şöyle duydum, böyle duydum" şeklinde insanlara hadis naklediyordu. Bu sırada yüzünün de büyük bölümünü kapatan sarıklı birisi de oraya geldi. İbn Abbâs'ın Resulullah'tan (s.a.a) naklettiği her hadisin ardından o da 'Resulullah şöyle buyurdu' deyip bir hadis de o naklediyordu. Bunu gören İbn Abbâs, 'Allah aşkına, kimsin sen?' diye sorunca, sarığı yüzünden açıp şöyle seslendi: 'İnsanlar, beni tanıyan tanıyor; beni tanımayana kendimi tanıtıyorum. Ben Cündep b. Cünâde Ebûzeri'l-Gıfâ-rî'yim. Ben şu iki kulağımla işittim, aksi taktirde her ikisi de sağır olsun ve şu iki gözlerimle gördüm, aksi takdirde her ikisi de kör olsun ki, Hz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular: "Ali insanların önderidir; Ali kâfirleri katledendir; ona yardım edene yardım olunur, onu yalnız bırakan yalnız bırakılır. Onun velâyetini inkâr eden melundur.
Bilin ki, bir gün benim Hz. Resulullah ile birlikte namaz kılmakta olduğum bir sırada, bir dilenci mescitte (yar-dım) talebinde bulundu; kimse ona bir şey vermedi. Bu sırada Emirü'l-Müminin Ali (a.s) rükû hâlindeydi. Elinin küçük parmağını ona doğru uzattı. O parmağına yüzük takardı. O dilenci gelip yüzüğü parmağından çıkarıp aldı.
Bunu gören Resulullah (s.a.a), Hz. Ali'nin nazmı sona erince başını göğe kaldırarak şöyle dua etti: 'Allah'ım, kardeşim Musâ sana dua etti ve 'Rabbim, göğsümü genişlet; işimi kolaylaştır; dilimdeki düğümü çöz ki, sözümü anlasınlar; ailemden kardeşim Hârûn'u bana yardımcı ver; onunla kuvvetimi artır; onu işime ortak kıl…" dedi. Sen de ona: 'Seni kardeşinle destekleyeceğiz ve size öyle bir kudret vereceğiz ki, âyetlerimiz sayesinde onlar size erişemeyecekler. Siz ve size tâbi olanlar üstün geleceksiniz' buyurdun.
Allah'ım, ben de senin peygamberin ve seçtiği Muhammed'im; benim de göğsümü genişlet; işimde kolaylık sağla; ailemden Ali'yi bana yardımcı ver, onunla kuvvetimi artır.
Ebûzer diyor ki: "Andolsun Allah'a, henüz Hz. Resu-lullah'ın (s.a.a) sözü tamamlanmamıştı ki, Cebrâîl inerek 'Ey Muhammed oku'' dedi. Allah Resulü (s.a.a) neyi okuyayım?' dediğinde şunu oku dedi:
"Sizin veliniz ancak Allah, O'nun peygamberi ve namaz kılan ve rükû hâlinde zekât veren müminlerdir. Kim Allah'ı, Peygamber'ini ve inananları veli kabul e-derse, bilsin ki, şüphesiz hizbullah olanlar üstün gelirler."

2.Bölüm

2. Bölüm
• İmâm Ali'nin (a.s) Kur'ân'daki Faziletleri
• İmâm Ali'nin (a.s) Hadislerde Geçen Bazı Fazilet ve Makamları
imâm ali'nin (a.s) kur'ân'daki faziletleri
.
69- KUR'ÂN ayetlerinde İMÂM ALİ'NİN (A.S) FAZİLETLERİ
214- İbn Abbâs'tan şöyle rivâyet edilmiştir: "Sen ancak korkutucusun ve her kavmin bir hidâyet edicisi vardır."[241] âyeti nazil olduğunda Peygamber (s.a.a): 'Ben korkutucuyum ve Ali hâdidir (hidâyet edici). Ey Ali benden sonra hidâyet arayanlar, seninle hidâyet bulacaklardır."
215- İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s): "Allah, sizin için kolaylığı istemektedir zorluğu değil." âyetinin tefsirinde şöyle nakledilmiştir: "Söz konusu kolaylık, Emirü'l-Mümi-nin Ali b. Ebî Tâlib'dir (a.s)."
216- İmâm Rızâ (a.s) ve babaları kanalıyla Hz. Ali'den (a.s) şöyle nakledilmiştir; buyurdu: "Öne geçenlerin öne geçeni; onlardır (Allah'a) yakınlaşmış olanlar.' âyeti benim hakkımda nazil olmuştur."
217- İmâm Rızâ (a.s) kanalıyla babalarından, Resulul-lah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Onlar ki, mallarını gece ve gündüz, gizli ve açıktan infak ediyorlar…' âyeti Ali hakkında nazil olmuştur."
218- İmâm Muhammed Bâkır (a.s): "Mallarını Allah'ın rızâsını kazanmak için infak edenlerin misali…'âyeti Ali (a.s) hakkında inmiştir."
219- İmâm Muhammed Bâkır'dan (a.s) "Onlar hayırlarda yarışırlar…" âyetinin tefsirinde şöyle nakledilmiştir; buyurdu: "Ali b. Abî Tâlib'i (a.s) kimse geçememiştir."
220- Senetli bir şekilde Resulullah'tan (s.a.a) "…Ve müminlerin sâlihi"[253] âyetinin tefsirinde şöyle nakledilmiştir; buyurdu: "O (müminlerin sâlihi), Ali b. Ebî Tâlib'dir."
221- Ebû Basîr, İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) "O kitapta hiçbir şüphe yoktur." âyetinin tefsirinde şöyle nakletmiştir: "Kitap Ali'dir, onda şüphe yoktur; 'Muttakiler için hidâyettir."
222- Câbir Cu'fî'den, senetli bir şekilde nakledilmiştir: "İmâm Muhammed Bâkır'a (a.s) "Allah (azze ve celle)'nin 'Kim Rabb'inin zikrinden yüz çevirirse, onu çetin bir azaba müptela eder.' buyruğu hakkında sordum, şöyle buyurdu: 'Kim Ali'den yüz çevirirse, çetin bir azaba yakalanır ve o en şiddetli azaptır."
223- Birkaç vasıtayla, Cafer-i Fezarî'den, şöyle nakledilmiştir: "İmâm Muhammed Bâkır'a (a.s) 'De ki, bu benim yolumdur. Ben basiretle Allah'a davet ediyorum; bana tabi olanlar da' âyetinin tefsirini sordum; şöyle buyurdu: 'Bana uyan cümlesinden maksat Ali b. Ebî Tâlib'dir."
224- Abdurrahman b. Kesir "Ve şâhidin ve meşhûd" âyetinin tefsirinde İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) şöyle nakletmiştir: "Şâhid ve Meşhûd'dan maksat 'Peygamber (s.a.a) ve Ali'dir (a.s)."
225- Muhammed b. Fuzeyl, Ebulhasan'dan (a.s) şöyle rivâyet etmiştir: "Allah-u Teâlâ'nın 'Allah'ın size fazl ve rahmeti olmasaydı…' buyruğundaki, 'fazl'dan maksat Resulullah (s.a.a) ve 'rahmet'ten maksat ise Emirü'l-Mümi-nin'dir (a.s)."
226- İmâm Muhammed Bâkır'dan (a.s) "Ey iman edenler, Allah'tan sakının ve doğrularla birlikte olun"âyetinin tefsirinde şöyle buyurmuştur: "Yani Ali ile birlikte olun."
227- Ebû Hamza diyor ki; "İmâm Muhammed Bâkır'dan (a.s), 'De ki: Sizi tek bir şeyle öğütlüyorum…' âyetinin açıklamasını sorduğumda şöyle buyurdu: 'Yani, sadece sizi Ali'nin velâyeti ile öğütlüyorum; Allah-u Teâlâ'nın âyetteki 'tek öğüt'ünden maksat velâyettir."
228- Ali b. İbrahim, babasından, o da İbn Ebî Ümeyr'-den, o da Sümâe'den, o da İmâm Cafer-i Sâdık'ın (a.s) "Benim ahdime vefa edin" âyetini şöyle açıkladığını nakletmiştir: "Siz Emirü'l-Müminin'in velâyetiyle (onu kabullenmek ve gereklerini yerine getirmekle) benim ahdimi yerine getirin; ben de sizi cennete götürmekle sizin ahdinizi yerine getireyim."
229- İmâm Musâ-yı Kâzım'dan (a.s) şöyle rivâyet edilmiştir: "Onları rükû ve secde eder hâlde görürsün; Allah'ın fazl ve rızâsını ararlar; secde eseri yüzlerinde belirmiştir' âyeti, Ali b. Ebî Tâlib hakkında nazil olmuştur."
230- Ebû Basîr, İmâm Muhammed Bâkır'dan (a.s) "Valideyninize iyilik edin" âyeti hakkında şöyle nakletmiştir: "İki babadan birisi Resulullah (s.a.a), diğeri ise Ali'dir (a.s)."
231- İmâm Muhammed Bâkır'dan (a.s) şöyle nakledilmiştir: "Allah-u Teâlâ'nın 'Hiç şüphesiz din Allah indinde İslam (teslim olmak)dır' buyruğundan maksat Ali b. Ebî Tâlib'in velâyetine teslim olmaktır."
imâm ali'nin (a.s) hadislerde geçen bazı fazilet ve makamları
70- İMÂM ALİ'NİN (A.S) BAZI FAZİLET VE MAKAMLARI
232- İmâm Rızâ (a.s) kanalıyla babalarından şöyle nak-ledilmiştir; Resulullah (s.a.a) buyurdu:
"Ben ve Ali bir nurdan yaratıldık."
233- İbn Abbâs'tan rivâyet edilmiştir; Resulullah'ın (s.a.a) Hz. Ali'ye (a.s) şöyle buyurduğunu duydum:
"Ben ve sen, Allah-u Teâlâ'nın nurundan yaratıldık!"
234- Selmân-ı Fârisî'den nakledilmiştir; Habib'im Re-sulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu duydum:
"Adem yaratılmadan 14 bin yıl önce, ben ve Ali, Allah (azze ve celle)'nin huzurunda bir nur idik. Allah Adem'i yarattığında, o nuru Allah ikiye böldü; onun bir parçası ben, diğer parçası ise Ali'dir."
235- Senetli bir şekilde İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) şöyle nakledilmiştir:
"Resulullah (s.a.a), kendi eliyle Ali'nin (a.s) başına sarık sardı. Onun bir ucunu ön tarafından sarkıttı; diğer tarafını ise dört parmak kısa olarak arkasından sarkıttı. Sonra 'Arkanı dön' dedi; o da arkasını döndü. Daha sonra 'Önünü dön' buyurdu; o da önünü döndü. Bunun üzerine şöyle buyurdu: 'Meleklerin tacı böyledir."
236- Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakledilmiştir: "Ben güneş gibiyim, Ali ay ve Ehlibeyt'im yıldızlar gibi; onlardan hangisine uyarsanız, hidâyet bulursunuz."
237- Ebûzeri'l-Gıfârî'den şöyle nakledilmiştir: Resulul-lah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"Eğer ben ve Ali olmasaydık, Allah (hakkıyla) tanın-mazdı. Eğer ben ve Ali olmasaydık, Allah (hakkıyla ibâdet edilmezdi. Eğer ben ve Ali olmasaydık, ne sevap olurdu ne de mükâfat. Ali ile Allah arsında hiçbir şey örtü ve hicap olamaz. Ali ile yaratıkları arasında örtü ve hicab Ali'dir."
238- Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakledilmiştir:
"Allah katında insanların en üstün meziyete sahip olanı Ali'dir."
239- Ebû Basîr, İmâm Muhammed Bâkır'dan (a.s) şöyle rivâyet etmiştir:
"Emirü'l-Müminin (a.s) bir gece, geceden bir müddet geçtikten sonra dışarıya çıktı; o şöyle diyordu: 'Gürültülü ve karanlık bir gecedir; İmâmınız üzerinde Adem'in gömleği, parmağında Süleyman'ın yüzüğü ve Musâ'nın asası olduğu hâlde size doğru çıkmıştır!"
240- Resulullah (s.a.a): "Ali, benim hüzün ve kederimi gideren kimsedir."
241- Resulullah (s.a.a): "Ali, temiz İmâmların babasıdır."
242- Resulullah (s.a.a): "Ali, havuz başında benim halifem olacaktır."
243- Resulullah (s.a.a): "Ali, Kıyâmet gününde benim havuzumun sahibi olacaktır."
244- Resulullah (s.a.a): "Ali, benimle ölüm anında en son konuşacak kimsedir."
245- Resulullah (s.a.a), Hz. Ali'ye (a.s) hitaben: "Ben seni, kendimle ümmetim arasında açık bir alamet ve nişane kıldım."
246- Resulullah (s.a.a): "Ali, benim ilmimin kapısı ve gönderildiğim şeyleri benden sonra ümmetime açıklayacak kimsedir; ona muhabbet beslemek iman, düşmanlığı nifaktır; ona bakmak merhamet ve onun sevgisi ibâdettir."
247- Resulullah (s.a.a): "Ali, yaratıkların en değerlisi ve Allah'ın Resulü'ne en aziz olanıdır."
248- Resulullah (s.a.a): "Ali, yaratıkların Peygamber'e en yakın olanıdır."
249- Resulullah (s.a.a): "Ali, insanların en takvalısıdır."
250- Resulullah (s.a.a): "Ali, havuz başında bana ilk kavuşacak kimsedir."
251- Resulullah (s.a.a): "Ali, Kıyâmet günü Allah'ın hücceti ve delili olacaktır."
252- Senetli bir şekilde Câbir b. Abdullah kanalıyla Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakledilmiştir:
"Ben ve Ali bir ağaçtanız, diğer insanlar ise farklı ağaçlardan."
253- Hasan, Enes'ten Resulullah'ın (s.a.a) Hz. Ali (a.s) 'a hitaben şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"Sen, benden sonra ümmetimin ihtilaf ettiği konuları onlara açıklayacaksın."
254- Resulullah (s.a.a): "Ben ve Ali, Allah'ın kulları üzerindeki hüccetleriyiz."
255- Resulullah (s.a.a), Hz. Ali'ye (a.s) hitaben: "Allah, Resulü ve Cibril senden razıdırlar."
256- Ebû Saîd-i Hudrî Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
"Ali bendendir, ben de ondan." Bunun üzerine Cebrâîl (a.s) "Ben de sizdenim" dedi."
257- Senetli bir şekilde Ali b. Ebî Tâlib'ten (a.s) Resu-lullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"Ya Ali, insanlar farklı ağaçlardan yaratılmışlardır; ben ve sen ise bir ağaçtan yaratıldık. Ben o ağacın kökü , sen onun gövdesi, Hasan ve Hüseyin ise onun dallarıdır; Şîalarımız ise onun yaprakları. O hâlde kim o ağacın dallarından birisine tutunursa, Allah onu cennete götürür."
258- Resulullah (s.a.a): "Cebrâîl bana gelerek dedi ki: 'Ey Muhammed, sana sırâttan neyle geçebileceğini müjdeleyeyim mi? Ben 'Evet' dediğimde, şöyle dedi: 'Sen, Allah'ın nuru ile geçeceksin; Ali de senin nurun ile geçecek; senin nurun Allah'ın nurundandır; ümmetin de Ali'nin nuru ile geçecektir; Ali'nin nuru da senin nurundandır. Allah bir kimse için Ali'nin nurundan bir nasip karar kılmazsa, onun nuru olmaz."
259- İbn Abbâs Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakleder:
"Melekler yedi yıl bana ve Ali'ye salât (ve selâm) etmiştir. 'Bunun sebebi nedir?' diye sorulduğunda, şöyle buyurdu 'Çünkü benimle birlikte başka bir erkek yoktu da ondan!"
260- İbn Ebî Leylâ Gıfârî, Resulullah'tan (s.a.a) şöyle duyduğunu rivâyet etmiştir:
"Benden sonra bir fitne çıkacaktır; bu olduğunda Ali b. Ebî Tâlib'den ayrılmayın; o, Kıyâmet günü beni ilk görecek ve benimle ilk müsafaha edecek kimsedir; o yüce semâda benimle birlikte olacaktır; odur hakla batılın arasını ayıran Faruk!"
261- Şa'bî, Hz. Ali'den (a.s), o da Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakletmiştir; Resulullah (s.a.a) bana buyurdu ki:
"Müslümanların efendisine ve muttakilerin İmâmına merhabalar olsun!" Hz. Ali'ye (a.s) 'Bunun karşılığında senin şükrün nasıl oldu?' diye sorduklarında şu cevabı verdi: 'Bana böyle bir bağışta bulunduğu için Allah'a hamd ettim ve bana böyle bir öncelik tanıdığı için ondan şükür diledim ve bana yaptığı bağışını artırmasını istedim."
262- Resulullah (s.a.a): "Kıyâmet günü insanlar amelleriyle (mahşere) geleceklerdir; o gün ancak amellerini benim ve Ali b. Ebî Tâlib'in kabul ettiği kimseler, amellerinden faydalanabileceklerdir!"
263- Senetli bir şekilde Hz. Ali'den (a.s) şöyle nakledilmiştir; Resulullah (s.a.a) bana buyurdu ki:
"Ey Ali, ben kendim için sevdiğim şeyi, senin içinde seviyorum ve kendim için sevmediğim şeyi, senin için de sevmiyorum."
264- Resulullah (s.a.a): "İnsanlar içerisinden (Kevser) havuzu başına ilk gelen kimse ve onların ilk Müslüman olanı Ali b. Ebî Tâlib'dir."
265- Senetli bir şekilde Hz. Ali'nin (a.s), Resulullah'-tan (s.a.a) şöyle naklettiği rivâyet edilmiştir:
"Ehlibeyt'imin bana en sevimlisi ve kendimden sonraya bıraktığım en üstün kimse, Ali b. Ebî Tâlib'dir."
266- Yine senetli bir şekilde, Resulullah'ın (s.a.a) Hz. Ali'ye (a.s) hitaben şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"Ey Ali, sen ümmetimin fazilet açısından en üstünü Müslüman olmada em önce davrananı, en çok ilme sahip olanı, en çok tahammül sahibi ve sabırlı olanı, en şecaatli kalbe sahip olanı ve en açı elli olanısın."
267- İmâm Sâdık (a.s), İmâm Muhammed Bâkır (a.s) 'dan, o da Câbir'den şöyle nakletmiştir:
"Ben ve Abbâs Resulullah'ın (s.a.a) yanında oturuyorduk; o sırada Hz. Ali (a.s) içeri girip selâm verdi. Peygamber (s.a.a) selâmının cevabını verdi ve kalkıp onu kucakladı ve iki gözünün arasından öptü ve sağ tarafına oturttu. Abbâs 'Ya Resulullah dedi, onu seviyor musun?' Resulullah (s.a.a) ona şu cevabı verdi: 'Ey amca Allah'a andolsun ki Allah onu benden daha çok seviyor. Allah (azze ve celle) her Peygamberin neslini onun sulbünde karar kılmıştır. Ama benim neslimi Ali'nin sulbünde karar kılmıştır."
268- Resulullah (s.a.a): "Allah bana beş haslet verdiği gibi, Ali'ye de beş haslet vermiştir: 'Bana kapsamlı söz vermiş Ali'ye de kapsamlı ilim; beni peygamber kılmıştır onu da vasî; bana Kevser'i vermiştir, ona da Selsebîl'i; bana vahyi vermiştir, ona da ilhamı; beni miraca götürmüştür, ana da göklerin kapılarını ve perdelerini açmıştır!"
269- Resulullah (s.a.a), Hz. Ali'ye (a.s) hitaben:
"Ey Ali, ben de dahil kimseye verilmeyen üç özellik sana verilmiştir. Sana benim gibi kayınpeder verilmiştir; ama bana kendim gibi bir kayınpeder verilmemiştir. Sana kızım gibi 'sıddîka' eş olarak verilmiştir; ama bana onun gibi bir eş verilmemiştir. Sulbünden Hasan ve Hüseyin gibi iki evlat sana verilmiştir; ama benim sulbümden bana onlar gibi evlat verilmemiştir. Ne var ki siz bendensiniz, ben de sizden."
270- Beyhakî ile Allah Resulü'nden (s.a.a) şöyle nakletmiştir; buyurdu:
"Kim Adem'e ilmi açısından, Nûh'a takvası açısından, İbrahim'e tahammül ve sabrı açısından, Musâ'ya heybeti açısından ve İsâ'ya ibâdeti açısından bakmak isterse, Ali b. Ebî Tâlib'e baksın."
271- İbn Abbâs Resulullah'tan (s.a.a), şöyle rivâyet etmiştir; buyurdu:
"Kim İbrahim'e hilim ve tahammülü açısından, Nûh'a hükmü açısından, Yusuf'a güzelliği açısından bakmak isterse Ali b. Ebî Tâlib'e baksın."
272- Yine şöyle rivâyet edilmiştir; Resulullah (s.a.a), bir gün Ali b. Ebî Tâlib'e bakarak, etrafında ashabı bulunduğu bir hâlde şöyle buyurdu:
"Kim Yusuf'un güzelliğini, İbrâhim'in cömertliğini, Süleymân'ın ihtişamını ve Davûd'un kuvvetini görmek is-tiyorsa, şuna (Ali'ye) baksın."
273- Resulullah (s.a.a): "Ali, mukarrep meleklerin kardeşidir."
274- Senetli bir şekilde Hz. Ali'den (a.s) şöyle nakledilmiştir: "Resulullah (s.a.a), siz ikiniz her inatçı kâfiri cehenneme atın' âyetinin tefsirinde şöyle buyurdu:
"Allah-u Tebâreke ve Teâlâ Kıyâmet günü insanları bir araya topladığında, ben ve sen ey Ali arşın sağ tarafında yer alacağız Allah bana ve sana şöyle hitap edecektir: 'Siz ikiniz kalkın ve size buğz eden, size muhalefet eden ve sizi yalanlayanları cehennem ateşine atın."
275- Senetli bir rivâyette Abdüsselâm b. Sâlihi'l-Hire-vî, İmâm Ali b. Musâ Rızâ'dan (a.s), o da babalarından, onlar da Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakletmişlerdir; buyurdu:
"Allah benden daha üstün ve indinde benden daha değerli bir yaratık yaratmamıştır."
Ali (a.s) dedi ki: "Ya Resulullah, sen mi daha üstünsün Cebrâîl mi?" Buyurdu ki:
"Ey Ali, şüphesiz Allah Tebâreke ve Teâlâ, mürsel peygamberlerini, mukarrep meleklerine üstün kılmıştır. Beni de bütün Peygamberlere ve resullere üstün kılmıştır. Üstünlük benden sonra sana ve senden sonraki İmâmlara aittir. Hiç şüphesiz melekler, bizim ve sevenlerimizin hizmetçileridir. Ey Ali Arş'ı taşıyan melekler ve etrafındakiler, Rab'lerinin hamdıyla tesbih eder ve bizim velâyetimize iman edenlere mağfiret dilerler. Ey Ali, biz olmasaydık, Allah ne Ademi yaratırdı ne de Havva'yı, ne cenneti yaratırdı ne de cehennemi, ne göğü yaratırdı ne de yeri. Biz meleklerden nasıl üstün olmayız, oysa biz tevhit konusunda, Rabb'imizi tanıma ve ona tespih, takdis ve tehlil etme hususunda onlardan öne geçtik…"
276- Senetli olarak İmâm Cafer-i Sâdık'ın (a.s) babasından, onun da babalarından şöyle naklettiği rivâyet edilmiştir; Resulullah (s.a.a) buyurdu:
"Hiç şüphesiz Allah-u Tebâreke ve Teâlâ, Kıyâmet günü insanları bir araya getirdiğinde, bana 'Makâm-ı Mah-mûd' vaadinde bulunmuştur. Ve o mutlaka bana verdiği vaadinde vefa edecektir. Kıyâmet günü olduğunda, bin dereceli bir minder kurulacaktır ki, sizin şu basamaklarınıza benzemez. Ben o minderden yukarı çıkıp en yüksek mertebesinde yer alacağım. O sırada Cebrâîl 'Hamd Sancağı'nı getirip benim elime bırakacak ve şöyle diyecektir: 'Ey Muhammed, bu Allah'ın sana vaat ettiği 'Makâm-ı Mahmûd-'dur.' Ben Ali'ye 'Çık yukarı' diyeceğim. Onun yeri benden bir derece aşağıda olacaktır. (Çıkıp yerini aldığında) ben 'Hamd Sancağı'nı onun eline vereceğim. Ardından cennetle görevli Rıdvan meleği, cennetin anahtarlarını getirip şöyle diyecektir: 'Ey Muhammed, bu Allah'ın sana vaat ettiği 'Makâm-ı Mahmûd'dur.' Sonra anahtarları benim elime verecektir; ben de onları Ali'nin kucağına bırakacağım. Bu sefer cehennemle görevli Mâlik isimli melek gelip de şöyle diyecek: 'Ey Muhammed, bu Allah'ın sana vaat ettiği 'Makâm-ı Mahmûd'dur; bunlar da cehennemin anahtarlarıdır. Al ve kendi düşmanlarını, zürriyetinin ve ümmetinin düşmanlarını cehenneme dahil eyle."
277- Resulullah (s.a.a): "Ali, dünyada saadetli, ahirette ise sâlihlerden olacaktır."
278- Hz. Ali'den (a.s) Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Ali, Müminlerin reisi, mal ve servet ise münafıkların reisidir (söz sahibi)."
279- Resulullah (s.a.a): "Ali, Resulullah'ın itretinden (Ehlibeyt'inden)dir."
280- Resulullah (s.a.a): "Ali, Resulullah'ın âilesinin en iyisidir."
281- Resulullah (s.a.a): "Ali, kardeşlerimin en iyisidir."
282- Senetli bir hadiste Enes b. Mâlik'ten şöyle nakledilmiştir: "Resulullah (s.a.a) beni, Ebû Berze Eslemî'nin peşine gönderdi. (Huzuruna geldiğinde) ben de duyduğum hâlde ona şöyle buyurdu:
"Ey Ebâ Berze, Rabb'im Ali b. Ebî Tâlib hakkında bana bir söz vermiş ve buyurmuştur ki: Ali hidâyet sancağı ve iman meşalesidir; o benim velilerimin İmâmı ve bana itâat edenlerin hepsinin nurudur. Ey Ebâ Berze, Ali b. Ebî Tâlib Kıyâmet gününde havuz başında benimle birlikte olacak; benim sancağımı taşıyacak ve benimle birlikte olup Rabb'imin cennet hazinelerini anahtarlarını elinde bulunduracaktır."
283- Zeyd b. Ali, babası İmâm Zeynü'l-Âbidin'den (a.s), o da babasından, o da Hz. Ali'den (a.s) şöyle rivâyet etmişlerdir; Hz. Ali (a.s) buyurdu:
"Ben, Resulullah'tan (s.a.a) on özelliğe sahibim ki güneşin üzerine doğup battığı her şeyi, onların bir tanesine bile değişmem: Resulullah (s.a.a) bana buyurdu ki: 'Sen benim dünyada da kardeşimsin, ahirette de; Kıyâmet günü bana en yakın duracak kimsesin; cennette benim evim senin evinin karşısında olacak, Allah yolunda kardeş olan iki kimsenin evi gibi. Sen velîsin; sen vezirsin; sen vasîsin; ailem üzerinde, malım üzerinde ve Müslümanlar üzerinde ben yokken halifesin. Sen benim, hem dünyada, hem de ahirette sancaktarımsın. Senin dostun, benim dostumdur; benim dostum Allah'ın dostudur. Senin düşmanın, benim düşmanımdır; benim düşmanım Allah-u Teâlâ'nın düşmanıdır.' Ben de anahtarları alıp Ali'nin kucağına bırakacağım. Cehennem ve cennet, o gün yeni bir gelinin kocasını dinleyip itâat etmesinden daha çok beni ve Ali'yi dinleyip itâat edecektir! Allah-u Tebâreke ve Teâlâ da 'Siz ikiniz her inatçı kâfiri cehenneme atın' buyurduğunda da 'Ey Muhammed ve ey Ali, düşmanlarınızı ateşe atın' demek istiyor. Sonra ben ayağa kalkıp Allah'a hamd-u senâ edeceğim; öyle ki benden önce kimse öylesini etmemiştir. Sonra mukarrep meleklere senâ edeceğim; sonra peygamberler ve resullere…"
284- Hz. Ali'nin (a.s) şöyle buyurduğu rivâyet edilir:
"Benim Resulullah (s.a.a) indinde öyle bir yerim ve derecem vardı ki, mahlukattan, başka hiçbir kimse böyle bir makama sahip değildi. Ben her seher vakti onun yanına varır 'Esselâmu aleyke ya Nebiyyallah' diye seslenirdim. Eğer Resulullah (s.a.a), öksürseydi, geri dönerdim; aksi takdirde içeri girerdim."
285- Resulullah'ın (s.a.a), Hz. Ali'nin (a.s) iki omzunun arasına vurarak ona şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir:
"Ya Ali, senin yedi haslet ve özelliğin vardır ki Kıyâmet günü kimse onlar hakkında seninle boy ölçüşemez: Sen müminlerden Allah'a ilk iman eden kimsesin; Allah'ın ahdine en Sâdık kalan kimsesin; Allah'ın işinde en sağlam duran kimsesin; emrin altında olan raiyete en çok şefkatli ve merhametli olansın; hakları bölüştürmede en adil davranansın; (İslam'ın) yargı hükümlerini en çok bilensin ve Kıyâmet gününde en çok meziyete sahip olan, yine sensin."
286- Hz. Ali'den (a.s) şöyle nakledilmiştir: "(Hayber savaşında) Resulullah'ın (s.a.a) gözüme ağzının suyunu sürdüğü günden beridir asla göz ağrısı çekmedim."
287- Resulullah (s.a.a): "Ali, benim eminimdir (güvendiğim kimsedir)."
288- Resulullah (s.a.a): "Ali, insanlar arasından, Allah'ın ahdine en çok vefa eden-sâdık kalan kimsedir."
289- Ömer b. Hattâp'tan , Resulullah'ın (s.a.a) Hz. Ali'ye şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: "Ya Ali, elin benim elimde olacaktır; Kıyâmet günü ben nere girersem, sen de gireceksin.”
290- İmâm Rızâ'dan (a.s) Resulullah'ın (s.a.a) Hz. Ali'ye (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Sen, Haşimoğullarının yıldızısın."
291- Resulullah (s.a.a): " Allah indinde ümmetimin en üstünü Ali'dir."
71- ALLAH RESULÜ'nün (S.A.A) VE MELEKLERİN İMÂM ALİ (A.S) İLE ÖVÜNMELERİ
292- Câbir b. Abdullâh-i Ensarî, Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakletmiştir; buyurdu: "Hiç şüphesiz Allah (azze ve celle), her gün Ali b. Ebî Tâlib ile mukarrep meleklere iftihar ediyor ve bilahare şöyle buyuruyor: 'Ey Ali, ne mutlu, ne mutlu sana…"
293- Resulullah (s.a.a) Hz. Ali'ye (a.s) hitaben: "Hiç şüphesiz Allah, seninle yedi semânın ehline övünmektedir."
294- Resulullah (s.a.a): "Kıyâmet gününde Adem, oğlu Şeys ile iftihar edecektir ve ben Ali b. Ebî Tâlib ile."
295- Yine Resulullah (s.a.a) Hz. Ali'ye (a.s) hitaben şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"Ya Ali,... şüphesiz melekler senin muhabbet ve velâyetinle Allah'a yakınlaşıyorlar. Allah'a andolsun ki gökte seni sevenler yerdekinden daha fazladır…"
296- Resulullah (s.a.a): "Hiç şüphesiz Ali b. Ebî Tâlib'in iki meleği diğer meleklere Ali ile birlikte olduklarından dolayı iftihar etmektedirler. Zira Allah'ı gazaplandı-racak bir ameli, ondan Allah'a yükseltmemişlerdir!"
72- İMÂM ALİ'nin (A.S) PUTLARI KIRMAK İÇİN RESULULLAH'IN (S.A.A) OMZUNA ÇIKMASI
297- Bir hadiste senetli olarak şöyle nakledilmiştir; Resulullah (s.a.a) Mekke'nin fethi günü Ali b. Ebî Tâlib'e (a.s) şöyle buyurdu: "Kâbe'nin üzerindeki şu putu görüyor musun?" Hz. Ali "Evet, ya Resulallah" dediğinde,şöyle buyurdu: "Ben seni omzuma alayım, o putu aşağıya indir." Hz. Ali "Ben seni omuzlayayım ya Resulallah" dedi. Resulullah ona şu cevabı verdi: "Allah'a andolsun ki eğer Rabîa ve Muzar kabileleri hep birlikte, ben diriyken benim bir parçamı bile taşımaya çalışsalar, bunu yapamazlar. Ama sen yerinde dur ya Ali."
Ardından Allah Resulü eliyle Hz. Ali'nin iki topuğundan tutup yerden kaldırıverdi ve yukarıya doğru yükseltti; o kadar kaldırdı ki, koltuk altlarının beyazlığı gözüktü. Sonra ona "Ne görüyorsun ya Ali?" diye sordu. Hz. Ali şöyle dedi: "Görüyorum ki Allah (azze ve celle) beni seninle şereflendirmiştir. Öyle ki eğer ben gökyüzüne dokunmak istesem bunu yapabilirim." Sonra "İndir putu ya Ali" buyurdu. Hz. Ali de indirip aşağıya fırlattı. Sonra Resulullah (s.a.a) Hz. Ali'nin altından çıkıp ayaklarını bıraktı. Hz. Ali yere düştü ve güldü. Resulullah, "Niye güldün ya Ali?" diye sorunca, Hz. Ali şöyle cevap verdi: "Ta Kâbe'nin üzerinden aşağıya düştüm, ama hiçbir şey olmadı bana." Resulullah da şöyle buyurdu: "Nasıl bir şey olabilirdi sana, oysa seni omuzlayan Muhammed ve indiren Cebrâîl idi!"
73- İMÂM ALİ (A.S) VE "LEYLETü'l-MEBİT" OLAYI
298- Hadis erbabından bazısı şöyle nakletmişlerdir:
"Hz. Ali (a.s), hicret gecesinde Resulullah'ın (s.a.a) yatağına yattığında, Allah-u Teâlâ Cebrâîl ve Mîkâil'e vahyede-rek aşağıya inmelerini ve Ali'yi (a.s) o gece sabaha kadar korumalarını emretti. Onlar da 'Ne mutlu, ne mutlu sana, kim senin gibi olabilir ey Ali. Allah seninle meleklerine iftihar etmektedir."
İmâm Gazali İhyaü'l-Ulûm kitabında bu geceyle ilgili şöyle yazmaktadır. Hz. Ali'nin Resulullah'ın (s.a.a) yatağına yattığı gece Allah-u Teâlâ, Cebrâîl ve Mîkâil'e şöyle vahyetti: 'Ben sizi ikinizi birbirinize kardeş kıldım ve birinizin ömrünü diğerininkinden daha uzun olarak kararlaştırdım. Sizden hanginiz fedakarlık edip de arkadaşına ömrünü bağışlar?' Onların ikisi de yaşamayı sevdi ve seçti. Bunun üzerine Allah-u Teâlâ onlara şöyle vahyetti: "Neden Ali b. Tâlib gibi olmadınız; ben onunla Muhammed arasında kardeşlik bağı kurdum; işte Ali onun yatağında yatmış canını ona feda etmeyi e hayatını ona bağışlamayı amaçlamıştır. O hâlde inin aşağıya ve onu düşmanından koruyun." Bunu üzerine Cebrâîl (a.s) Hz. Ali'nin baş ucunda, Mîkâîl de ayak ucunda durup şöyle seslenirlerdi. "Ne mutlu sana, ne mutlu sana, kim senin gibidir ey Ebu Tâlib'in oğlu? Allah seninle meleklerine övünmektedir. Allah (azze ve celle) bu olayla ilgili şu âyeti de indirmiştir:
"Ve insanlardan kimi de vardır ki, Allah'ın rızâsına ermek için kendini feda eder. Allah ise kullarına çok merhametlidir." (Bakara, 107)
299- Yine senetli bir şekilde Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakledilmiştir:
"Allah Cebrâîl ve Mîkâil'e vahyederek 'ben siz ikinizin arasında kardeşlik bağı oluşturdum ve birinizin ömrünü diğerinden daha uzun olarak kararlaştırdım. Şimdi sizden hanginiz ömrünü kardeşine bağışlamak ister?' Onların ikisi de ölümden sevmediler (dolayısıyla da fedakarlık yapmak istemediler). Bunun üzerine Allah onlara vahiy gönderdi ve buyurdu ki 'Ben velim olan Ali ile Peygamberim Muhammed arasında kardeşlik oluşturdum. İşte Ali, canını Resulullah'ın canını kendi canına tercih etmiş ve onun yatağına yatarak, canıyla onu korumaya çalışmaktadır. Siz ikiniz de yere inin ve onu düşmanından koruyun.' Bunun üzerine onlar aşağıya inip, Cebrâîl baş ucunda ve Mîkâîl ayak ucunda olmak üzere oturdular. Cebrâîl o sırada şöyle diyordu: "Ne mutlu sana, ne mutlu sana, kim senin gibidir, ey Ebû Tâlib'in oğlu, Allah (azze ve celle) seninle meleklere övünmektedir.' Allah bu olayla ilgili şu âyeti indirmiştir:
"Ve insanlardan kimi de vardır ki, Allah'ın rızâsına ermek için kendini feda eder. Allah ise kullarına çok merhametlidir."
300- Ebû Saîd-i Hudrî'den şöyle rivâyet edilmiştir:
"(Hicret gecesinde) Resulullah (s.a.a) mağaraya gittikten sonra, Allah (azze ve celle), Cebrâîl ve Mîkâil'e vahye-derek 'Ben siz ikinizin arasında kardeşlik bağı oluşturdum ve birinizin ömrünü diğerinden daha uzun olarak kararlaştırdım. Şimdi sizden hanginiz hayatını diğerine bağışlamak ister?' Onların ikisi de yaşama sevgisini tercih ettiler. Bunun üzerine Allah (azze ve celle) onlara vahiy gönderdi ve buyurdu ki 'Neden Ali b. Ebî Tâlib gibi olmadınız? Ben onunla Muhammed (s.a.a) arasında kardeşlik oluşturdum. Ali onun yatağına canıyla onu korumaya çalışıyor! Siz ikiniz de yere inin ve onu düşmanından koruyun.' Bunun üzerine Cebrâîl onun baş ucunda ve Mîkâîl ayak ucunda duruyorlardı. Cebrâîl o sırada şöyle diyordu: Kim senin gibidir, ey Ebû Tâlib'in oğlu, Allah (azze ve celle) seninle meleklere övünmektedir.' Allah bu olayla ilgili şu âyeti indirdi:
"Ve insanlardan kimi de vardır ki, Allah'ın rızâsına ermek için kendini feda eder. Allah ise kullarına çok merhametlidir."
301- Hekim b. Cübeyr, İmâm Zeynü'l-Âbidin'den (a.s) "Ve insanlardan kimi de vardır ki, Allah'ın rızâsına ermek için kendini feda eder…" âyeti hakkında şöyle nakletmiştir; buyurdu: "Bu âyet Resulullah'ın (s.a.a) yatağına yattığı sırada Ali (a.s) hakkında nazil olmuştur."
302- Enes b. Mâlik'ten şöyle nakledilmiştir:
"Resulullah (s.a.a), yanında Ebûbekir ile birlikte mağaraya yöneldiğinde, Hz. Ali'ye, Resulullah'ın abasını giyerek yatağına yatmasını emretti. Hz. Ali, kendini ölüme hazırlamış bir hâlde Resulullah'ın yatağına yattı! Kureyş'in çeşitli boylarında oluşmuş bir grup insan, Resulullah'ı öldürmek için geldiler. Onlar yatakta Resulullah'ın yattığından emindiler. Tam kılıçlarını sallayacakları sırada, dediler ki 'Uykudan uyandırın da kılıç darbelerinin acısını tatsın ve kılıçların nasıl indiğini görsün!' Yatakta yatanı uyandırdıklarında, aniden önlerinde Ali b. Ebî Tâlib'i görünce, onu bırakıp Resulullah'ı bulmak için dağıldılar. Bunun üzerine Allah (azze ve celle) şu âyeti indirdi:
"Ve insanlardan kimi de vardır ki, Allah'ın rızâsına ermek için kendini feda eder. Allah ise kullarına çok merhametlidir."
74- İMÂM ALİ (A.S) VE MİRÂC GECESİ
303- Abdullah b. Ömer'den nakledilmiştir:
Resulullah'a (s.a.a) "Rabb'in hangi dille (lehçeyle) seninle konuştu?" diye sorulduğunda, Allah Resulü'nün şöyle buyurduğunu duydum: "Rabb'im, Ali b. Ebî Tâlib'in diliyle benimle konuştu. Bana şöyle sormamı ilham etti: "Ey Rabb'im, sen mi benimle konuştun yoksa Ali mi?" Cevabımda şöyle buyurdu: "Ey Ahmed, ben başka şeylere benzemem; ben insanlarla kıyaslanmam ve benzerlerle tarif edilmem. Ben seni kendi nurumdan yarattım; Ali'yi de senin nurundan yarattım. Ben senin kalbinin derinliğine baktığımda, kalbinde Ali b. Ebî Tâlib'den daha sevimli birisini bulmadım. Bu yüzden onun diliyle sana hitap ettim ki kalbin mutmain olsun."
304- Resulullah (s.a.a): "Mirac gecesi dördüncü göğe götürüldüğümde, Ali b. Ebî Tâlib'in şeklinde birisini gördüm. Cebrâîl'de dedim ki: 'Bu benim kardeşim Ali'dir.' Bunu üzerine bana şöyle vahyedildi: 'Bu Allah'ın Ali b. Ebî Tâlib şeklinde yarattığı bir melektir. Her gün yetmiş bin melek onu ziyaret ederler. Onlar tespih ederler, tekbir getirirler ve onların sevabı Ali b. Ebî Tâlib'in sevenleri içindir."
305- Resulullah (s.a.a): "(Mirac gecesinde) uğradığım her göğün ehli Ali b. Ebî Tâlib'e müştak idiler. Aynı şekilde cennette bulunan her Peygamber Ali b. Ebî Tâlib'e müştak idi!"
306- Resulullah (s.a.a): "Mirac gecesi olduğunda, önümde Arş'ın altına baktım. Bir de gördüm ki Ali b. Ebî Tâlib Arş'ın altında önümde durmuş Allah'ı tesbih ve takdis ediyor! Cebrâîl'e dedim ki 'Ali b. Ebî Tâlib benden öne mi geçmiş (benden önce mi miraca çıkmış)?' 'Hayır dedi, ama bunun (sırrını) sana açıklayacağım. Bil ki ey Muhammed, hiç şüphesiz Allah (azze ve celle), Arş'ının fevkinde Ali b. Ebî Tâlib'e çok senâ ve salât eder. Bundan dolayı Arş, Ali b. Ebî Tâlib'e müştak oldu. Allah-u Teâlâ da Arş'ının altında bu meleği Ali b. Ebî Tâlib'in şeklinde yarattı ki ona bakarak şevkini yatıştırsın. Bu meleğin tesbih ve zikrini de senin Ehlibeyt'inin Şîalarına sevap olarak kararlaştırdı ey Muhammed.
75- İMÂM ALİ (A.S) VE BEDİR GECESİ
307- Bedir Savaşında Hz. Ali için sabit olan makamlardan birisi şudur ki, Peygamber (s.a.a) Bedir gecesinde, ashabına hitaben: "Kim bizim için su getirmeye çıkacaktır?" Kimseden ses çıkmayınca Hz. Ali (a.s) "Ben ya Resulallah" dedi. Ardından kırbayı alıp kuyunun başında geldi. Onu suyla doldurup dışarıya çıkardı. Tam o sırada bir rüzgar esip kırbayı devirdi ve su yere döküldü. Geri dönüp ikinci kez doldurdu, yine bir rüzgar kırbayı devirdi. Bu olay üç kez tekrarlandı ve dördüncüde bilahare kırbayı doldurup, Resulullah'ın (s.a.a) yanına götürmeyi başardı. Sonra başına gelen olayı anlattı. Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurdu: "Birinci rüzgar bin melekle Cebrâîl idi; onlar seni selâmladılar. İkinci rüzgar bin melekle Mîkâil'di; sana selâm verdiler; üçüncü rüzgar ise bin meleğin eşliğinde İsrâfil'di; onlar da seni selâmladılar."
308- Senetli bir rivâyette, Hz. Ali'den (a.s) şöyle nakledilmiştir:
"Bedir gecesi olduğunda Allah Resulü (s.a.a) ashaba hitaben "Kim bize su getirecek?" buyurdu. İnsanlar bundan çekinince ben ayağa kalktım, bir kırba alıp, oldukça derin ve karanlık bir kuyunun yanına geldim ve kuyunun içerisine girdim. O sırada Allah-u Teâlâ, Cebrâîl'e, Mîkâil'e ve İsrâfil'e, savaşta Resulullah'a (s.a.a) yardım için hazırlanmalarını vahyetti. Bunun üzerine onlar gökten aşağıya indiler. İnerken öyle bir ses çıkarıyorlardı ki, duyanlara başka her şeyi unutturuyordu. Onlar kuyunun hizasına geldiklerinde, durup hep birlikte saygı, tekrim ve tazim için ona selâm verdiler."
76- ALLAH-U TEÂLÂ'NIN İMÂM ALİ (A.S) İLE GİZLİ KONUŞMASI
309- Câbir b. Abdullah'tan şöyle nakledilmiştir: "Re-sulullah (s.a.a) Tâif vakasında Hz. Ali'yi çağırıp, onunla gizli sohbet etmeye başladı. İnsanlar 'Amcasının oğluyla bu gizli konuşması amma da uzun sürdü!' dediklerinde Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurdu: 'Onunla ben değil Allah gizli konuşuyordu."
310- Yine bir başka senetli hadiste Câbir b. Abdullah'tan şöyle nakledilmiştir:
"Resulullah (s.a.a), Tâif gazvesinde, Hz. Ali'yi yanına çağırarak, onunla gizli konuştu. İçlerinde Ebûbekir ve Ömer'in de bulunduğu bir grup insan, 'Onunla gizli konuştu, ama bizimle konuşmadı' dediklerinde, Allah Resulü (s.a.a) kalkıp insanlara hutbe okumaya başladı; Allah'a hamd u senâ ettikten sonra şöyle buyurdu: "Ey insanlar, sizler, benim Ali ile gizli konuştuğumu söylüyorsunuz (bunu eleştiriyorsunuz). Allah'a andolsun ki onunla gizli konuşan ben değildim, Allah'tı!"
77- İMÂM ALİ'NİN (A.S) RESULULLAH (S.A.A) İLE ÖZEL KONUŞMASI
311- Mücâhid kanalıyla, Hz. Ali'den (a.s) şöyle nakledilmiştir:
"Allah (azze ve celle)'nin kitabında öyle bir âyet vardır ki, ona benim dışımda, ne benden önce amel eden olmuştur ne de benden sonra olacaktır. O âyet şöyledir: 'Ey iman edenler! Peygamber ile gizli bir şey konuşacağınız zaman bu konuşmanızdan önce bir sadaka veriniz. Bu sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Şâyet bir şey bulamazsanız, artık Allah bağışlayan ve merhamet edendir.' Bu hüküm farz olduktan bir müddet sonra nesh edildi."
312- Yine Mücâhid'den şöyle nakledilmiştir:
"Peygamber (s.a.a) ile gizli-özel konuşmak isteyen bir dinar sadaka vermesi gerekirdi. Bunu ilk yapan, Ali b Ebî Tâlib'dir."
313- Şu rivâyet de yine Mücâhid'den nakledilmiştir:
"İnsanlar sadaka verinceye kadar. Peygamber (s.a.a) ile özel konuşmaktan nehyedildiler. (Bu olayda) Resulul-lah (s.a.a) ile özel konuşmaya muvaffak olan sadece Ali b. Ebî Tâlib'di. O bir dinar sadaka verdi, ardından Resulullah ile özel olarak görüşüp, on haslet hakkında Resulullah'a soru sordu. Ardından ruhsat indi ve bu hüküm kalktı."
78- İMÂM ALİ (A.S) VE MÜBÂHELE OLAYI
314- Mübâhele olayı, Hz. Emirü'l-Müminin'in (a.s), iki evladının ve zevcesi Hz. Fâtıma'nın (a.s) eşsiz faziletini ortaya çıkaran bir olaydır. Resulullah (s.a.a) fetihten sonra onların vücudundan yardım almış ve bu vesileyle hakkaniyeti en bariz şekliyle bir kez daha ortaya çıkmıştır. Bu olaydan sonra çeşitli heyetler grup grup Resulullah'ın (s.a.a) yanına geliyor, ya Müslüman oluyorlardı, yada Allah Resulü'nden emân istiyorlardı ki kendi kavimlerine dönüp Resulullah'ın görüşlerini anlatsınlar.
Resulullah'ın huzuruna çıkan heyetlerden birisi de Necrân başpapazı Ebû Hârise başkanlığında gelen otuz kişilik bir Hıristiyan grubuydu. Bunların arasında Âkib, Seyyid ve Abdü'l-Mesih isminde üç Hıristiyan alimi de vardı. Onlar İkindi namazı vaktinde Medine'ye geldiler. Üzerlerinde atlastan elbiseler ve haçlar vardı. Onlar önce Yahudilerle karşılaşıp onlarla tartıştılar. Kur'ân'da da nakledildiği üzere, Hıristiyanlar Yahudilere 'Sizin sağlam bir tutanağınız yoktur' dediler; Yahudiler de onlara aynı şeyi söylediler. Allah Resulü ikindi namazını kıldıktan sonra, başlarında papazları bulunduğu hâlde Resulullah'ın yanına geldiler. Papazları Resulullah'a Hz. Mesih hakkında ne düşündüğü sordu. Resulullah da 'O Allah'ın kulu ve seçtiği bir kimsedir' buyurdu. Papaz 'Onun babası var mıydı?' diye sorunca, Allah Resulü 'O bir nikahtan değildi ki babası olsun' buyurdu. Papaz şöyle devam etti: 'O hâlde nasıl ona yaratılmış bir kuldu diyebiliyorsun? Oysa her mahluk kulun nikahtan dünyaya geldiğini ve bir babasının olduğunu görüyorsun. Bunun üzerine Allah-u Teâlâ şu âyetleri indirdi:
"Allah nezdinde İsâ'nın durumu, Adem'in durumu gibidir. Allah onu topraktan yarattı. Sonra ona "Ol!" dedi ve oluverdi. * Gerçek, Rabbinden gelendir. Öyle ise şüphecilerden olma. * Sana bu ilim geldikten sonra seninle bu konuda çekişenlere de ki: "eliGeGelin oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, canlarımızı ve canlarınızı çağıralım; sonra karşılıklı lanetleşelim de Allah'ın lanetini yalan söyleyenlerin üstüne kılalım."
Allah Resulü (s.a.a), âyetleri Hıristiyanlara okudu. Ve onları mübâheleye (lanetleşmeye) çağırdı ve şöyle ekledi: 'Allah bana, lanetleşmenin ardından batıl olan kimseye azap nazil olacağını ve hakkın batıldan ayrılacağını haber verdi. Başpapaz ve arkadaşları bir araya gelip istişare ettiler ve bir sonraki güne kadar mühlet isteme kararı aldılar. Mühlet alıp ikametgahlarına döndüklerinde, baş papazları onlara şöyle dedi: "Muhammed'e dikkat edin; eğer yarın mübâheleye ailesi ve çocuklarıyla çıkarsa, onunla mübâ-hele etmekten sakının; ama eğer arkadaşlarıyla çıkarsa, mübâhele etmekten korkmayın ve onun bir şey olmadığını bilin.
Ardından Âkıb isimli alimleri şöyle dedi: 'Vallahi siz de Muhammed'in mürsel bir peygamber olduğunu biliyorsunuz! Hiç şüphesiz o, sizin peygamberiniz hakkında en doğru olanı söylemiştir. Allah'a andolsun ki bir peygamberle lanetleşen her topluluğun mutlaka büyükleri helak olmuş ve küçükleri büyümemiştir. Eğer siz de lanetleşirseniz, hiç şüphe yok ki siz de helak olacaksınız. Eğer illa da dininizde kalmak ve bulunduğunuz konumu korumak istiyorsanız, adamla vedalaşın ve memleketinize geri dönün.
Sabah olunca, Resulullah'ın yanına doğru hareket ettiler. Bir baktılar ki Allah Resulü, Ali'nin, elinden tutmuş; önünde Hasan ve Hüseyin, arkasında ise Fâtıma yürümekteler. Başpapaz, onların kim olduğunu sordu. Şöyle tarif ettiler: 'Elinden tuttuğu amcasının oğlu, damadı, çocuklarının babası ve yaratıklardan en çok sevdiği Ali b. Ebî Tâlib'dir. Şu iki çocuk, kızının Ali'den olan evlatlarıdır; onlar da yaratıklar içinden en çok sevdikleridir. Şu kadın ise, kızı Fâtıma'dır. O da insanlardan kendisine en aziz olan ve kalbine en yakın olanıdır.'
Başpapaz, Âkıb, Seyyid ve Abdü'l-Mesih'e baktı ve 'Bakın dedi, o en değerli evlatları ve ailesiyle mübâheleye gelmiştir! Bu da onun hak olduğuna inancının tam olduğunu gösteriyor. Allah'a andolsun ki eğer aleyhine işleyecek bir hüccetten korksaydı, onları getirmezdi. O hâlde onunla lanetleşmekten korkun. Allah'a andolsun ki Kaysar'ın yanımdaki yeri olmasaydı ona teslim olurdum! Lakin olunla aranızda anlaşarak memleketinize geri dönün ve durumunuzu gözden geçirin.
Ey Hıristiyanlar grubu, andolsun ki ben öyle simalar görüyorum ki Allah isterse onlar için dağı yerinden oynatır, yok eder. Onunla lanetleşmeyin, yoksa helâk olursunuz ve yeryüzünde Kıyâmet gününe kadar bir tane Hıristiyan kalmaz!"
Başka bazı rivâyetlerde ise şöyle geçmektedir: "Necrân Hıristiyanları, Resulullah'ın (s.a.a) huzuruna vardıklarında Allah Resulü onlarla Hz. İsâ (a.s) hakkındaki yanlış düşünceleri üzerinde tartışıp onları Allah'ın son hak dini olan İslâm'a davet etti. Onlar, 'Ey Muhammed, bizler Müslüman olmuşuz!' dediler. Resulullah (s.a.a) 'Yalan söylüyorsunuz' buyurdu. Çünkü sizler 'Haç'a hala ilgi gösteriyor, şarap içiyor ve domuz eti yiyorsunuz." Onlar İslâm dinine girmeyi kabul etmeyince, Resulullah (s.a.a) kendisine inen ve onları mübâheleye davet eden âyeti okudu; âyet şöyledir:
"Artık sana gelen bunca ilimden sonra onun hakkında seninle çekişip tartışmalara girişirlerse de ki: "eliGeGelin oğullarımızı ve oğullarınızı kadınlarımızı ve kadınlarınızı, canlarımızı ve canlarınızı çağıralım sonra karşılıklı lanetleşelim de Allah'ın lanetini yalan söyleyenlerin üstüne kılalım."
Resul-i Ekrem (s.a.a) işte bu âyeti kerimeyi Necrân Hıristiyanlarına okuyup onları mübâhele etmeğe (lânetleşmeğe) davet ettiği zaman, 'Bize bir gün izin ver; düşünüp karar verelim. Yarın sizinle görüşüp kararımızı bildi-relim' dediler. Yerlerine döndüklerinde aralarında konuşup alimlerinden ve söz sahiplerinden olan Âkıb'a görüşünü sordular; Âkıb kendilerine şöyle dedi: "Ey Hıristiyanlar, siz de biliyorsunuz ki Muhammed seçilmiş bir peygamberdir; siz onunla mübâhele ederseniz, hepimiz helak oluruz.' Başka bir rivâyette şöyle geçer: 'Allah'a andolsun ki şimdiye kadar hangi kavim (topluluk) bir peygamberle mübâhele etmişse, helak ateşinde yanmıştır, yok olmuştur. En iyisi kararınızdan vazgeçerek onunla vedalaşıp memleketinize geri dönün.' Ertesi gün Hz. Muhammed Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in elinden tutmuş, Hz. Ali, ve Hz. Fâtıma da arkasında mübâhele yerine geldiler.
Resulullah onlara hitaben: 'Ben dua edince siz Amin deyin" buyurdu. Hıristiyanların papazı, Peygamber (s.a.a) ve yanındakileri görünce, 'Ey Hıristiyanlar, bu gördüğüm kişiler Allah'tan dağı yerinden sökmesini isteseler, dualarını kabul edip dağı yerinden söker. Sakın onunla mübâhele etmeyin; yoksa hepiniz helak olursunuz ve Kıyâmet gününe kadar bir Hıristiyan dahi yeryüzünde kalmaz' dedi. Hıristiyanlar bunu duyunca, 'Ey Ebe'l-Kâsım, biz seninle mü-bâhele etmemeye karar verdik; sen kendi dininde kal, biz de kendi dinimizde' dediler. Resul-i Ekrem (s.a.a) bu teklif üzerine 'Siz de Müslüman olun ki diğer Müslümanlaş gibi her türlü haktan yararlanın; size de diğer Müslümanlara davranıldığı gibi davranılsın' buyurdu. Ancak Hıristiyanlar, 'Biz dinimizden vazgeçmek istemiyoruz' deyince, Resulullah (s.a.a) 'O hâlde sizinle savaşmaktan başka bir çaremiz yoktur' buyurdu. Hıristiyanlar, 'Biz Araplarla savaşmayız' dediler ve kendilerini zorla dinlerinden vazgeçirmemeleri şartıyla yılda iki bin hulle (takım elbise) başka bir rivâyete göre buna ek olarak otuz üç zırh, otuz üç deve, otuz dört at vermeyi önerdiler. Peygamber (s.a.a) de bu öneriyi kabul ederek onlarla anlaştı.
Resulullah (s.a.a) bu olay üzerine şöyle buyurdu: "Canımı elinde tutan Allah'a andolsun ki azap ve bela Nec-rânlıların başları üzerinde dolaşıyordu; eğer lanetleşmeğe kalkışsalardı, maymun ve domuz şekline dönüşürlerdi; bütün vadi ateşle dolar ve Allah bütün Necrân ehlini yok ederdi..."
79- İMÂM ALİ (A.S) VE "GÜNEŞİN GERİ GETİRİLİŞ" HADİSİ
315- Esmâ bint-i Ümeys'ten şöyle nakledilmiştir: "Bir gün Resulullah (s.a.a), başını Hz. Ali'nin (a.s) dizlerine koyarak uyudu ve güneş batıncaya kadar öylece kaldı; öyle ki Hz. Ali, ikindi namazını kaçırdı. Bunu gören Resulullah (s.a.a), şöyle dua etti: 'Allah'ım, Ali senin ve Resulü'nün itâatindedir. Güneşi onun için geri getir." Esmâ diyor ki "Vallahi ben güneşin batışını gördüm. (O duanın) ardından güneşin yeniden çıktığını ve bütün dağlara ve yere ışıdığını da gördüm. Bunun üzerine Hz. Ali kalkıp abdest alarak na-mazını kıldı ve ardından güneş yeniden battı."[363]
316- Senetli bir hadiste İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) şöyle nakledilmiştir:
"Bir gün Resulullah (s.a.a), ikindi namazını kıldıktan sonra Hz. Ali geldi; o, henüz ikindi namazını kılmamıştı. Allah-u Teâlâ, Resulü'ne vahyetti ve Resulullah (s.a.a) başını Hz. Ali'nin dizlerine koyarak (uyudu). Başını kaldırdığında güneş batmıştı. "Ya Ali, ikindi namazını kıldın mı?" diye sordu. Hz. Ali 'Hayır' deyince şöyle dua etti: 'Allah'ım, Ali senin itâatine meşguldür; güneşi onun için geri döndür.' Bunun üzerine güneş Hz. Ali için geri döndürüldü."
80- GÜNEŞİN İMÂM ALİ'yi (A.S) SELÂMLAMASI
317- Senetli bir şekilde Hz. Emirü'l-Müminin Ali'den (a.s) Resulullah'ın (s.a.a) kendisine hitaben şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"Ey Ebe'l-Hasan, güneşi konuştur; şüphesiz o seninle konuşacaktır." Hz. Ali şöyle seslendi: "Selâm olsun sana ey Allah'ın itâatkar kulu!" Güneş şöyle cevap verdi: "Ve aleykesselâm ey Müminlerin Emiri, muttakilerin imâmı ve yüzü akların önderi. Ey Ali, sen ve senin Şîaların cennette yer alacaksınız. Ey Ali, (mahşer günü) yer yarılıp da dışarıya ilk çıkacak kimse, Muhammed'dir (s.a.a); sonra da sensin. İlk diriltilecek kimse Muhammed (s.a.a), sonra da sensin. İlk giydirilecek kimse Muhammed (s.a.a), sonra da sensin. (Bu sözlerin) ardından Ali (a.s), gözlerinden yaşlar aktığı hâlde secdeye kapandı. Peygamber (s.a.a) de, onun üzerine kapanıp 'Ey benim kardeşim ve habibim diye seslendi, kaldır başını Allah seninle yedi göğün ehline övündü!"
318- Abdullah b. Mes'ûd'dan şöyle nakledilmiştir:
"Biz Peygamber (s.a.a) ile birlikte olduğumuz bir sırada, Hz. Ali (a.s) içeri girdi. Resulullah ona hitaben şöyle buyurdu: 'Ey Ebe'l-Hasan, Allah katındaki değerini sana göstermemi ister misin?' Hz. Ali (a.s) 'Evet, anam babam sana feda olsun ya Resulallah!' deyince, şöyle buyurdu: "Yarın sabah olduğunda, benimle birlikte güneşin karşısına çık; o, Allah-u Teâlâ'nın izniyle seninle konuşacaktır."
İbn Mes'ûd diyor ki: "Kureyş ve Ensâr'ın hepsi toplandılar. Resulallah sabah namazından sonra Hz. Ali'nin elinden tuttu ve beraber dışarıya çıktılar. Dışarıda oturup güneşin çıkmasını beklediler. Güneş doğduğunda Resulullah (s.a.a) 'Ya Ali buyurdu, konuş güneşle, o memurdur ve seninle konuşacaktır.' Hz. Ali güneşe şöyle hitabetti: "Allah'ın selâmı, rahmet ve berekâtı senin üzerine olsun, ey Allah'ın söz dinleyen, itâatkar yaratığı.' Güneş de şöyle cevap verdi: "Ve aleykesselâm ve rahmetullahi ve berakatuh. Ey vasîlerin en üstünü; Allah sana dünya ve ahirette, hiçbir gözün görmediği ve hiçbir kulağın duymadığı özellikler vermiştir!' Hz. Ali 'Bana verilen nedir ki?' deyince şu cevabı verdi: 'Onları söylemem için bana izin verilmemiştir; yoksa insanlar fitneye düşerler! Ama dünyada verildiğin ilim ve hikmetten dolayı ne mutlu sana! Ahirette ise sen Allah-u Teâlâ'nın, Kur'ân'da övdüğü şu kimselerden olacaksın: 'Şimdi hiç kimse kendileri için, yaptıklarına karşılık gözler aydınlığı olacak şeylerden neler gizlenmiş olduğunu bilemez. * Öyle ya iman eden kimse, fâsık olan gibi olur mu? Onlar eşit olamazlar.' Evet sensin Allah'ın imana has kıldığı mümin."
Güneşin Hz. Ali ile üç kez konuştuğu rivâyet edilmiştir.
81- "SERGİ" HADİSİ VE İMÂM ALİ (A.S)
319- Selmân-ı Fârisî'den şöyle rivâyet edilmiştir:
"Ebûbekir, Ömer ve Osman, Resulullah'ın (s.a.a) yanına gelip dediler ki: 'Ya Resulallah, neden her durumda Ali'yi bizden üstün tutuyorsun?' Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurdu: 'Onu üstün tutan ben değilim, Allah-u Tâlâ'dır.' Onlar, 'Bunun delili nedir?' diye sorunca, şu cevabı verdi: 'Eğer kabul etmiyorsanız, ölülerden 'Ashâb-ı Kehf' kadar doğru konuşan olmaz; ben sizi ve Ali'yi Ashâb-ı Kehf'e göndereceğim, Selmân'ı da sizin şahidiniz kılacağım. Gidin ve Ashâb-ı Kehf'e selâm verin; sizden hanginiz için Allah onları diriltir de cevabınızı verirse, üstün olan odur.' Onlar da 'Razıyız' dediler. Allah Resulü (s.a.a), bir serginin açılmasını emretti, Ali'yi (a.s) onun ortasına ve onların da her birisini serginin bir köşesine, Selmân'ı da dördüncü köşeye oturttu. Sonra şöyle seslendi: 'Ey rüzgar, onları Ashâb-ı Kehf'e götür; daha sonra da bana geri getir."
Selmân diyor ki: "Rüzgar, o serginin altına dolarak bizi hareket ettirdi. Aniden kendimizi büyük bir mağaranın yanında bulduk ve aşağıya indik. Emirü'l-Müminin (a.s) buyurdu ki: 'Ey Selmân, bu (Ashâb-ı Kehf'in) bulunduğu mağara ve "Rakîm" bölgesidir. Onlara söyle öne geçsinler, yada biz geçelim.' Onlar 'Biz öne geçeceğiz' dediler. Her biri kalkıp namaz kıldı ve dua etti; ardından 'Selâm olsun size ey Ashâb-ı Kehf' diye seslendi. Kimse cevaplarını vermedi. Bu sefer Emirü'l-Müminin (a.s) kalkıp iki rekât namaz kıldı, dua etti ve 'Ey Ashâb-ı Kehf' diye seslendi. Hem mağara ve hem de içindekiler 'Lebbeyk!' diye cevap verdiler. Emirü'l-Müminin (a.s) şöyle devam etti: 'Selâm olsun size ey Rab'lerine iman eden ve hidâyetleri artan gençler!' Onlar şöyle cevap verdiler: Ve aleykesselâm ey Resulullah'ın kardeşi ve vasîsi ve Müminlerin Emiri; Allah bizden, Allah'a ve Resulü Muhammed'e imandan sonra senin vilâyetine ceza günü olan Kıyâmet'e kadar (bağlı kalacağımıza dair) söz aldı.' Onlar (Hz. Ali'yle gelen üç kişi) yüz üstü yere düştüler ve Selmân'a seslenerek 'Ey Ebâ Abdillah! bizi geri çevir' dediler. Selmân 'Bu, benim işim değil' deyince, Hz. Ali'ye seslenerek 'Ey Ebe'l-Hasan, bizi geri götür' dediler. Hz. Ali de (a.s) 'Ey rüzgar, bizi Resulullah'a geri götür' buyurdu ve rüzgar bizi hareket ettirdi; aniden kendimizi Resulullah'ın huzurunda bulduk. (Biz bir şey söylemeden) Resulullah (s.a.a) bütün olup bitenleri bize anlattı ve 'İşte habibim Cebrâîl! Bunları bana o haber verdi!' buyurdu. Bunun üzerine onlar da 'Şimdi Allah (azze ve celle) vasıtasıyla Ali'nin ümmet içerisinden bize üstün kılındığını anladık' dediler."
82- İMÂM ALİ'NİN (A.S) KAPISINDAN BAŞKA BÜTÜN KAPILARIN KAPATILMASI
320- Resulullah (s.a.a): "Ali'nin kapısının dışında, mescide açılan bütün kapıları kapatın."
321- Resulullah (s.a.a): "Ali'nin kapısının dışında mes-cidin bütün kapılarını (mescide açılan kapıları) kapatın."
322- Abdullah b. Abbâs'tan şöyle nakledilmiştir: "Re-sulullah (s.a.a), Ali'nin kapısının dışında mescidin bütün kapılarının kapatılmasını emretti."
323- Yine Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"Allah-u Teâlâ Hz. Musâ'ya sadece kendisinin ve kardeşi Harûn'un iki oğlu Şeber ve Şübeyr'in oturacağı temiz bir mescid yapmasını emretti; Allah-u Teâlâ bana da sadece benim, Ali'nin ve iki oğlu Hasan ve Hüseyin'in oturabileceği bir mescid yapmamı emretmiştir. O hâlde Ali'nin kapısının dışında, şu kapıların hepsini kapatın!"
324- Nâsih b. Abdullah'tan da şöyle rivâyet edilmiştir:
"Hiç şüphesiz Peygamber (s.a.a), Ali'nin kapısının dışında bütün kapıların kapatılmasını emretti."
325- Zeyd b. Erkam'dan şöyle nakledilmiştir:
"Resulullah'ın (s.a.a) ashabından bazılarının mescide açılan kapıları vardı. Bir gün şöyle buyurdu: 'Ali'nin kapısının dışında bu kapıların hepsini kapatın.' Bazı kimseler bu konuda eleştirel sözler söylediklerinde, Allah Resulü (s.a.a) ayağa kalkıp Allah'a hamdüsenâdan sonra şöyle buyurdu: 'Ben Ali'nin kapısının dışında şu kapıların hepsinin kapatılmasını emrettim, fakat bazılarınız bu konuda (ileri geri) konuşmuştur! Allah'a yemin olsun ki ben (kendi yanımdan) bir şeyi açıp kapamış değilim; ben ancak bana emredilen (İlahî) bir emre uymuşumdur!"
326- Resulullah (s.a.a): "Sizin kapınızı kapatıp Ali'nin kapısını açık tutan ben değilim; Ali'nin kapısını açık tutup sizin kapınızı kapatan Allah-u Teâlâ'dır!"
83- İMÂM ALİ (A.S), İHLÂS SURESİ GİBİDİR
327-Resulullah (s.a.a): "Ali'nin bu ümmetteki misali, Kur'ân'daki 'Kul huvellahu ehad' suresi gibidir."
328- Abdullah b. Abbâs'tan Resulullah'ın (s.a.a) Hz. Ali'ye (a.s) hitaben şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"Ya Ali, senin insanlar arasındaki misalin, Kur'ân'daki 'Kul huvellahu ehad' suresi gibidir. Kim bu sureyi bir defa okursa, Kur'ân'ın üçte birini okumuş gibi olur; iki defa okursa Kur'ân'ın üçte ikisini okumuş gibi olur; üç defa okursa, Kur'ân'ın hepsini okumuş gibi olur. Aynı şekilde ey Ali, kim seni kalbiyle severse, imanın üçte birisini elde etmiş olur; kim hem kalbiyle hem de diliyle severse (diliyle sana yardımcı olursa), imanın üçte ikisini elde etmiş olur ve kim kalbiyle, diliyle ve eliyle severse (dili ve eliyle de sana yardımcı olursa), imanın hepsini kendinde toplamış olur. Beni hak olarak peygamberliğe seçen (Allah'a) andolsun ki yer ehli de seni gök ehli gibi sevselerdi, Allah, onlardan hiçbirisini (cehennem) ateşiyle azaplandırmaz-dı!"
329- Senetli bir hadiste İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) Resulullah'ın (s.a.a) Hz. Ali'ye (a.s) hitaben şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"Senin misalin, 'Kul huvellahu ehad' gibidir. Hiç şüphesiz, kim bu sureyi bir defa okursa, sanki Kur'ân'ın üçte birini okumuştur; kim iki defa okursa, sanki Kur'ân'ın üçte ikisini okumuştur ve kim üç defa okursa, sanki bütün Kur'ân'ı okumuştur. Aynı şekilde kim seni kalbiyle severse, kulların amellerinin sevabının üçte birisini elde etmiş olur; kim kalbiyle seni sever ve diliyle de sana yardımda bulunursa, kulların amellerinin üçte ikisini elde etmiş sayılır ve kim seni kalbiyle sever ve dili ve eliyle de sana yardımda bulunursa, kulların amellerinin hepsinin sevabını elde etmiş olur."
330- Ebû Basîr diyor ki İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) duydum; o da babası İmâm Muhammed Bâkır (a.s) kanalıyla babalarından şöyle naklediyordu:
"Bir gün Resulullah (s.a.a) ashabına hitaben şöyle buyurdu: 'Sizden kim ömür boyu oruç tutmakta?' Selmân (r.a), 'Ben ya Resulallah' dedi. Resulullah buyurdu: 'Hanginiz sabaha kadar ibâdet etmekte?' Selmân yine 'Ben ya Resulallah' cevabını verdi. Yine buyurdu: 'Sizden kim her gün Kur'ân'ı hatmetmekte?' Bu sefer de Selmân 'Ben ya Resulallah' deyince, ashaptan bazısı buna kızdı ve (öfkesini) şöyle dile getirdi: 'Ya Resulallah, Selmân Fars ırkındandır ve (bu sözlerle) bize üstünlük taslamak istiyor. Sen 'Hanginiz ömür boyu oruç tutmakta?' diyorsun, o 'Ben' diyor, oysa o, günlerinin çoğusunu yiyor! 'Hanginiz sabaha kadar ibâdet etmekte?' diye sordunuz, o yine 'Ben' dedi; oysa o, gecenin çoğunu uyumakla geçiriyor. 'Hanginiz her gece Kur'ân'ı hatmetmekte?' diye sorduğunuzda da yine o 'Ben' dedi; oysa o, gününün çoğunu suskunlukla geçiriyor.' Allah Resulü (s.a.a) adama hitaben şöyle buyurdu: 'Yavaş ol ey Filan! Sen kim, Lokman-ı Hekim'in benzeri (Selmân) kim?! Ona sor; hiç şüphesiz sana anlatacak (nasıl olduğunu)!' Adam Selmân'a dönerek 'Ey Allah'ın kulu dedi, sen ömür boyu oruç tuttuğunu zannetmiyor musun?' Selmân 'Evet' deyince, adam 'Ama ben senin çoğu günlerde yediğini gördüm' dedi. Bunun üzerine Selmân şu karşılığı verdi: 'Senin anladığın gibi değil. Ben her ayın üç gününü oruç tutuyorum; Allah-u Teâlâ da buyurmuştur ki: 'Kim bir iyiliği yerine getirirse, onun için o iyiliğin on misli verilir.'[379] Şa'bân'ı da Ramazan ayına bağlıyorum; o zaman bütün ömrümü oruç tutmuş gibi oluyorum.' Adam şöyle devam etti: 'Sen gecenin hepsini ibâdetle geçirdiğini san-mıyor musun? 'Evet' deyince şöyle devam etti: 'Oysa senin gecelerinin çoğu uyumakla geçmektedir.' Yine Selmân 'Yanlış anlamışsın' dedi ve şöyle devam etti: 'Ben Habib'im Resulullah'tan (s.a.a) duydum ki şöyle buyuruyordu: 'Kim abdestli uyursa, bütün geceyi sabaha kadar ibâdetle geçirmiş sayılır!' Ben de abdestli olarak uyuyorum.' Bilahare 'Sen her gün Kur'ân hatmettiğini zannediyorsun değil mi?' diye sordu. Yine Selmân 'Evet' deyince, şöyle dedi: 'Halbuki senin günlerinin çoğu suskunlukla geçiyor!' 'Bunu da yanlış anlamışsın' dedi Selmân ve şöyle açıkladı:
"Ben Habib'im Resulullah'ın (s.a.a) Hz. Ali'ye şöyle buyurduğunu duydum: 'Ey Ebe'l-Hasan, senin ümmetim içindeki misalin, 'Kul huvellahu ehad' suresi gibidir; kim onu bir defa okursa, Kur'ân'ın üçte birisini okumuş gibi olur, kim onu iki defa okursa, Kur'ân'ın üçte ikisini okumuş gibi olur ve onu üç defa okursa, Kur'ân'ı hatmetmiş gibi olur! (Ey Ali,) kim seni kalbiyle severse, imanın üçte biri onun için sağlanmış olur. Kim hem kalbi, hem de diliyle severse, imanın üçte ikisi onun için tamamlanmış olur ve eğer kim kalbiyle ve diliyle sever ve eliyle de sana yardımcı olursa, imanını kamilleştirmiş olur. Beni hak olarak (peygamberliğe) seçen (Allah'a) andolsun ki ya Ali, eğer yer ehli de gök ehlinin sevdikleri gibi seni sevselerdi, kimse ateşle azap edilmezdi."
Selmân şöyle devam etti: "İşte ben de her gün 'Kul huvellahu ehad' suresini üç defa okuyorum.' Adam bu cevapları Selmân'dan alınca, ağzına taş tıkanmış birisi gibi yerinden kalkıp gitti!"
84- İMÂM ALİ (A.S), BÜYÜK HABER
331- Senetli bir hadiste Ebû Hamza Sümâlî'den şöyle nakledilmiştir:
"İmâm Muhammed Bâkır'a (a.s) dedim ki: 'Canım sana feda olsun Şîalar sizden 'Birbirlerine neyi sorarlar? * O büyük haberden mi?' âyetinin tefsirini soruyorlar.' İmâm (a.s) cevabında şöyle buyurdu: 'Evet bu benim işimdir; istersen onu sana haber veririm, istersen vermem?' Sonra şöyle buyurdu: 'Ama ben onun tefsirini sana haber vereyim.' Ebû Hamza diyor ki peki 'Birbirlerine neyi sorarlar?' dedim; 'Bu âyet Emirü'l-Müminin (a.s) hakkında-dır' dedi ve şöyle devam etti: Emirü'l-Müminin (a.s) buyuruyordu ki: 'Allah'ın benden büyük âyeti yoktur; yine Allah'ın benden daha büyük bir haberi yoktur. Benim velâyetim geçmiş ümmetlere sunuldu, ama onlar onu kabul etmekten çekindiler.' Ebû Hamza diyor ki İmâm'a 'De ki: 'Bu büyük bir haberdir. * Ama siz ondan yüz çeviriyorsunuz.'âyetini sordum. Buyurdu ki: 'Vallahi o Emi-rü'l-Müminin'dir (a.s)."
332- Senetli bir hadiste İmâm Rızâ (a.s) 'Birbirlerine neyi sorarlar? * O büyük haberden mi?' * Öyle bir haber ki onda ihtilafa düşerler.' âyetinin tefsirinde Hz. Emirü'l-Müminin'den (a.s) şöyle nakletmiştir:
"Allah'ın benden daha büyük bir haberi yoktur, Allah'ın benden daha büyük bir âyeti de yoktur. Çeşitli dillerdeki geçmiş ümmetlere benim faziletim sunuldu, ama onlar benim faziletime ikrar etmediler."
333- Resulullah (s.a.a): "(Kur'ân'da geçen) büyük haber, Ali'dir."
85- İMÂM ALİ (A.S), NÛH'UN GEMİSİ GİBİDİR
334- Hz. Ali'den (a.s) Resulullah'ın (s.a.a) kendisine hitaben şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"Ya Ali, ümmetim içerisinde senin misalin, Nûh'un ge-misinin misalidir; ona binen kurtulur, binmeyen boğulur."
335- Yine senetli bir hadiste İbn Abbâs'tan, Resululla-h'ın (s.a.a) Hz. Ali'ye (a.s) hitaben şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"Senin benim ümmetimin İmâmı ve benden sonra onların üzerindeki halifemsin; senin ve benden sonra evlatlarından gelecek İmâmların misali Nûh'un gemisinin misalidir; ona binen kurtulur, binmeyen ise boğulur."
336- Yine Resulullah'ın (s.a.a) Hz. Ali'ye (a.s) hitaben şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"…Ve beni sevdiğini iddia edip de sana düşman olan, yalan söylüyor; zira hiç şüphesiz sen bendensin, ben de senden. Senin etin benim etimden, senin kanın benim kanımdan, senin ruhun benim ruhumdan, senin gizlin benim gizlimden ve senin açığın benim açığımdandır; sen benim ümmetimin İmâmı ve benden sonra onların üzerindeki halifemsin; sana itâat eden saadete kavuşur ve sana muhalefet eden bedbaht olur; seni seven karlı çıkar ve sana düşmanlık besleyen hüsrana uğrar; senden ayrılmayan kurtuluşa erir,senden ayrılan helak olur;senin ve benden sonra senin evladından gelecek İmâmların misali, Nûh'un gemisinin misalidir; ona binen kurtulur, binmeyen boğulur…"
86- İMÂM ALİ (A.S), KURTULUŞ GEMİSİDİR
337- Senetli bir hadiste İmâm Ali Rızâ (a.s) babasında, o da babalarından, onlar da Hz. Emirü'l-Müminin'den (a.s) şöyle nakletmişlerdir; Resulullah (s.a.a) buyurdu ki:
"Her ümmetin bir sıddıkı ve fârûku vardır; bu ümmetin sıddıkı ve fârûku ise Ali b. Ebî Tâlib'dir. Hiç şüphesiz bu ümmetin kurtuluş gemisi ve hıtta kapısı Ali'dir."
338- Bir başka senetli hadiste yine İmâm Ali Rızâ (a.s) babasından, onlar da Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakletmişlerdir; buyurdu:
"Kim benim dinime sarılmak ve benden sonra kurtuluş gemisine binmek isterse, Ali b. Ebî Tâlib'e uysun; onun düşmanıyla düşman ve dostuyla dost olsun; hiç şüphesiz o, hem hayatımda hem de benden sonra vasîm ve ümmetimin üzerindeki halifemdir; o, benden sonra her kadın ve erkek Müslümanın İmâmıdır ve her kadın ve erkek müminin emiridir; onun sözü benim sözüm, onun emri benim emrim ve onun nehyi benim nehyimdir; ona uyan bana uymuştur; ona yardım eden, bana yardım etmiştir ve onu yalnız bırakan, beni yalnız bırakmış sayılır."
Sonra şöyle devam ettiler: "Kim benden sonra Ali'den ayrılırsa, Kıyâmet günü, o beni görmeyecektir, ben de onu. Kim Ali'ye muhalefet ederse, Allah cenneti ona haram kılar ve yerini ateş olarak kararlaştırır. Kim Ali'yi yalnız bırakırsa, Kıyâmet günü Allah da onu yalnız bırakır ve kim Ali'ye yardım ederse, Allah da Kıyâmet günü ona yardım eder ve sorgulama sırasında hüccetini ona telkin eder…"
87- İMÂM ALİ (A.S) ALLAH'IN KAPISIDIR
339- Senetli bir hadiste Muhammed b. Ferât, İmâm Muhammed Bâkır'dan (a.s), o da babasından ve dedesinden şöyle nakletmiştir; Resulullah buyurdu ki:
"Hiç şüphesiz Ali b. Ebî Tâlib, Allah'ın ve benim halifemdir; Allah'ın ve benim hüccetimdir; Allah'ın ve benim kapımdır; Allah'ın ve benim seçtiğim kimsedir; Allah'ın ve benim habibimdir; Allah'ın ve benim halilim (dostum)dur; Allah'ın ve benim kılıcımdır; o benim kardeşim, arkadaşım, vezirim ve vasîmdir; onu seven beni sevmiştir, ona düşman olan bana düşman olmuştur; onun savaşı, benim savaşımdır ve onun barışı, benim barışımdır; onun sözü benim sözümdür ve onun emri benim emrimdir; onun eşi benim kızımdır ve onun evlatları benim evladımdır; o, vasîlerin efendisi ve benden sonra bütün ümmetimin en hayırlısıdır!"
340- Senetli bir hadiste, Nu'mân b. Saîd, Hz. Emirü'l-Müminin Ali'nin (a.s) şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
"Benim Allah'ın hücceti; benim Allah'ın halifesi; benim Allah'ın sırâtı (dosdoğru yolu); benim Allah'ın kapısı; benim Allah'ın ilminin haznedarı; benim Allah'ın sırrına emin kılınan; benim yaratıkların İmâmı, yaratıkların en üstünü ve rahmet peygamberi Muhammed'den (s.a.a) sonra."
341- Yâsir-i Hâdim, İmâm Rızâ'dan (a.s), o da babaları kanalıyla Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakletmiştir; buyurdu:
"Ya Ali, sensin Allah'ın hücceti; sensin Allah'ın kapısı; sensin Allah'a giden yol; sensin (Kur'ân'daki) büyük haber; sensin sırât-ı müstakîm; sensin en yüce örnek…"
342- İmâm Rızâ'nın (a.s) babaları kanalıyla İmâm Hüseyin'den (a.s) şöyle naklettiği rivâyet edilmiştir; Allah Resulü (s.a.a) Hz. Ali'ye (a.s) hitaben buyurdu ki:
Ya Ali, sen Allah'ın hüccetisin; sen Allah'ın kapısısın; sen Allah'ın yolusun; (Kur'ân'da bahsedilen) büyük haber sensin; sırât-ı müstakim sensin; en yüce örnek sensin. Ey Ali, sensin Müslümanların İmâmı, Müminlerin Emiri, vasîlerin en hayırlısı ve sıddıkların efendisi. Ey Ali, sensin en yüce fârûk (hakkı batıldan ayıran) ve sensin en büyük sıddık. Ya Ali, sen benim ümmetim üzerindeki halifemsin; benim borçlarımı ödeyecek olan ve vaatlerimi yerine getiren de sensin…"
343- Mufazzal b. Ömer, İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) şöyle duyduğunu nakleder; buyurdu ki:
"Emirü'l-Müminin (a.s), müracaat edilmesi gereken Allah kapısıydı; Allah'ın yoluydu, ondan başkasını kat eden helak olurdu; aynı konum, ardı ardına gelen diğer hidâyet İmâmları için de geçerlidir; Allah onları, yeryüzünün rükünleri olarak karar kılmıştır ki ehlini sarsmasın; Allah onları yeryüzü ve yer içinde olanlar için kamil hüccet kılmıştır."
88- İMÂM ALİ (A.S), DİNİN KAPISIDIR
344- Abdullah İbn Mes'ûd'dan, Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"Ali b. Ebî Tâlib, dinin kapısıdır; kim o kapıdan girerse, mümin ve kim ondan dışarı çıkarsa, kâfir olur."
89- İMÂM ALİ (A.S), HİDÂYET KAPISIDIR
345- Abdullah b. Abbâs kanlıyla Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakledilmiştir:
"Hiç şüphesiz Ali, benden sonra hidâyet kapısı ve (insanları) Rabb'ime davet eden kimsedir; odur müminlerin sâlihi. '(İnsanları) Allah'a çağıran, iyi iş yapan ve "Ben Müslümanlardanım" diyenden kimseden, sözü daha güzel kimdir?" (Fussilet, 33)
346- Ebû Hureyre'den şöyle nakledilmiştir:
"Resulullah (s.a.a), Hz. Ali'ye baktı ve şöyle buyurdu: 'Bu öyle bir hidâyet kapısıdır ki ondan giren emân bulur; o Allah'ın kulları üzerindeki hüccetidir."
347- Senetli bir hadiste İmâm Muhammed Bâkır (a.s), babası İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) şöyle nakletmiştir:
"Ali (a.s), hidâyet kapısıdır; kim ona muhalefet ederse, kâfir olur ve kim onu inkâr ederse ateşe girer."
348- İmâm Hüseyin'den (a.s) şöyle nakledilmiştir: Ceddimden (Resulullah'tan) (s.a.a) bir hutbesinde şöyle buyurduğunu duydum:
"Hiç şüphesiz Ali, hidâyet şehridir; kim ona girerse kurtulur ve kim ondan yüz çevirirse helak olur."
90- İMÂM ALİ (A.S), İMÂN VE EMÂN KAPISIDIR
349- Ebû Hamza Sümâlî, İmâm Muhammed Bâkır'dan (a.s) şöyle duyduğunu rivâyet etmiştir; buyurdu:
"Hiç şüphesiz Ali (salavatullahi aleyh), Allah'ın açtığı bir kapıdır; kim ondan girerse, mümin ve kim ondan çıkarsa, kâfir olur."
350- Senetli bir rivâyette İbrahim b. Ebî Bekr'den şöyle nakledilmiştir: İmâm Musâ Kâzım'dan (a.s) duydum ki şöyle buyuruyordu:
"Ali (a.s), hidâyet kapılarından bir kapıdır; kim Ali'nin kapısından girerse mümin ve kim dışarı çıkarsa kâfir olur; ne giren ve nede çıkan (kararsız) kimseler ise, durumları Allah'a kalmış olan sınıftandır."
351- Senetli bir hadiste İbn Abbâs'tan şöyle nakledilmiştir: Resulullah'tan (s.a.a) duydum, şöyle buyuruyordu:
"Ey insanlar topluluğu, bilin ki Allah'ın bir kapısı vardır ki kim ondan girerse, ateşten emânda kalır."
Ebû Saîd-i Hudrî ayağa kalkarak "Ya Resulallah, bu kapıyı bize göster de onu tanıyalım" dediğinde, şöyle buyurdu:
"O vasîlerin efendisi, Müminlerin Emiri, Resul-i Rab-bi'l-Âlemîn'in kardeşi, ve bütün insanlar üzerine halife olan Ali b. Ebî Tâlib'dir."
91- İMÂM ALİ (A.S), ALLAH'IN SAĞLAM İPİDİR
352- Saîd b. Cübeyr, Abdullah b. Abbâs'tan şöyle nakletmektedir:
"Biz Resulullah (s.a.a) ile birlikte olduğumuz bir sırada, bir göçebe çıkageldi ve şöyle dedi: 'Ya Resulallah, ben senden 'Allah'ın ipine sarılın' buyurduğunuzu duydum. Sarılmamız gereken Allah'ın ipi nedir acaba?' Peygamber (s.a.a), elini Ali'nin eline vurarak şöyle buyurdu: 'İşte buna sarılın; budur Allah'ın sağlam ipi!"
353- İbn Yezid'den şöyle nakledilmiştir: "Hz. Ebel-hasan'a (a.s), 'Topluca Allah'ın ipine sarılın' âyetinin tefsirini sordum; şöyle buyurdu: 'Ali b. Ebî Tâlib (a.s), Allah'ın sağlam ipidir."
354- Bir hadiste Hz. Ali'den (a.s) şöyle nakledilmiştir:
"Allah-u Teâlâ'nın 'Topluca Allah'ın ipine sarılın' diye yaratıklarını sarılmaya emrettiği Allah'ın sağlam ipi, benim."
355- Senetli bir hadiste Hüzeyfe b. Üseyd-i Gıfârî, Resulullah'ın (s.a.a) kendisine hitaben şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
"Ey Hüzeyfe, benden sonra Allah'ın sizin üzerinizdeki hücceti Ali b. Ebî Tâlib'dir; ona kâfir olmak, Allah'a kâfir olmaktır; ona şirk koşmak, Allah'a şirk koşmaktır; onda şüphe etmek, Allah'ta şüphe etmektir; onun hakkında yamuk düşünmek, Allah hakkında yamuk düşünmektir; onu inkâr etmek, Allah'ı inkâr etmektir ve ona iman etmek, Allah'a iman etmektir; zira o, Resulullah'ın kardeşi ve vasîsidir; onun ümmetinin imâmı ve mevlâsıdır; odur Allah'ın muhkem ipi ve kopmayan sağlam kulpu. Ali hakkında (onun bir suçu olmadan) iki grup helak olacaktır: Onu (ona ilahlık sıfatları yakıştırarak) aşırı seven ve onun hakkını yiyerek hakkında düşmanlık yapan. Ey Hüzeyfe, Ali'den ayrılma; yoksa benden ayrılmış olursun. Ali'ye muhalefet etme; yoksa bana muhalefet etmiş olursun. Hiç şüphe yok ki Ali bendendir, ben de ondanım; kim onu öfkelendirirse, beni öfkelendirmiş olur ve kim onu razı ederse, beni razı etmiş olur!"
92- İMÂM ALİ (A.S); ÜRVETü'l-VÜSKÂ'DIR (ALLAH'IN SAĞLAM KULPUDUR)
356- Resulullah (s.a.a): "Benden kısa bir müddet sonra öyle karanlık bir fitne meydana gelecektir ki ondan ancak 'ürvetü'l-vüskâ'ya (Allah'ın sağlam kulpuna) sarılanlar kurtulacaktır.' 'Bu sağlam kulp nedir ya Resulallah?' diye sorulunca, 'Ali b. Ebî Tâlib'dir!' buyurdu."
357- Resulullah (s.a.a), Hz. Ali'ye hitaben: "Sensin (Allah'ın) sağlam kulpu."
358- Hz. Ali (a.s): "Allah'ın kopmayan sağlam kulpu benim. Allah işiten ve bilendir."
93- İMÂM ALİ (A.S), 'SIRÂT-I MÜSTAKÎM'DİR
359- İbn Abbâs'tan şöyle nakledilmiştir: Allah Resulü (s.a.a) Hz. Ali'ye (a.s) hitaben buyurdu ki:
"Apaçık yol sensin; sırât-ı müstakim (dosdoğru yol) sensin; müminlerin reisi sensin."
360- Yine İbn Abbâs'tan Resulullah'ın (s.a.a) Hz. Ali'ye şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"Ya Ali, sen benim havuzumun sahibisin; sancağımın sahibisin; vaatlerimi yerine getirensin; kalbimin habibisin; ilmimin vârisisin; sen peygamberlerin miraslarının emanet edildiği kimsesin; sen Allah'ın yeryüzündeki eminisin; sen Allah'ın yaratıklarına hüccetisin; sen imanın direğisin; sen karanlığın çerağısın; sen hidâyet meşalesisin; sen din ehli için yükseltilen nişanesin; sana uyan kurtulur, senden yüz çeviren helak olur; sensin apaçık yol; sensin sırât-ı müstakim; sensin yüzü akların önderi; sensin dinin reisi; benim mevlâsı olduğum her kesin sen de mevlâsısın ve ben her kadın ve erkek müminin mevlâsıyım; seni ancak doğumu temiz olan (helalzade olan) kimse sever ve sena ancak doğumu habis olan (zinazade olan) kimse düşmanlık besler. Ben miraca götürüldüğümde, Rabbim benimle konuştuğu zaman, bana şöyle hitapta bulundu: 'Ey Muhammed, Ali'ye benden selâm söyle ve ona bildir ki benim velilerimin İmâmı ve bana itâat edenlerin nurudur. O hâlde bu kerametten dolayı ne mutlu sana ya Ali!"
361- İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) şöyle nakledilmiştir: "Bizi sırât-ı müstakîme (dosdoğru yola) hidâyet et" (Fatiha, 6) âyetindeki 'sırât-ı müstakîm'den maksat Emirü'l-Müminin'dir (a.s)."
362- Bir başka senetli hadiste yine İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) şöyle nakledilmiştir:
"Sırât-ı müstakîm" Emirü'l-Müminin'dir (a.s)."
363- Senetli bir hadiste Ebû Hamza Sümâlî'den şöyle nakledilmiştir:
"İmâm Cafer-i Sâdık'a (a.s) Allah (azze ve celle)'in 'Bu benim dosdoğru yolumdur. O hâlde onu izleyin' buyruğunun tefsirini sorduğumda, şöyle buyurdu: 'Vallahi o Ali'dir ki hem mizândır, hem de sırât!"
94- İMÂM ALİ (A.S), İNSANLARIN EN HAYIRLISIDIR
364- Resulullah (s.a.a): "Ali, insanların en iyisidir; kim bunu reddederse, kâfir olur (hakkın üstünü örtmüş olur)."
365- İmâm Rızâ (a.s) kanalıyla babalarından, bilahare Emirü'l-Müminin'den (a.s) Resulullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"Ya Ali, sen insanların en iyisisin; sende ancak kâfir olan şüphe eder."
366- Yine Hz. Ali'den (a.s) Resulullah'ın (s.a.a) kendisine hitaben şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"Sen insanların en iyisisin; bu (gerçeği) ancak kâfir olan inkâr eder."
367- Resulullah (s.a.a): "Ya Ali, sen insanların en hayırlısısın; kim bunda şüphe ederse kâfir olur (hakkın üzerini kapatmış olur)."
368- Resulullah (s.a.a): "Benden sonra yeryüzünde yürüyen en iyi insan, Ali b. Ebî Tâlib'dir."
369- Resulullah (s.a.a): "Ali, yaratıkların en iyisidir."
370- Resulullah (s.a.a) Hz. Ali'ye (a.s) hitaben: "Sen, ümmetimin dünyada da ahirette de en iyisisin."
371- Senetli bir şekilde İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) şöyle nakledilmiştir:
"Bil ki Hz. Emirü'l-Müminin (a.s) hiç şüphesiz Allah indinde bütün imâmlardan üstündür; onların amellerinin sevabı onun içindir de; onlar, amelleri ölçüsünde fazilet-lendirilmişlerdir."
372- Resulullah (s.a.a): "Rabb'im bana ne fazilet verdiyse, bir benzerini Ali'ye de tahsis etti."
373- İbn Abbâs kanalıyla Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakledilmiştir:
"Ali b. Ebî Tâlib, Allah-u Teâlâ'nın yarattıklarının en üstünüdür, ben hariç…"
374- Resulullah (s.a.a): "Ali, alemlerin erkeklerinin en üstünüdür."
375- Resulullah (s.a.a): "Ali, Allah indinde ümmetimin en üstünüdür."
376- Resulullah (s.a.a): "Hiçbir kimse Ali'nin kazandığı fazileti kazanamamıştır; o, (yol) arkadaşını hidâyete götürür ve helak olmasına engel olur."
377- Resulullah (s.a.a): "Ali, benden sonra kıbleye namaz kılanların en iyisidir."
378- Resulullah (s.a.a): "Ali, insanların en iyisidir."
379- Resulullah (s.a.a): "Ali, ümmetin en iyisidir."
95- İMÂM ALİ (A.S) RESULULLAH (S.A.A)'tenDİR
380- Senetli bir hadiste Resulullah'ın (s.a.a) Hz. Ali'yi (a.s) eleştiren bazı sahabeye hitaben şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"Ne istiyorsunuz Ali'den? Ne istiyorsunuz Ali'den?! Hiç şüphesiz Ali bendendir, be de ondanım; o benden sonra her müminin velisidir."
381- İmâm Musâ Kâzım'ın (a.s), babaları kanalıyla Resulullah'tan (s.a.a) şöyle rivâyet ettiği nakledilmiştir:
"Muhakkak Ali bendendir, ben de Ali'denim; onun ruhu, benim ruhumdandır; onun tıyneti benim tıynetimdendir; o benim kardeşim, vasîm ve hem hayatımda, hem de vefatımdan sonra ümmetim üzerindeki halifemdir; kim ona itâat ederse, bana itâat etmiştir; kim ona uyum sağlarsa, bana uyum sağlamıştır ve kim ona muhalefet ederse bana muhalefet etmiştir."
382- Ümmü'l-Müminin Ümm-ü Seleme'nin Resulul-lah'tan (s.a.a) şöyle rivâyet ettiği nakledilmiştir:
"Ali bendendir, ben de Ali'den; onun olduğu yerde ben de varım (onun çizgisi benim çizgimdir)."
383- İbn Mes'ûd'dan Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"Ali b. Ebî Tâlib, bana göre bedenimdeki ruhum gibidir."
384- Resulullah (s.a.a) Hz. Ali'ye (a.s) hitaben:
"Ya Ali, sen bendensin, ben de sendenim; senin etin benim etime ve senin kanın benim kanıma karışmıştır; Allah ile kulları arasında benden sonraki bağ ve vesile sensin; kim senin velâyetini inkâr ederse, kendisiyle Allah arasındaki bağı koparmıştır ve cehennemin derekelerine (aşağı tabakalarına) düşecektir."
385- Habeşî b. Cünâde'den şöyle nakledilmiştir; Resu-lullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu duydum:
"Ali bendendir, ben de Ali'den; bana ait olanı ancak ben veya Ali eda eder."
386- Resulullah (s.a.a): "Ali bendendir, ben de ondanım ve o, benden sonra her müminin velisidir."
387- İmrân b. Husayn'dan da şöyle nakledilmiştir; Allah Resulü(s.a.a) buyurdu:
"Hiç şüphesiz Ali bendendir, ben de ondanım ve o, benden sonra her müminin mevlâsıdır."
388- Resulullah (s.a.a): "Ben Ali'denim ve Ali bendendir."
389- Resulullah (s.a.a): "Ali bendendir ve ben Ali'denim."
390- İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s), babaları kanalıyla Resulullah'ın (s.a.a) Hz. Ali'ye hitaben şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"Ya Ali, sen bendensin, ben de senden; senin dostun, benim dostumdur ve benim dostum, Allah'ın dostudur; senin düşmanın, benim düşmanımdır ve benim düşmanım, Allah'ın düşmanıdır. Ya Ali, ben seninle savaşanla savaştayım ve seninle barışık olanla barışığım…"
391- İbn Abbâs, Resulullah'ın (s.a.a) Abdurrahman b. Avf'a hitaben şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
"Ey Abdurrahman, siz benim ashabımsınız, ama Ali b. Ebî Tâlib bendendir ve ben de Ali'denim; kim Ali'yi başka birisiyle kıyaslamaya kalkışırsa, bana cefa etmiştir ve kim bana cefa ederse, bana eziyet etmiş olur ve kim bana eziyet ederse, Rabb'imin laneti onun üzerine olacaktır."
392- Hz. Ali'den de (a.s) Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"Ali bendendir ve ben de ondanım; onun eti, benim etim ve onun kanı, benim kanımdır."
393- Resulullah (s.a.a) Hz. Ali'ye (a.s) hitaben: "Sen bendensin ve ben de sendenim."
96- İMÂM ALİ (A.S), RESULULLAH'IN (S.A.A) ÖZÜDÜR
394- Resulullah (s.a.a): " Ali, benim özümdür."
395- Resulullah (s.a.a): " Ali, bana göre benim özüm gibidir."
396- Resulullah (s.a.a): " Ali, benim köküm ve Cafer (Tayyâr) de dalımdır."
397- Resulullah (s.a.a): " Ali, bana göre benim özüm gibidir; ona itâat etmek, bana itâat etmektir; ona karşı gelmek bana karşı gelmektir."
97- İMÂM ALİ (A.S) RESULULLAH'ın (S.A.A) BAŞI GİBİDİR
398- İbn Abbâs, Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakletmiştir; buyurdu:
"Ali, bana göre bedenimdeki başım gibidir"
98- İMÂM ALİ (A.S) RESULULLAH'IN (S.A.A) BENZERİDİR
399- Enes b. Mâlik kanalıyla, Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakledilmiştir; buyurdu:
"Her peygamberin mutlaka ümmetinde bir benzeri olur; benim benzerim de Ali'dir."
99- İMÂM ALİ (A.S) RESULULLAH'IN (S.A.A) KARDEŞİDİR
400- Selmân-ı Fârisî'nin, Resulullah'tan (s.a.a) şöyle duyduğu nakledilmiştir:
"Hiç şüphesiz, benim kardeşim, vezirim ve kendimden sonraya bıraktığım en iyi kimse, Ali b. Ebî Tâlib'dir."[453]
401- Zeyd b. Ali, babası İmâm Zeynü'l-Âbidîn'den (a.s), o da İmâm Hüseyin'den (a.s), o da Emirü'l-Müminin'den (a.s) nakletmiştir; Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
"Ya Ali, Allah-u Teâlâ, bana bir kardeş ve vasî tutmamı emretti. O hâlde sen benim kardeşim, vasîm ve ehlim üzerindeki halifemsin; hem hayatımda, hem de vefatımdan sonra. Sana uyan, bana uymuştur; senden yüz çeviren, benden yüz çevirmiştir; sana kâfir olan, bana kâfir olmuştur ve sana zulmeden, bana zulmetmiştir. Ya Ali, sen bendensin ve ben de sendenim. Ya Ali, sen olmasaydın, nehir ehliyle savaşılmazdı."
Hz. Ali diyor ki: "Ben, ya Resulallah, nehir ehli de kimdir?' diye sorduğumda şöyle buyurdu: 'Onlar öyle bir topluluktur ki, ok yaydan çıkıp gittiği gibi İslam'dan çıkarlar."
402- Senetli bir hadiste, İbn Abbâs'tan nakledilmiştir; dedi ki, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
"Hiç şüphesiz, Allah Tebâreke ve Teâlâ, benim ile Ali arasında kardeşlik bağı oluşturdu; yedi göğün fevkinde, kızımı ona nikahladı, mukarrep meleklerini de buna şahit tuttu ve onu vasî ve halife tayin etti. O hâlde, Ali bendendir ve ben de ondanım; onu seven, beni sevendir; ona düşman olan, bana düşmandır. Hiç şüphesiz melekler onun muhabbetiyle Allah'a yakınlaşmaktadırlar."
403- Senetli olarak, İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) nakledilen, uzun bir hadisin sonunda şöyle geçmektedir: Allah Resulü (s.a.a) Hz. Ümm-ü Seleme'ye hitaben şöyle buyurdu:
"Ey Ümm-ü Seleme, dinle ve şâhid ol ki, bu Alî b. Ebî Tâlib, dünyada da benim kardeşimdir, ahirette de. Ey Ümm-ü Seleme, dinle ve şâhid ol ki, bu Alî b. Ebî Tâlib dünyada da benim vezirimdir, ahirette de. Ey Ümm-ü Seleme, dinle ve şâhid ol ki, bu Ali b. Ebî Tâlib, dünyada da benim sancağımı taşıyandır, ahirette de. Ey Ümm-ü Seleme, dinle ve şâhid ol ki, bu Ali b. Ebî Tâlib, benden sonra, benim vasîm ve halifemdir; vaatlerimi yerine getirendir ve havuzumu koruyan (ehil olmayanları ona yaklaştırmayan) kimsedir. Ey Ümm-ü Seleme, dinle ve şâhid ol ki, bu Ali b. Ebî Tâlib, Müslümanların efendisi, muttakîlerin İmâmı, yüzü akların önderi ve nâkisler (biatini bozanlar), mârıklar (dinden çıkanlar) ve kâsıtlar (zalimler) ile savaşacak kimsedir."
Ümm-ü Seleme diyor ki: "Ben nâkislar kimlerdir ya Resulallah?", diye sorduğumda şöyle buyurdu:
"O kimselerdir ki Ali ile Medine'de biatleşir, ama Basra'da biatlerini bozarlar."
"Peki kâsıtlar kimlerdir?" dediğimde, şöyle buyurdu: "Muaviye ve onun Şâm ehlinden olan yandaşları." "Mâ-rıklar kimledir?" dediğimde ise, "Nehrevân ashabıdır (hariciler) buyurdu."
404- Ebû Saîd Akîsâ, Hz. İmâm Hüseyin'den (a.s), o da Emirü'l-Müminin Ali'den (a.s), şöyle nakletmiştir; Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
"Ya Ali, sen benim kardeşimsin, ben de senin; ben nübüvvet için seçilmişim ve sen İmâmet için; ben tenzil sahibiyim, sen ise te'vil sahibi. Ben ve sen bu ümmetin babalarıyız. Ya Ali, sen benim vasîm, halifem, vezirim, vârisim ve evlatlarımın babasısın; senin Şîaların (taraftarların) benim Şîalarımdır; sana yardım edenler bana yardım edenlerdir; senin dostların, benim dostlarımdır ve senin düşmanların, benim düşmanlarım. Ya Ali, sen yarın (mahşer gününde), havuz başında benim arkadaşım olacaksın ve sen 'makâm-ı mahmûd'da da benim arkadaşımsın. Sen dünyada benim sancaktarım olduğun gibi, ahirette de benim sancaktarım olacaksın. Hiç şüphesiz seni seven, saadete kavuşur ve sana düşman olan, bedbaht olur. Melekler, zikri mukaddes Allah'a senin muhabbet ve velâyetinle yakınlaşırlar. Allah'a andolsun ki, gökte seni sevenler, yerdekilerden daha fazladır. Ya Ali, sen benim ümmetimin emini ve benden sonra onların üzerine Allah'ın hüccetisin; senin sözün, benim sözüm; senin emrin, benim emrim; senin itâatin, benim itâatim; senin engel olman, benim engel olmam; senin sakındırman, benim sakındırmamdır ve sana karşı gelmek bana karşı gelmektir. Senin hizbin, benim hizbimdir ve benim hizbim Allah'ın hizbidir. 'Kim Allah'ın, Resûlünün ve iman edenlerin velâyetini kabul ederse, (bilsin ki) hiç şüphesiz galip gelecek olanlar Allah'ın hizbidir.' (Mâide, 56)"
405- İmâm Cafer-i Sâdık'ın (a.s), babalarından, Resu-lullah'ın (s.a.a) Hz. Ali'ye (a.s) hitaben şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"Ya Ali, sen benim kardeşimsin, ben de senin kardeşin. Ya Ali, sen bendensin ve ben de senden. Ya Ali, sen benden sonra benim vasîm, halifem ve Allah'ın ümmetim üzerine hüccetisin; hiç şüphesiz seni seven, saadetli ve sana düşman olan bedbaht olur."
406- Hüseyin b. Hâlit, İmâm Ali Rızâ'dan (a.s), o da babasından, o da babalarından, onlar da Hz. Ali'den (a.s) Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir:
"Ya Ali, sen benim kardeşim, vezirim ve dünya ve ahirette sancaktarımsın; sensin benim (Kevser) havuzumun sahibi; seni seven, beni sevmiştir ve sana düşman olan, bana düşman olmuştur."
407- Resulullah (s.a.a): "Hiç şüphesiz benim kardeşim, vezirim ve vasîm Ali b. Ebî Tâlib'dir."
408- Rivâyetlerde şöyle geçmektedir:
"Resulullah (s.a.a) ashabının arasında kardeşlik oluşturdu. Ebûbekir'i Ömer ile, filanı filan ile kardeş yaptı… Hz. Ali (a.s) Resulullah'a gelerek 'Ashabın arasında kardeşlik oluşturdun, ama beni kimseyle kardeş yapmadın?' deyince, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: 'Sen benim dünyada da kardeşimsin, ahirette de."
409- Câbir b. Abdullah ve Saîd b. Müseyyir'den şöyle nakledilmiştir:
"Resulullah (s.a.a), ashabı arasında kardeşlik oluşturdu; geriye Ebubekir, Ömer ve Ali kaldı. Ebubekir ve Ömer'i de kardeş yaptıktan sonra Hz. Ali'ye şöyle buyurdu: 'Sen benim kardeşimsin, ben de senin. Eğer birisi seni tanımazdan gelirse, de ki: 'Ben Allah'ın kulu ve Resulul-lah'ın kardeşiyim.' Bunu senden sonra ancak yalancı olan iddia eder!"
410- Mekhûl, Ebû Emâme'den şöyle rivâyet etmiştir:
"Peygamber (s.a.a) insanlar arasında kardeşlik oluşturduğunda, kendisiyle de Ali (a.s) arasında kardeşlik oluşturdu."
411- Senetli bir hadiste, Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nak-ledilmiştir:
"Hiç şüphesiz benim kardeşim, vezirim ve ehlim arasındaki halifem ve kendimden sonraya bıraktıklarımın en iyisi, Ali b. Ebî Tâlib'dir; o borcumu eda edecek ve vaatlerimi yerine getirecektir."
412- Câbir b. Abdullah'tan rivâyet edilmiştir; Resulul-lah (s.a.a) şöyle buyurdu:
"Ben cennetin kapısına şöyle yazıldığını gördüm: 'Allah'tan başka ilah yoktur, Muhammed Allah'ın resulüdür ve Ali onun kardeşidir."
413- Resulullah (s.a.a) Hz. Ali'ye (a.s) hitaben: "Sen benim kardeşimsin ve ben de senin kardeşinim."
414- Resulullah (s.a.a): "Allah gökleri yaratmadan iki bin yıl önceden beridir Cennet'in kapısına şöyle yazılıdır: 'Muhammed Allah'ın Resulüdür; Ali Resulullah'ın kardeşidir."
415- Senetli bir hadiste yine Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakledilmiştir:
"Ali, benim kardeşim, arkadaşım, amcamın oğlu ve kendimden sonra bıraktıklarımın en iyisidir; o benim borcumu ödeyecek ve vaadimi yerine getirecektir."
416- İmâm Cafer-i Sâdık (a.s), babaları kanalıyla, Hz. Emirü'l-Müminin'den (a.s) şöyle nakletmiştir; Resulullah buyurdu ki:
"(Ya Ali,) sen benim kardeşim, vârisim ve vasîmsin; seni seven beni sevendir ve sana düşman olan bana düşmandır. Ya Ali, ben ve sen bu ümmetin iki babalarıyız; senin evlatlarından dünyada efendiler ve ahirette padişahlar olacaktır. Kim bizi tanırsa, Allah (azze ve celle)'yi tanımıştır ve kim bizi inkâr ederse, hiç şüphesiz Allah (azze ve celle)'yi inkâr etmiştir."
417- Zeyd b. Ali, babalarından, onlar da Hz. Ali'den (a.s) şöyle nakletmişlerdir:
"Resulullah'tan (s.a.a) bana on haslet verilmiştir ki, benden önce kimseye verilmemiş ve benden sonra da kimseye verilmeyecektir: Resulullah bana buyurdu ki: "Ya Ali, sen benim dünyada da kardeşimsin, ahirette de. Sen Kıyâmet gününde bana en yakın duracak kimsesin. Senin ve benim evim, cennette iki kardeşin evi gibi karşı karşıya olacaktır. Sensin vasî; sensin velî ve sensin vezir. Senin düşmanın, benim düşmanımdır ve benim düşmanım, Allah'ın düşmanıdır; senin dostun, benim dostumdur ve benim dostum, Allah (azze ve celle)'nin dostudur."
418- Câbir-i Cu'fî, diyor ki, Câbir b. Abdullah Ensâ-rî'den şöyle dediğini duydum: Resulullah'ın (s.a.a) Ali b. Ebî Tâlib'e hitaben şöyle dediğini duydum:
"Ya Ali, sen benim kardeşim, vasîm, vârisim ve hem hayatımda hem de vefatımdan sonra ümmetim üzerine halifemsin. Seni seven, beni sevendir; sana buğz eden, bana buğz edendir; senin düşmanın, benim düşmanımdır ve senin dostun, benim dostumdur."
419- İmâm Ali Rızâ (a.s), babasından, o da babalarından Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
"Ya Ali, sen benim kardeşim, vezirim ve dünya ve ahiretteki sancaktarımsın; sen benim havuzumun sahibisin; seni seven, beni sevmiştir ve sana buğz eden, bana buğz etmiştir."
420- Resulullah (s.a.a): "Ali, dünya ve ahirette benim kardeşimdir."
421- Ebûzer, Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakletmiştir: "Her peygamberin bir halili (dostu) vardır; benim halilim de Ali'dir."
422- İbn Abbâs, Resulullah'ın (s.a.a) Hz. Ali'ye (a.s) şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir:
"Sen, benim kardeşim ve arkadaşımsın."
423- Resulullah (s.a.a): "Ali, kardeşlerimden en çok sevdiğim kimsedir."
424- Resulullah (s.a.a) Hz. Ali'ye (a.s) hitaben:
"Ümmetimin dünyada da, ahirette de en iyisi ve benim kardeşim ve vasîm olmana razı değil misin?"
425- Resulullah'tan (s.a.a) senetli olarak şöyle nakledilmiştir:
"Kardeşlerimin içinden en çok sevdiğim, Ali b. Ebî Tâlib'dir ve amcalarımın içinden en çok sevdiğim ise Hamza'dır."
100- İMÂM ALİ (A.S), RESULULLAH'IN (S.A.A) HABİBİDİR
426- Resulullah (s.a.a): "Ali, benim habibimdir."
427- Beşîrü'd-Dihân, İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) şöyle nakletmiştir:
"Resulullah (s.a.a), ölümüyle sonuçlanan hastalığında yanında bulunanlara hitaben buyurdu ki: "Bana Halil'imi (dostumu) çağırın." (Resulullah'ın zevcelerinden Âişe ve Hafsa,) babalarının peşine adam saldılar. Resulullah (s.a.a) onları gördüğünde yüzünü çevirdi ve tekrar 'Bana Halil'imi çağırın' buyurdu. Ali'yi çağırmak için gittiler. Ali (a.s) geldiğinde, onu görür görmez üzerine kapandı ve onunla konuşmaya meşgul oldu. Hz. Ali dışarıya çıktığında, o iki kişi yanın gelip şöyle dediler: 'Halil'in seninle ne konuştu?' Hz. Ali şu cevabı verdi: 'Bana bin kapıdan bahsetti ki her kapı da bin kapıyı açmakta!"
428- Hz. Ümm-ü Seleme'den şöyle nakledilmiştir: "Resulullah (s.a.a), vefatıyla sonuçlanan hastalığında (bir ara) şöyle buyurdu: 'Halil'imi bana çağırın.' Âişe babasının peşine adam gönderdi. Babası geldiğinde, Allah Resulü (s.a.a) yüzünü kapatıp, tekrar 'Bana Halil'imi çağırın' buyurdu. Ebubekir geri döndü, bu sefer Hafsa babasının peşine adam saldı. Babası geldiğinde yine Allah Resulü yüzünü kapatıp 'Bana Halil'imi çağırın' diye seslendi. Ömer de geri döndü. Bu sefer Hz. Fâtıma, Hz. Ali'nin peşine adam gönderdi. Ali (a.s) geldiğinde Allah Resulü (s.a.a) kalktı ve Hz. Ali içeriye girdi. Sonra Resulullah onu örtüsünün altına aldı.' Ümm-ü Seleme şöyle devam etti: 'Hz. Ali dedi ki 'Resulullah (s.a.a) bana bin hadis anlattı. Öyle ki ben de terledim, Resulullah da. Onun teri benim üzerime aktı; benim terim de onun üzerine."
429- Abdullah b. Ömer de Resulullah'ın (s.a.a), hastalığı sırasında şöyle buyurduğunu nakletmektedir:
"Kardeşimi bana çağırın." Ömer yanına çağrıldı; ama Resulullah (s.a.a) ondan yüzünü çevirdi. Sonra yine 'Bana kardeşimi çağırın.' buyurdu. Bu sefer Ebûbekir çağrıldı; ama yine yüzünü çevirdi ve tekrar 'Bana kardeşimi çağırın.' buyurduğunda Osman'ı çağırdılar; bu sefer de yüzünü çevirince, Ali b. Ebî Tâlib yanına çağrıldı. Resulullah kendi örtüsüyle onu örttü ve onun üzerine eğilerek konuşamaya başladı. Hz. Ali, Resulullah'ın yanından ayrıldığında, kendisine 'Sana ne söyledi?' diyor sorulunca, şöyle dedi: 'Bana bin kapı öğretti ki her kapı da bin kapıyı açmaktadır!"
430- Ümmü'l-Müminin Âişe'den şöyle nakledilmiştir:
"Resulullah (s.a.a) vefatı sırasında benim evimdeyken şöyle buyurdu: 'Habib'imi bana çağırın. Ben Ebûbekir'i onun yanına çağırdım. Resulullah ona baktı başını tekrar yatağa koydu ve tekrar 'Bana Habib'imi çağırın' buyurdu. Ben 'Yazıklar olsun size, Ali b. Ebî Tâlib'i onun yanına çağırın, Vallahi o Ali'den başkasını istemiyor' dedim. Ali'yi görünce, üzerindeki örtüyü kaldırıp Ali'yi onun altına soktu. Vefat edinceye kadar Ali'yi kucaklamış ve ellerini ona sarmış durumdaydı!"
431- Resulullah (s.a.a): "Ali, insanlardan en çok sevdiğim kimsedir."
432- Resulullah (s.a.a): "Ali, erkeklerin içinden en çok sevdiğim kişidir."
433- Resulullah (s.a.a): "Ali, ailemden en çok sevdiğim kimsedir."
101- İMÂM ALİ (A.S) VE KIZARTILMIŞ KUŞ HADİSİ
434- Enes b. Mâlik'ten şöyle rivâyet edilmiştir:
"Ümm-ü Eymen Allah Resulü'ne (s.a.a) (kızartılmış) bir kuş hediye etmişti. Resulullah şöyle dua etti: 'Allah'ım, yaratıklarının sana en sevimli olanını bana ulaştır ki benimle birlikte bu kuştan yesin.' Ali b. Ebî Tâlib içeriye girdi. Resulullah (s.a.a) şöyle dedi: 'Allah'ım, onu benim yanıma ulaştır!"
435- Yine Enes'ten şöyle nakledilmiştir:
"Resulullah'a (s.a.a) bir kuş getirildi. Allah Resulü şöyle dua etti: 'Allah'ın yaratıklarının sana en sevimlisi olan kimseyi bana ulaştır ki bu kuştan benimle yesin.' Ali b. Ebî Tâlib çıkageldi. Resulullah şöyle dedi: 'Allah'ım onu benim yanıma ulaştır; Allah'ım onu benim yanıma ulaştır!"
436- Enes b. Mâlik'in bir diğer rivâyeti şöyledir:
"Resulullah'a (s.a.a) bir kuş hediye edildi. Resulullah şöyle dua etti: 'Allah'ım, yaratıklarından en çok sevdiğin kimseyi bana ulaştır.' O sırada Ali çıkageldi ve Resulullah kuşu onunla birlikte yedi."
437- Senetli bir hadiste yine Enes b. Mâlik'ten şöyle nakledilmiştir:
"Resulullah'ın (s.a.a) yanında bir kuş vardı. Allah Resulü şöyle dua etti: 'Allah'ım, 'Allah'ım, yaratıklarının sana en sevimli olanını bana ulaştır ki benimle birlikte bu kuştan yesin.' Ebûbekir geldi; onu reddetti. Sonra Ömer geldi; onu da reddetti. Sonra Ali gelince, ona izin verdi."
102- İMÂM ALİ'NİN (A.S) Resulullah'ın (s.a.a) YANINDAKİ MAKAMI
438- Senetli bir hadiste Abdullah b. Ömer'den şöyle nakledilmiştir:
"Resulullah'a (s.a.a) Ali b. Ebî Tâlib hakkında sorduğumuzda, Allah Resulü öfkelenerek şöyle buyurdu: 'Ne olmuş bazı gruplara!? Öyle bir kimsenin hakkında ileri geri konuşuyorlar ki Allah katında aynı benim sahip olduğum mertebeye ve benim sahip olduğum makama sahiptir; nübüvvet hariç!"
439- Seneti bir şekilde Abdullah b. Mes'ûd'dan şöyle nakledilmiştir:
"Resulullah'ı (s.a.a) gördüm ki Ali'nin elini elinde tutuyor ve onu öpüyordu. Dedim ki: 'Size göre Ali'nin yeri nedir?' Şöyle buyurdu: 'Ali'nin benim yanımdaki yeri, benim Allah indindeki yerim gibidir!"
103- İMÂM ALİ'NİN (A.S) EFENDİLİKLE VASıFLANDIRILIŞI
440- Resulullah (s.a.a): "Ali, müminlerin efendisidir."
441- Resulullah (s.a.a): "Ali, vasîlerin efendisidir."
442- Resulullah (s.a.a): "Ali, velilerin efendisidir."
443- Resulullah (s.a.a): "Ben, Ademoğullarının efendisiyim; Ali de Arapların efendisidir."
444- İbn Ebî Leylâ, İmâm Hasan'dan (a.s) şöyle nakletmiştir:
"Resulullah (s.a.a) 'Bana Arapların efendisini çağırın' dedi. Maksadı ali b. Ebî Tâlib idi. Âişe, 'Arapların efendisi sen değil misin?' deyince şöyle buyurdu: 'Ben, Ademoğullarının efendisiyim; Ali ise Arapların efendisidir.' Ali geldiğinde Ensâr'ın peşine gönderdi; yanına geldiklerinde, onlara hitaben şöyle buyurdu: 'Ey Ensâr topluluğu, size, benden sonra sarıldığınız takdirde asla dalalete düşmeyeceğiniz şeyi göstereyim mi?' 'Evet ya Resulallah' dediklerinde, şöyle devam etti: 'Bu Ali'dir; onu, benim sevgim için sevin; ona benim değer verdiğim için değer verin-saygı gösterin. Bunu bana Cebrâîl emretti; bunu ben Allah (azze ve celle) tarafından size söyledim."
445- Ebûzer'den şöyle rivâyet edilmiştir:
"Peygamber (s.a.a) Ali b. Ebî Tâlib'e bakarak şöyle buyurdu: 'Bu göklerin ve yerlerin ilklerinin en iyisidir, bu vasîlerin efendisidir; bu sıddıkların efendisidir ve muttakilerin imâmıdır."
446- Abdullah b. Abbâs'tan şöyle nakledilmiştir: "Pey-gamber (s.a.a) Ali b. Ebî Tâlib'e bakarak şöyle buyurdu: "Hem dünyada efendidir, hem de ahirette."
447- İbn Abbâs'ın bir rivâyeti de şöyledir:
"Resulullah (s.a.a) beni Ali b. Ebî Tâlib'e gönderdi ve ona deki (Resulullah senin için şöyle dedi): 'Sen dünyada da efendisin, ahirette de; kim seni severse, beni sevmiştir, kim sana düşmanlık beslerse, bana düşmanlık beslemiştir…"
448- Yine İbn Abbâs şöyle demiştir:
"Resulullah (s.a.a), Ali b. Ebî Tâlib'e bakarak şöyle buyurdu: 'Sen dünyada efendisin, ahirette de; kim seni severse hiç şüphesiz beni sevmiştir ve benim sevdiğim Allah'ın sevdiğidir; kim de sana düşmanlık beslerse, şüphesiz bana düşmanlık beslemiştir; benim düşmanım ise Allah'ın düşmanıdır. Yazıklar olsun benden sonra sana düşmanlık besleyene."
449- İbn Abbâs, Resulullah'ın (s.a.a) yine Hz. Ali'ye şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
"Ya Ali, sen dünyada efendisin, ahirette de; kim seni severse, beni sevmiştir; beni seven de Allah'ı sevmiştir. Kim de sana buğz ederse, bana buğz etmiştir; bana buğz eden de Allah (azze ve celle)'ye buğz etmiştir."
104- KUR'ÂN'DA BAHSİ GEÇEN "EMİR SAHİPLERİ", İMÂM ALİ (A.S) VE EVLATLARIDIR
450- Senetli bir hadiste, Ebû Basîr, 'Ey iman edenler, Allah'a itâat edin, Resule itâat edin ve sizden olan emir sahiplerine' âyetinin tefsirinde İmâm Muhammed Bâkır'dan (a.s) şöyle nakletmiştir: "Emir sahipleri, Kıyâmet gününe kadar Ali ve Fâtıma'nın evlatlarından gelecek İmâmlardır."
451- Câbir Cu'fi, Câbir b. Abdullah Ensârî'den şöyle duyduğunu nakletmektedir:
"Allah (azze ve celle), Peygamberi Muhammed'e (s.a.a) 'Ey iman edenler, Allah'a itâat edin, Resule itâat edin ve sizden olan emir sahiplerine' âyeti nazil olduğunda, 'Ya Resulallah dedim, "Allah ve Resulü'nü tanı-yoruz. Peki Allah'ın, itâatlerini senin itâatinle beraber kılan emir sahipleri kimlerdir?' Resul-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurdular: 'Onlar, benden sonra benim halifelerim ve Müslümanların imâmlarıdır ey Câbir. Onların ilki Ali bin Ebî Tâlib, sonra Hasan, sonra Hüseyin, sonra Ali bin Hüseyin, sonra da Tevrat'ta Bâkır diye anılan Muhammed bin Ali'dir. Ey Câbir, sen onu göreceksin; gördüğünde benim selâmımı ona iletirsin. Ondan sonra Cafer bin Muhammed Es-Sâdık, sonra Musâ bin Cafer, sonra Ali bin Musâ, sonra Muhammed bin Ali, sonra Ali bin Muhammed, sonra Hasan bin Ali ve en sonuncusu Allah'ın yeryüzündeki hücceti ve kulları arasındaki saklantısı olan ve benim isim ve künyemi taşıyan Hasan bin Ali'nin oğludur; o ki zikri yüce Allah, onun eliyle yeryüzünün doğusunu ve batısını fethedecektir; o ki Şîalarından ve dostlarının gözünden gaybete çekilecektir, öyle bir gaybet dönemi ki o dönemde Allah'ın, kalbini imanla imtihan ettiği kimseden başkası onun imâmeti üzerinde sabit kalmayacaktır…"
105- RESULULLAH'IN (S.A.A) İMÂM ALİ (A.S) HAKKINDAKİ DUASI
452- Senetli bir şekilde Ümm-ü Atiyye'den şöyle nakledilmiştir:
"Peygamber (s.a.a), Hz. Ali'nin de (a.s) içinde bulunduğu bir orduyu savaşa gönderdi. Ben Resulullah'ın ellerini kaldırarak şöyle dua ettiğini gözlerimle gördüm: 'Allah'ım, Ali'yi bir daha bana göstermeden canımı alma!"
453- Resulullah (s.a.a): "Allah'ım ondan (Ali'den), hararet ve soğukluğu gider." Hz. Ali (a.s) şöyle demiştir: "Ben, o günden itibaren, sıcaklık ve soğukluğun (eziyetini) asla hissetmedim…"
106- İMÂM ALİ (A.S); BU ÜMMETİN EN BÜYÜK "SIDDIK"I VE "FÂRÛK"UDUR
454- Abbâd b. Abdullah, Ali'den (a.s) şöyle duyduğunu nakletmiştir; buyurdu:
"Ben, Allah'ın kulu ve Resulünün kardeşiyim; en büyük sıdık benim; benden sonra bunu ancak yalancı ve iftiracı kimse iddia eder. Ben insanlardan yedi yıl önce namaz kıldım."
455- Resulullah (s.a.a): "Ali'dir en büyük sıddık."
456- Ebû Süheyle'den şöyle rivâyet edilmiştir:
"Ben ve Selmân-ı Fârisî hac yolculuğuna çıkmıştık, giderken Rebeze'de Ebûzer-i Gıfârî'ye uğrayıp yanında oturduk. O, bize şöyle dedi: "Yakında benden sonra bir fitne olacaktır, bundan kaçış yoktur. Bu fitne sırasında Allah'ın kitabına ve büyük insan Ali b. Ebî Tâlib'e sarılın ve onlardan asla ayrılmayın. Şehâdet ederim ki Allah Resulü'nün (s.a.a) şöyle buyurduğunu duydum: "Ali'dir bana ilk iman eden, beni ilk tasdik eden, Kıyâmet gününde benimle ilk müsafaha edecek kimse, odur en büyük sıddık ve odur bu ümmetin hakkı batıldan ayıran 'fârûk'u; odur müminlerin reisi -söz sahibi-; mal ise münafıkların reisidir."
457- Resulullah (s.a.a): "Çok geçmeden benden sonra bir fitne meydana gelecektir. O zaman olduğunda, Ali b. Ebî Tâlib'in yanında yer alın ve asla ondan ayrılmayın. Hiç şüphesiz hakkı batıldan ayıran fârûk odur."
458- Ebûzer ve Selmân'dan şöyle nakledilmiştir:
"Resulullah (s.a.a) Ali b. Ebî Tâlib'in elinden tuttu ve şöyle buyurdu: "İşte budur bana ilk iman eden ve Kıyâmet günü benimle ilk müsafaha edecek kimse, odur en büyük 'sıddık' ve bu ümmetin 'fârûk'u ve müminlerin reisi."
459- Senetli bir hadiste ravi Ebûzer'den şöyle duyduğunu nakletmektedir:
"Resulullah'ın (s.a.a) duydum ki Hz. Ali'ye (a.s) şöyle buyuruyordu: "Sen bana ilk iman edensin, Kıyâmet günü benimle ilk müsafaha edecek kimse sensin, en büyük sıd-dık sensin, en yüce fârûk sensin, hak ile batılın arasını ayıracaksın. Sen müminlerin reisisin (dünya) malı da kâfirlerin reisidir."
107- İMÂM ALİ (A.S), HAK İLE BERABERDİR, HAK DA ALİ (A.S) İLE
460- Resulullah (s.a.a): "Ali hak ile beraberdir, hak da onunla, havuz başında bana varıncaya kadar birbirlerinden ayrılmazlar."
461- Resulullah (s.a.a): "Ali, nereye dönerse, hak onunla birliktedir."
462- Resulullah (s.a.a): "Hak, Ali b. Ebî Tâlib ile beraberdir, nereye dönerse."
463- Resulullah (s.a.a): "Hak, Ali b. Ebî Tâlib ile beraberdir, nereye dönerse."
464- Ümm-ü Seleme'den nakledilmiştir: Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu duydum:
"Hiç şüphesiz hak, Ali ile birliktedir ve Ali de hakla birlikte. Bu ikisinin birlikteliği (Kevser) havuzu başında bana varıncaya kadar asla bozulmaz."
465- Ebû Ya'lâ Abdurrahman b. Ebî Saîd-i Hudrî kendi müsnedinde, babasından şöyle nakletmektedir:
"Ali b. Ebî Tâlib, Resulullah'ın (s.a.a) yanından geçtiğinde, Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurdu: "Hak, bununla birliktedir; hak bununla birliktedir."
466- Resulullah (s.a.a): "Allah, Ali'ye merhamet eylesin; Allah'ım, o nereye dönerse hakkı onunla birlikte döndür."
467- Ebûzer'in hizmetçisi Ebû Sâbit'ten şöyle nakledilmiştir:
"Ümm-ü Seleme'nin yanına gittim; baktım ki Ali'den bahsedip ağlıyor ve diyor ki Resulullah'ın şöyle buyurduğunu duydum: "Ali hakla birliktedir, hak da Ali'yle; bu ikisi Kıyâmet günü havuz başında bana varıncaya kadar asla birbirlerinden ayrılmazlar."
468- Hz. Ali'den (a.s) Resulullah'ın (s.a.a) kendisine hitaben şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"Ya Ali, hiç şüphesiz hak seninle beraberdir, senin dilindedir, senin kalbindedir ve gözlerinin önündedir."
469- Resulullah (s.a.a): "Hak, sürekli Ali'yle, Ali de hakla birliktedir; bu ikisi asla birbirlerinden farklılaşmaz, asla birbirinden ayrılmazlar."
470- Resulullah (s.a.a): "Hak Ali'yle birliktedir, Ali de hak ile, o nereye dönerse o da o tarafa döner."
471- İbn Abbâs, Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakletmiştir:
"Ali hak ile birliktedir, hak da onunla, benden sonra imâm ve halife odur; kim ona sarılırsa, hedefe ulaşır ve kurtulur. Kim de ondan ayrılırsa, yolunu kaybeder ve şaşkın kalır. O benim gusül ve kefenleme işimi üstlenir, borcumu eda eder, o iki torunum Hasan ve Hüseyin'in babasıdır…"
472- Ebûzer-i Gıfârî, Ümmü'l-Müminin Ümm-ü Sele-me'den nakletmiştir; dedi ki Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu duydum:
"Hiç şüphesiz Ali hak ile beraberdir, hak da onunla; onların bu birlikteliği havuz başında bana varıncaya kadar asla bozulmaz."
473- Resulullah (s.a.a): "Ali, hakla birliktedir, hak da Ali'yle."
474- Resulullah (s.a.a), Hz. Ali'ye (a.s) hitaben: "Sen, hakla berabersin; hak da nereye dönerse seninle beraber olacaktır."
475- Resulullah (s.a.a) yine Hz. Ali'ye (a.s) hitaben: "Sen, hakla berabersin, hak da seninle beraber."
476- Ammâr b. Yâsir, Resulullah'ın (s.a.a) Hz. Ali'ye hitaben şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
"Ya Ali, sen hak üzere olduğun hâlde, çok geçmeden azgın çete seninle savaşacaktır; kim o gün sana yardım etmezse, benden değildir."
477- Bir hadiste râvi Ebûzer-i Gıfârî'den şöyle nakletmiştir: Resulullah'tan (s.a.a) duydum ki şöyle buyuruyordu:
"Ali, hakla birliktedir, hak da onunla birliktedir; onun dilindedir. Ali nereye dönerse, hak da onunla birlikte döner."
478- Selmân, Ebûzer ve Mikdâd, Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakletmişlerdir:
"Şüphe yok ki Ali hakla beraberdir, hak da her halükarda Ali'yle beraberdir. O bana ilk iman eden ve Kıyâmet günü benimle ilk müsafaha edecek kimsedir; odur en büyük sıddık ve hakkı batıldan ayıracak en yüce Faruk. O, benim vasîm, vezirim ve benden sonra ümmetim arasındaki halifemdir."
479- Resulullah (s.a.a): "Ali, hak ile beraberdir, hak da Ali ile beraberdir. Hak, Ali ne tarafa dönerse, o tarafa döner."
108- İMÂM ALİ (A.S), KUR'ÂN'LA BİRLİKTEDİR, KUR'ÂN DA ONUNLA
480- Ebûzer ailesinin hizmetçisi Ebû Sâbit kanalıyla Ümm-ü Seleme'nin Resulullah'tan (s.a.a) şöyle duyduğu nakledilmiştir:
"Ali b. Ebî Tâlib, Kur'ân'la birliktedir, Kur'ân'da onunla; o ikisi (Kevser) havuzu başında bana varıncaya kadar, birbirinden ayrılmazlar."
481- Resulullah (s.a.a): "Ali, Kur'ân'la birliktedir, Kur-ân'da Ali'yle."
482- Ümm-ü Seleme'den şöyle nakledilmiştir:
"Canımı elinde tutan (Allah'a) andolsun ki Resulul-lah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu duydum: "Ali, hak ve Kur'ân'la birliktedir, Kur'ân ve hak da Ali ile birlikte; onlar havuz başında bana varıncaya kadar asla birbirinden ayrılmazlar."
109- İMÂM ALİ (A.S), RESULULLAH'IN (S.A.A) ÜMMETİNE EMANETİ
483- Zeyd b. Sâbit Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakletmiştir:
"Hiç şüphesiz ben sizin aranızda iki halife bırakıyorum; Allah'ın kitabını ve Ali b. Ebî Tâlib'i. O sizin için Allah'ın kitabından daha önemlidir;[537] zira Allah'ın kitabında olanları da size açıklayacak olan odur."
110- İMÂM ALİ (A.S) İÇİN GÖKTEN SU İNDİRİLMESİ
484- Hârezmî kendi senediyle Enes b. Mâlik'ten nakletmiştir:
Allah Resulü (s.a.a) Ebûbekir ve Ömer'e hitaben şöyle buyurdu: "Ali'nin yanına gidin, bu gece yaşadıklarını size anlatsın. Ben de sizin ardınızdan geliyorum." Enes diyor ki "O ikisi hareket etti, ben de onlarla birlikte (Ali'nin bulunduğu yere) geldik. Ebûbekir ve Ömer Hz. Ali'den izin istediler; Ali onların karşısına çıktı. Ebûbekir 'Bir olay mı oldu?' diye sordu. Hz. Ali 'Hayır dedi, hayırdan başka bir şey olmadı.' Ebûbekir dedi ki 'Resulullah (s.a.a) bana ve Ömer'e 'Ali'ye gidin de bu gece yaşadıklarını size anlatsın' buyurdu. Enes diyor 'O sırada Resulullah da yanımıza ulaştı ve Hz. Ali'ye şöyle buyurdu: 'Ya Ali, bu gece yaşadıklarını onlara anlat.' Hz. Ali 'Ya Resulullah, utanıyorum' deyince, Resulullah (s.a.a) tekrar 'Anlat onlara buyurdu, Allah haktan haya etmez.' Hz. Ali şöyle başladı anlatmaya:
"(Cenabetten) taharet olmak için su lazım oldu; sabah oldu ama (su olmadığı için) namazımın kaza olmasından korktum. Su bulmaları için bir tarafa Hasan'ı gönderdim, bir tarafa da Hüseyin'i. Fakat geciktiler ve ben buna üzüldüm. Aniden tavanın yarıldığını ve üzerine mendil örtülü bir kovanın bana doğru uzandığını gördüm. Üzerinden mendili açınca, içerisinin suyla dolu olduğunu gördüm. Namaz için taharet alıp, gusledip namazımı kıldım. Ardından kova mendille birlikte tekrar yukarı kalktı ve yarılmış tavan yeniden kavuştu.' Allah Resulü (s.a.a) Hz. Ali'ye şöyle buyurdu: "O kova cennetten, içindeki su, Kevser nehrinden, mendil ise cennet kadifesindendi. Ya Ali, kim senin bu gecedeki halini yaşayabilir?! Cebrâîl bile bu gece sana hizmet ediyordu."
111- İMÂM ALİ (A.S) HZ. FÂTIMA'nın (A.S) EŞİ-DENGİDİR
485- Zehhâk b. Mezâhim diyor ki Ali b. Ebî Tâlib'den duydum ki şöyle diyordu:
"Ebûbekir ve Ömer, bana gelerek dediler ki 'Resulul-lah'ın (s.a.a) yanına gidip Fâtıma'yla evlilik konusunda onunla konuşsana.' Ben Resulullah'ın yanına geldim. Beni gördüğünde güldü; ardından şöyle buyurdu: "Seni bana getiren nedir ey Ebe'l-Hasan? Bir hacetin mi var?" Ben ona olan yakınlığımı, İslam'da önceliğimi, ona yardımımı ve cihadımı hatırlattım. 'Doğru söylüyorsun ya Ali buyurdu, sen anlattığından daha üstünsün.' Ben devam edip 'Ya Resulullah dedim, Fâtıma'yı benimle evlendirir misin?' Şöyle buyurdu: 'Senden önce de bazı kişiler bu konuda talip oldular ve ben bunu ona açtığımda, yüzünde hoşnutsuzluk emareleri gördüm. Ben şimdi dönünceye kadar burada bekle.
Resulullah (s.a.a) Hz. Fâtıma'nın yanına gitti. Fâtıma (a.s) ayağa kalkıp Resulullah'ın abasını aldı, ayakkabılarını çıkardı, sonra abdest suyu getirip eliyle ona abdest aldırdı ve ayaklarını yıkadı ve bir kenara oturdu. Allah Resulü (s.a.a) 'Ya Fâtıma' diye seslenince, 'Buyurun ya Resulallah dedi, isteğinizi yerine getirmeye hazırım.' Resulullah şöyle devam etti: 'Sen, Ali b. Ebî Tâlib'in (bana) yakınlığını, faziletini ve İslam'daki yerini biliyorsun. Ben Rabb'im'den seni yaratıklarının en iyisi ve en çok sevdiğiyle evlendirmesini diledim. Ali, seninle evlilik konusunda bir öneride bulundu; ne dersin?' Hz. Fâtıma sustu, ama yüzünü çevirmedi ve Resulullah (s.a.a), onun yüzünde hoşnutsuzluk emaresi görmedi. Bunun üzerine Allah Resulü (s.a.a) ayağa kalkıp şu cümleleri söylediği hâlde dışarıya çıktı:
'Allah-u Ekber! Onun susması, rızâsını gösteriyor!' Bu sırada Cebrâîl (a.s) nazil olarak 'Ya Muhammed dedi, onu Ali b. Ebî Tâlib'le evlendir. Hiç şüphesiz Allah, Fâtıma'nın Ali'ye, Ali'nin de Fâtıma'ya (eş olmasına) razı oldu. Hz. Ali şöyle devam etmiştir: "Bunun üzerine, Allah Resulü (s.a.a) Fâtıma'yı bana nikahladı, sonra bana gelerek buyurdu ki: 'Allah'ın adıyla ayağa kalk ve şöyle de: Maşaallahu, La kuvvete illa Billahi, Tevekkeltu Alellah" (Allah'ın istediği olur, Allah'a dayanmayan bir güç yoktur ve ben Allah'a tevekkül ettim.) Sonra beni Fâtıma'nın yanına oturtarak şöyle buyurdu:
"Allah'ım, hiç şüphesiz bu ikisi, yaratıklarından en çok sevdiklerimdir, sen de onları sev, onların zürriyetini mübarek-bereketli kıl; kendi indinden onlar için koruyucu karar kıl. Ben onları ve evlatlarını kovulmuş Şeytan'dan sana sığındırıyorum."
486- Râvi diyor ki babam bana, dedemden, o da kendi babasından şöyle nakletmiştir: "Bir gün Resulullah (s.a.a) ile birlikte onun kapısında oturuyorduk. Birden Hz. Fâtıma'yı, Hz. Hasan'ı taşıdığı hâlde gördük ki şiddetli bir şekilde ağlıyordu. Allah Resulü (s.a.a) onu karşılayıp 'Allah gözlerini ağlatmasın, neden ağlıyorsun?' buyurdu ve Hz. Hasan'ı onun elinden aldı. Hz. Fâtıma cevabında şöyle dedi: "Ya Resulullah, Kureyş kadınları beni ayıplayıp şöyle dediler: "Baban seni malsız, mülksüz bir fakirle evlendirdi."
Bunun üzerine Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurdu: "Seni ben değil, Allah-u Teâlâ semâda evlendirdi ve buna Cebrâîl, Mîkâîl ve İsrâfîl'i şahit tuttu. Ey Fâtıma, bil ki Allah-u Teâlâ yeryüzüne teveccüh edip ondan babanı seçti ve onu peygamber olarak meb'ûs etti. Sonra ikinci defa teveccüh etti ve bu sefer ondaki yaratıkları arasından eşin Ali'yi seçti ve onu da vasî olarak kararlaştırdı. Ardından seni yedi göğün üstünden Ali'yle evlendirdi, bana da seni onunla evlendirmemi ve onu kendime vasî ve vezir olarak seçmemi emretti. Evet Ali, kalbi en şecaatli olan, insanlardan en çok ilme sahip olan, insanlardan en güzel hüküm verebilen, insanlar içinden en önce iman eden, onların en cömerti olan ve onlar içinden en güzel ahlaka sahip olan kimsedir…"
487- Senetli bir hadiste Yunus b. Zebyân vasıtasıyla İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) şöyle rivâyet edilmiştir:
"Eğer Allah Tebareke ve Teâlâ, Hz. Emirü'l-Müminin'i (a.s), Hz. Fâtıma (a.s) için yaratmasaydı, Adem'den tutun aşağıya doğru (insanlardan) hiçbir kimse Hz. Fâtıma'ya eş olamazdı!"
488- Câbir b. Abdullah-i Ensârî'den şöyle nakledilmiştir:
"Peygamber (s.a.a) Hz. Ali'ye Hz. Fâtıma'yı nikahladığı zaman, Kureyş'liler gelip "Ya Resulallah dediler, neden Fâtıma'yı çok naçiz bir mehirle Ali'ye nikahladın?" Peygamber (s.a.a) şöyle cevap verdi: "Fâtıma'yı Ali'yle evlendiren ben değilim, Allah onu Tûbâ ağacının yanında evlendirdi; izdivaç merasiminde melekler de hazır bulundu. Allah-u Teâlâ Tûbâ ağacına meyvelerini saçmasını emretti, o da ince, yakut ve yeşil zebercet saçtı…"
489- Resulullah (s.a.a): "Ey İnsanlar topluluğu, hiç şüphesiz Ali bendendir; onun evlatları benim evlatlarımdır ve o benim habibimin (kızımın) eşidir, onun emri benim emrimdir ve onun nehyi benim nehyimdir."
112- İMÂM ALİ (A.S) VE CENNET
490- Saîd b. Cübery, İbn Abbâs'tan Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
"Ben cennet şehriyim, Ali de onun kapısıdır. O hâlde kim cennete girmek isterse, kapısından gelsin."
491- Resulullah (s.a.a) Hz. Ali'ye (a.s) hitaben: "Ben cennet şehriyim, sen de kapısısın. Ey Ali, kapısının dışındaki bir yerden cennete gireceğini zanneden, yalan söylemiştir."
492- İmâm Hüseyin'in (a.s), babası Emirü'l-Mümi-nin'den (a.s) şöyle rivâyet ettiği nakledilmiştir:
"Resulullah bana buyurdu ki: 'Sen cennete ilk girecek kimsesin.' 'Ya Resulallah dedim, ben senden de mi önce gireceğim?' 'Evet buyurdu, sen benim ahiretteki sancaktarım olacaksın, nasıl ki dünyada sancaktarımsın; sancağı taşıyan ise önde hareket eder…"
493- Resulullah (s.a.a), Hz. Ali'ye (a.s) hitaben: "Ya Ali, sen ve senin yarenin cennettesiniz; sen ve senin izleyicilerin ya Ali cennettesiniz!"
194- Resulullah (s.a.a): "Kıyâmet günü olduğunda, benim için Arş'ın sağ tarafında kırmızı yakuttan bir çadır kurulacaktır. İbrahim için Arş'ın sol tarafında yeşil bir çadır dikilecektir; bizim aramızda ise Ali b. Ebî Tâlib için beyaz inciden bir çadır kurulacaktır. İki halilin arasında yer alan habib hakkında ne dersiniz?!!"
195- Resulullah (s.a.a), Hz. Ali'ye hitaben: "Ya Ali, sen cennette benim sarayımda kızım Fâtıma'yla birlikte olacaksın; o senin dünya ve ahirette eşin olacaktır, ben de senin arkadaşın." Ardından şu âyeti okudular: "Köşkler/divanlar üzerinde karşı karşıya oturan kardeşler olacaklardır." Onlar Allah için birbirlerini sevdikleri hâlde birbirlerine bakacaklardır."
496- Resulullah (s.a.a) Hz. Ali'ye (a.s) hitaben: "Senin cennetteki yerin, benim evimin karşısında olacaktır."
497- Resulullah'ın (s.a.a) Hz. Ali'nin (a.s) elinden tutarak şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir:
"Ya Ali, cennetteki menzilinin, benim menzilimin karşısında olmasına razı değil misin?" Hz. Ali: "Evet razıyım, anam-babam sana feda olsun ya Resulallah" deyince şöyle buyurdu: "Hiç şüphesiz senin cennetteki menzilin benim menzilimin önünde olacaktır."
498- Hz. Zeynep, annesi Hz. Fâtıma'dan (a.s) şöyle nakletmiştir:
"Allah Resulü (s.a.a) Hz. Ali'ye (a.s) baktı ve şöyle buyurdu: "İşte bu, cennettedir."
499- Abdullah b. Ömer Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakletmiştir: "Ya Ali, sen cennettesin."
113- İMÂM ALİ (A.S), CENNET VE CEHENNEMİ BÖLENDİR
500- Senetli bir hadiste Resulullah'ın (s.a.a) Hz. Ali'ye (a.s) hitaben şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"Ya Ali, sen cenneti ve (cehennem) ateşini bölensin; senin muhabbetinle iyiler kötülerden tanınır; hayır ve şer ehli insanlar ve müminlerle kâfirler birbirinden ayrılır."
501- Resulullah (s.a.a): "Ya Ali, sen cenneti ve (cehennem) ateşini bölensin."
502- Resulullah (s.a.a): "Ali, cenneti ve (cehennem) ateşini bölendir."
503- Hz. Ali'den (a.s) Resulullah'ın (s.a.a) kendisine hitaben şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"Ya Ali, sen Kıyâmet günü cenneti ve (cehennem) ateşini bölecek kimsesin. Ateşe şöyle hitap edeceksin: 'Bu senindir, bu da benim!"
504- Emirü'l-Müminin Ali (a.s): "Kıyâmet gününde (cehennem) ateşini ben böleceğim. Ateşe 'bu senindir bu da benim' diye hitap edeceğim."
Bir kalkandır Ali'nin muhabbeti
O muhabbet böler nârı, cenneti
Mustafâ'nın vasîsidir hak üzre
Farzdır inse-cine hak imâmeti.
505- Ebû Saîd, Resulullah'tan (s.a.a) nakletmiştir; şöyle buyurdu:
"Kıyâmet günü olduğunda cennetle görevli Rıdvan ve cehennemle görevli Malik isimli melekler, cennet ve cehennemin anahtarlarıyla bana gelecekler; ben onlara 'Anahtarları Ali'ye verin' diyeceğim."
506- Abdullah İbn Abbâs Resulullah'ın (s.a.a) kendisine hitaben şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
"Ey İbn Abbâs, Ali'den asla ayrılma; hiç şüphesiz hak onun dilinde ve kalbindedir. O cennetin ve cehennemin kilidi ve anahtarıdır. Onunla (insanlar) cennete ve cehenneme gireceklerdir."
507- Senetli bir hadiste Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakledilmiştir:
"Ya Ali, sen (cehennem) ateşini ve cenneti bölensin. Sen cennet kapısını çalıp sevenlerini sorgusuz bir şekilde ona sokacaksın."
508- İmâm Muhammed Bâkır (a.s) kanalıyla Hz. Emi-rü'l-Müminin Ali'den (a.s) şöyle rivâyet edilmiştir:
"Cenneti ve (cehennem) ateşini bölen benim; sevenlerimi cennete, düşmanlarımı ise cehenneme sokacağım."
509- Bir rivâyette şöyle geçmektedir: "Emirü'l-Mu'mi-nin Ali (a.s) ayağa kalkarak bir hutbe okudu; Allah'a hamd u senâdan sonra şöyle buyurdu:
"Ey insanlar topluluğu, bizi seven birisi ateşe girmez ve bize düşmanlık besleyen kimse de cennete girmez. Cenneti ve (cehennem) ateşini bölen benim. Cennet ve cehennem arasını ben taksim edeceğim; 'Bu sağdan cennete girsin ve bu soldan ateşe girsin' diye hitap edeceğim. Yine Kıyâmet gününde cehenneme şöyle hitap edeceğim: 'Bu senin, bu da benim.' Bilahare bütün Şîalarım, çakan yıldırımlar, şiddetli şimşekler süratli kuşlar ve koşan atlar gibi Sırât üzerinden geçeceklerdir!"
510- Câbir-i Cu'fî vasıtayla, Resulullah'ın (s.a.a) Âi-şe'ye şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"Ali hakkında bana eziyet etme; zira hiç şüphesiz o, Müminlerin Emiri ve Müslümanların efendisidir. Allah Kıyâmet gününde onu Sırât'ın üzerinde oturtacaktır; böylece o, dostlarını cennete ve düşmanlarını da (cehennem) ateşine sokacaktır.
511- İmâm Muhammedü'l-Bâkır (a.s), babalarından, Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
"Ya Ali, nasıl olacaksın, cehennemin kenarında durduğunda ve Sırât'a geldiğinde; (o gün ki) insanlara 'geçin' denilecek ve sen cehenneme şöyle hitap edeceksin: 'Bu senin, bu da benim!' Hz. Ali (a.s) 'Ya Resulallah, ('bunlar da benim' diyeceğim) o kimseler, kimlerdir?' diye sorduğunda, şöyle buyurdu. 'Onlar senin Şîalarındır; sen nerede olursan, onlar da seninle olacaklardır."
512- Resulullah (s.a.a): "Kıyâmet günü Allah-u Teâlâ, bana ve Ali b. Ebî Tâlib'e şöyle buyuracaktır: 'Sizi sevenleri cennete ve size buğz edenleri (cehennem) ateşine sokun.' Allah-u Teâlâ'nın Kur'ân'daki 'Atın her inatçı kâfiri cehenneme' sözü de bunu ifade etmektedir."
513- İbn Abbâs, Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakletmiştir:
"Kıyâmet günü olduğunda, Allah, Cebrâîl'e cennetin kapısında oturmasını ve ancak Ali b. Ebî Tâlib'den aldıkları berat belgesini taşıyanları cennete sokmasını emredecektir."
114- İMÂM ALİ (A.S) VE CENNET KAPISININ HALKASI
514- Resulullah (s.a.a): "Ali b. Ebî Tâlib, cennet kapısına asılmış bir halkadır. Kim ona tutunursa, cennete girer."
515- El-Menâkıb kitabında, Hâtib-i Bağdâdî vasıtasıyla Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakledilmiştir:
"Cennet kapısının halkası, altın yüzeyler üzerine yerleştirilmiş kırmızı yakuttan olacaktır. Halka kapıya değdikçe, 'Ya Ali, Ya Ali!' diye seslenecektir."
115- İMÂM ALİ (A.S) KÂBE GİBİDİR
516- Senâyihî, Hz. Ali'den (a.s) Resulullah'ın (s.a.a) kendisine hitaben şöyle buyurduğunu nakletmiştir.
"Sen, Kâbe gibisin, (Kâbe'ye olduğu gibi) sana gelinir, sen kimseye gitmezsin. Eğer şu topluluk, sana gelir de hilâfeti sana teslim ederlerse, kabul et. Ama onlar gelmez-se, sana gelinceye kadar sen onlara gitme."
517- Resulullah (s.a.a): "Ya Ali, sen Kâbe yerindesin."
518- Ebûzer-i Gıfârî'den Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"Ali'nin misali, sizin aranızda veya ümmet arasında (tereddüt Ebûzer'dendir), Kâbe-i Müşerrefe gibidir; ona bakmak ibâdettir; onun ziyaretine gitmek farizâdır."
116- İMÂM ALİ (A.S) VE RESULULLAH (S.A.A), ÜMMETİN İKİ BABASIDIRLAR
519- Resulullah (s.a.a): "Ben ve Ali, bu ümmetin iki babasıyız."
520- Hz. Ali'den (a.s), Resulullah'tan (s.a.a) şöyle duy-duğu nakledilmiştir:
"Ben ve Ali b. Ebî Tâlib, bu ümmetin iki babasıyız; hiç şüphesiz bizim onların boynundaki hakkımız, anne-baba-larının hakkından daha büyüktür. Eğer bize itâat ederlerse, onları ateşten kurtarıp rahatlık ve huzur yurduna götürürüz ve kölelikten kurtarıp en seçkin özgürlere kavuştururuz."
521- Muallâ b. Hüseyin, İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
"İki babadan birisi benim, diğeri ise Ali b. Ebî Tâlib'dir. Bu iki baba ölüm anında (herkese) görüneceklerdir!"
522- Hz. Fâtıma'nın (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"Bu ümmetin iki babası Muhammed ve Ali'dir. (Allah'ın salavat ve selâmı onların üzerine olsun.) Eğer onlara itâat ederlerse, eğriliklerini düzeltir ve onları daimi azaptan kurtarırlar ve onlara uyum sağladıklarında, ebedi nimete kavuştururlar onları."
523- Resulullah (s.a.a): "Babalarınızın en faziletli olanı ve taktir ve teşekkür edilmeye en lâyık olanı Muhammed ve Ali'dir."
524- İmâm Cafer-i Sâdık'ın (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"Kim, en faziletli babaları olan, Muhammed ve Ali'nin haklarına riâyet ederse, kendi babasının ve diğer kulların haklarından zayi ettiği ona bir zarar vermez; zira Muhammed (s.a.a) ve Ali (a.s) onları ondan razı etmeye çalışırlar."
525- İmâm Hasanü'l-Müctebâ'nın (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"Muhammed ve Ali bu ümmetin iki babalarıdırlar. O hâlde onların hakkını tanıyan ve her hâlinde onlara itâat eden kimseye ne mutlu! Böyle bir kimseyi Allah, cennetinin en faziletli oturanlarından karar kılacak ve onları bağışları ve rızâsıyla mutlu edecektir!"
526- Esbağ b. Nübâte, Hz. Ali'den (a.s) Resulullah'ın (s.a.a) kendisine şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
"Ya Ali, ben ve sen, bu ümmetin iki babasıyız; kim bizim hakkımızı çiğnerse, bize karşı gelirse, Allah'ın laneti onun üzerine olsun. Ben ve sen, bu ümmetin iki işçisiyiz; kim bize ücretimiz konusunda zulmederse, Allah'ın laneti onun üzerine olsun. Ben ve sen, bu ümmetin iki mevlâsı-efendisiyiz; kim bizden kaçarsa, Allah'ın laneti onun üzerine olsun!"
527- Yine senetli bir hadiste Hz. Ali'nin (a.s), Resulul-lah'tan (s.a.a) şöyle naklettiği rivâyet edilmiştir:
"Ali'nin insanlar üzerindeki hakkı, babanın evladı üzerindeki hakkı gibidir."
528- Resulullah (s.a.a): "Ali'nin Müslümanlar üzerindeki hakkı, babanın evladı üzerindeki hakkı gibidir."
529- Câbir b. Abdullah da Resulullah'tan (s.a.a) şu şekilde nakletmiştir:
"Ali'nin bu ümmet üzerindeki hakkı, babanın evlat üzerindeki hakkı gibidir."
530- İmâm Muhammed Bâkır'dan (a.s), şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"Kim, Allah katındaki değerini anlamak istiyorsa, en değerli iki babası olan Muhammed ve Ali'nin, (Allah'ın salavatı onların üzerine olsun) onun yanında ne kadar değer sahibi olduğuna baksın."
531- İmâm Ali Rızâ (a.s), babaları kanalıyla Resulul-lah'tan (s.a.a) şöyle nakletmiştir:
"Ben Allah (azze ve celle)'nin yarattıklarının efendisiyim; ben Cebrâîl, Mîkâîl, İsrâfîl, Arş'ın taşıyıcısı meleklerden ve bütün mukarrep meleklerden ve Allah'ın peygamber ve resullerinden üstünüm. Şefaatin ve değerli (Kevser) havuzunun sahibiyim ben. Ben ve Ali bu ümmetin iki babalarıyız. Kim, bizi tanırsa, Allah (azze ve celle)'yi tanımıştır ve kim bizi inkâr ederse, Allah (azze ve celle)'yi inkâr etmiştir. Benim ümmetimin iki peygamber torunu ve cennet gençlerinin efendisi olan Hasan ve Hüseyin, Ali'dendir. Hüseyin'in evladından ise dokuz imâm olacaktır ki onlara itâat etmek, bana itâat etmektir; onlara karşı gelmek, bana karşı gelmektir; onların dokuzuncusu, onların kâimi ve Mehdi'si olacaktır."
117- İMÂM ALİ'nin (A.S) BAZI ÖZELLİKLERİ
532- Senetli bir hadiste, Ubeydullah b. Râfi'den şöyle nakledilmiştir:
"Resulullah (s.a.a) oturduktan sonra, ne zaman kalkmak isterse, Ali'den başkası onun elinden tutmazdı. Resu-lullah'ın (s.a.a) ashabı da bunu bildikleri için Resulullah'ın elinden ondan başkası tutmazdı."
533- Hammâni'den de yine şu şekilde nakledilmiştir:
"Resulullah (s.a.a) oturduğunda Ali'ye yaslanırdı; kalk-mak istediğinde ise, elini Ali'nin eline verirdi."
534- Yine şöyle rivâyet edilmiştir: "Resulullah (s.a.a) vefat ettiği sırada başı Ali'nin kucağındaydı."
118- RESULULLAH'IN (S.A.A) CENAZE İŞLERİNİ ÜStLENEN İMÂM ALİ (A.S) İDİ
535- Yezid b, Bilâl'den nakledilmiştir; dedi ki Ali'den (a.s) şöyle duydum:
"Resulullah (s.a.a), benden başka kimsenin ona gusül vermemesini vasiyet etti. Benim avretimi kim görürse, gözleri kör olur."
Hz. Ali şöyle devam etti: "Abbâs ve Üsâme perde arkasından bana su veriyorlardı. Ben Resulullah'ın hangi uzvuna elimi uzatsan, sanki otuz kişi de benimle birlikte onu çeviriyordu; bu durum gusül bitinceye kadar devam etti!"
536- Resulullah (s.a.a): "Ya Ali, sen benim bedenime gusül verirsin; borcumu eda edersin; beni mezarımda defnedersin; zimmetimde olan şeyleri yerine ulaştırırsın; sen dünyada da ahirette de benim sancaktarımsın."
537- Hz. İmâm Hüseyin (a.s), babasından şöyle nakletmiştir:
"Peygamber (s.a.a), Hz. Ali'ye (a.s), kendisine gusül verme işlemini üstlenmesini vasiyet etti. Hz. Ali (a.s), 'Ya Resulallah, buna dayanamayacağımdan korkuyorum' dediğinde şöyle buyurdu: 'Bu işte sana yardım edilecektir!' Hz. Ali şöyle devam etmiştir: 'Allah'a yemin olsun ki, Resulul-lah'ın (s.a.a) hangi uzvunu çevirmek istediysem, benim için çevrildi!"
538- Resulullah (s.a.a): "Benim bedenimi çıplak olarak kimsenin görmesi caiz değildir; Ali hariç."
119- İMÂM ALİ (A.S), RESULULLAH'IN (S.A.A) SANCAKTARIDIR
539- Resulullah (s.a.a): "Ali, benim sancağımın sahibidir (sancaktarımdır)."
540- Resulullah (s.a.a): "Ali, hak sancağının sahibidir."
541- İbn Abbâs'tan şöyle nakledilmiştir:
"Allah Resulü (s.a.a), Bedir gününde sancağı Ali'ye (a.s) verdi. O sırada Ali (a.s), daha yirmi yaşındaydı."
542- İbn Abbâs'tan yine şöyle nakledilmiştir:
"Bütün önemli vakıalarda Resulullah'ın (s.a.a) sancağı Ali (a.s) ile birlikteydi; Bedir günü, Uhud günü, Hüneyn günü, Ahzâp (Hendek) günü ve Mekke fethinde. Ensâr'ın sancağı, Sâd b. Ubâde ile birlikteydi, her yerde ve Mekke fethinde. Muhacirlerin sancağı ise Ali (a.s) ile birlik-teydi."
543- Bir hadiste Câbir b. Semure'den şöyle nakledilir:
"Resulullah'a (s.a.a) 'Kıyâmet günü sizin sancağınızı kim taşıyacak ya Resulallah?' diye sorduklarında, şöyle buyurdu: 'Onu Kıyâmet günü o kimse taşıyacaktır ki, dünyada da taşıyordu. O ise Ali b. Ebî Tâlib'den başkası değildir."
544- Yine Câbir b. Semure'den şöyle nakledilmiştir:
"Allah Resulü'ne (s.a.a) 'Ya Resulallah, Kıyâmet günü senin sancaktarın kim olacaktır?' diye sorulduğunda, şöyle buyurdu: 'Benim ahiretteki sancaktarım, dünyadaki sancaktarım olan Ali b. Ebî Tâlib'dir."
545- Seleme b. Amr b. Ekva'dan şöyle rivâyet edilir:
"Allah Resulü (s.a.a), Ebubekir'i, sancağıyla (ki İbn Hişâm'ın nakline göre rengi beyaz idi) Hayber kalelerinden bazısına gönderdi. O savaştı ve geriye döndü; bütün çabalarına rağmen zafer elde edilemedi. Bir gün sonra Ömer b. Hattab'ı gönderdi, o da savaşıp geri döndü, ama fetih nasip olmadı. Bunun üzerine Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurdu: "Yarın sancağı öyle bir kişinin eline vereceğim ki Allah ve Resulü'nü sever; Allah onun eliyle fethi gerçekleştirecektir; o (geri) kaçacak birisi değildir." Seleme şöyle devam etmiştir: "Resulullah (s.a.a) Ali'yi yanına çağırdı. O sırada onun gözü ağrıyordu. Allah Resulü, ağız suyunu onun gözüne sürdü; ardından şöyle buyurdu: 'Al şu sancağı ve Allah sana fethi nasip edinceye kadar ilerle."
120- İMÂM ALİ (A.S) VE SANCAK HADİSİ
546- Abdullah b. Ömer, Ömer b. Hattap'tan Resululla-h'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
"Yarın sancağı öyle birisine vereceğim ki, Allah ve Resulü'nü sever, Allah ve Resulü de onu sever; o, ard arda (düşmana) saldıran ve asla (geri) kaçmayan birisidir. Allah fethi ona nasip kılacaktır. Cebrâîl onun sağında ve Mîkâîl de solunda hareket edeceklerdir. İnsanlar o geceyi iştiyak içinde sabahladılar. Sabah olduğunda, Allah Resulü (s.a.a) 'Ali nerededir?' diye seslendi. Dediler ki: 'Ya Resulallah, onun gözleri görmüyor.' 'Onu bana getirin' buyurdu. Hz. Ali, onun yanına getirildiğinde, 'Bana yaklaş' buyurdu. Hz. Ali yaklaştı ve Allah Resulü, ağız suyunu eliyle onun gözlerine sürdü. Bunun üzerine Ali, sanki önceden gözleri hiç rahatsız olmamış gibi, ayağa kalktı."
547- Resulullah (s.a.a): "Yarın muhakkak sancağı öyle birisine vereceğim ki, peş peşe düşmana saldırır ve geri kaçmaz. O, Allah ve Resulü'nü sever, Allah ve Resulü de onu severler; Allah onun eliyle fethi müyesser kılacaktır!"
548- Resulullah (s.a.a): "Yarın sancağı muhakkak öyle bir kimseye vereceğim ki, Allah ve Resulü'nü sever; Allah ve Resulü de onu sever. O peş peşe düşmana saldırır ve geri kaçmaz. O, alçak gönüllülükle sancağı alacaktır (bir rivâyette 'onu hakkıyla alacaktır' geçmekte, bir diğerinde ise 'Allah onun eliyle fethi müyesser kılıncaya kadar geri dönmeyecektir' geçmektedir)."
Buhâri ve Müslim'de ise rivâyet şu şekilde nakledilmiştir: "Allah Resulü sancak hadisini (ashaba) buyurduklarında insanlar, 'Acaba kime verecektir sancağı' söylentileriyle sabahladılar. Sabah açıldığında, erkenden hepsi Resu-lullah'ın (s.a.a) yanına koştular ve her birisi, sancağın kendisine verilmesini ümit ediyordu. İşte o sırada Allah Resulü 'Ali nerededir?' diye seslendi. 'O gözlerinden rahatsızdır' dediklerinde, 'Peşine adam gönderin' buyurdu. yanına getirildiğinde, Peygamber (s.a.a) ağzının suyunu onun gözlerine sürüdü ve onun için dua etti. Böylece Hz. Ali iyileşti ve Resulullah (s.a.a) sancağı ona verdi."
549- Yine Resulullah'ın (s.a.a) Hayber günü şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"Kesinlikle yarın sancağı öyle bir kimseye vereceğim ki, Allah ve Resulü'nü sever, Allah ve Resulü de onu severler; o, (düşmandan) asla kaçmaz. Allah onun eliyle fethi müyesser kılacaktır." Ardından (o sırada) gözlerinden rahatsız olan Ali'yi (a.s) yanına çağırdı; ağzının suyundan gözlerine sürdü ve sancağı ona verdi…"
550- Resulullah (s.a.a): "Yarın sancağı öyle birisine vereceğim -veya öyle birisi sancağı alacaktır- ki Allah ve Resulü onu severler -veya Allah ve Resulü'nü sever-; Allah, fethi ona müyesser kılacaktır." Oradakiler dediler ki: "(Sabahleyin) aniden Ali'nin geldiğini gördük; oysa onun geleceğini beklemiyorduk! "Ali geldi" dediler. Böylece Resulullah (s.a.a) sancağı ona verdi ve Allah ona fethi müyesser kıldı."
551- Resulullah (s.a.a): "Sancağı öyle bir kişiye bırakacağım ki, Allah ve Resulü'nü sever; Allah ve Resulü de onu sever ve Allah onun eliyle fethi gerçekleştirecektir." Ashabı başlarını Resulullah'a doğru uzattılar (kime vereceğini görmek için). Resulullah (s.a.a) de onu Ali'ye verdi."
121- İMÂM ALİ'nin (A.S) ŞECÂATİ VE SAVAŞLARDAKİ DURUMU
552- Hz. Ali'nin (a.s) şöyle dediği rivâyet edilmiştir:
"Vallahi, eğer Arapların hepsi benimle savaşmak için bir araya gelseler, ben asla onlara sırtımı dönüp (kaçmam). Eğer fırsatlar, onların hepsinin kellesini uçurmama imkân sağlasa, hemen bunu yaparım!"[608]
553- Abdurrahman b. Hâtıp'tan şöyle nakledilmiştir:
"Hz. Ali (a.s) savaşa çıkmak istediğinde tehlil (Lâ İlâhe İllallah) ve tekbir (Allah-u Ekber) söylerdi; ardından şöyle seslenirdi: 'Ben ölümden ne zaman kaçabilirim? Ölümüm takdir edildiği gün mü, takdir edilmediği gün mü?"
554- Şöyle rivâyet edilmiştir:
"Amr b. Abdeved, Hendek günü (Müslümanları) savaşa çağırdığında, kimse ona müspet cevap vermedi. Hz. Ali 'Canım sana feda olsun ya Resulallah, bana izin veriyor musun?' Allah Resulü, 'Ama o, Amr b. Abdeved'dir!' buyurduğunda, Ali (a.s) 'Ben de Ali b. Ebî Tâlib'im!' dedi. Ardından (Resulullah'ın izniyle) Amr'ın karşısına çıktı ve onu öldürdü…"
555- Tabersî'nin Hendek vakıası hakkında naklettiği hadislerin birisinde şöyle geçmektedir:
"Hz. Ali (a.s), bin atlıya bedel olan Amr b. Abdeved'in karşısına çıkıp onu öldürdü. Ondan önce Allah Resulü (s.a.a) onun hakkında şöyle dua etmişti: 'Allah'ım onu önünden ve arkasından, sağından ve solundan, yukarısından ve aşağısından koru!"
556- Abdullah b. Mes'ûd'dan şöyle rivâyet edilmiştir:
"Ali, Amr b. Ebdeved'in karşısına çıktığında Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurdu: "Bütün iman, bütün şirkin karşısına çıkmıştır!" Onu öldürdüğünde ise şöyle buyurdu: "Müjdeler olsun sana ey Ali, senin bu günkü amelin bütün ümmetimin ameliyle tartılsa, senin amelin onların ameline ağır basar."
557- Yine şöyle nakledilmiştir:
"Peygamber (s.a.a), Hz. Ali'ye Amr b. Ebdeved'in karşısına çıkması için izin verdiğinde ve Ali onun karşısına çıktığında Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurdu: "İmanın hepsi, şirkin hepsinin karşısına çıkmıştır!"
558- Hüzeyfe de Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Ali'nin hendek gününde vurduğu darbe, ümmetimin Kıyâmete kadar yapacakları amellerden üstündür!"
559- Resulullah (s.a.a): "Ali'nin Hendek gününde Amr b. Ebdeved ile mücadelesi, ümmetimin Kıyâmet gününe kadarki amelinden daha üstündür."
560- İmâm Cafer-i Sâdık (a.s) babasından, o da İmâm Zeynü'l-Âbidîn'den (a.s), Resulullah'ın (s.a.a) Ali b. Ebî Tâlib'e (a.s) şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
"Ey Ebel-hasan, eğer bütün yaratıkların imanları ve amelleri bir kefeye ve senin Uhud savaşındaki amelin diğer bir kefeye konsa, hiç şüphesiz seninki bütün mahlukata ağır basar. Allah-u Teâlâ, Uhud gününde senin ile mukarrep meleklerine övündü; gökten perdeyi kaldırdı ve senin ile cenneti ve onda olanları aydınlattı. Senin fiilinle âlemler sevindi. Hiç şüphesiz Allah-u Teâlâ, o güne karşılık sana her peygamber, resul, sıdık ve şehidin gıpta edeceği bir karşılık verecektir."
561- Abdullah b. Mes'ûd, Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakletmiştir: "Ben, Ali'yi hangi savaşa gönderdiysem, mutlaka onun sağında Cebrâîl'in ve solunda Mîkâîl'in hareket ettiğini gördüm. Allah-u Teâlâ, zaferi ona nasip kılıncaya kadar bulutlar da onun üzerini gölgeliyorlardı."
562- Resulullah (s.a.a): "Hiç şüphesiz, Ali'nin Amr'a vurduğu darbe, insanlar ve cinlerin ibâdetine bedeldir!"
563- İmâm Cafer-i Sâdık'ın (a.s) şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: "Bedir gününde, Rıdvan isimli bir melek semâdan şöyle seslendi: 'Zülfikâr gibi bir kılıç ve Ali gibi bir yiğit yoktur."
564- İbn Abbâs'tan senetli bir şekilde, Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"Rabb'im bana Zülfikâr'ı verdi ve şöyle buyurdu: 'Ey Muhammed, şunu al ve yeryüzünün en iyi insanına ver. Ben, 'Ya Rab, bu kimdir?' diye sorduğumda şöyle buyurdu: 'Benim yeryüzündeki halifem olan Ali b. Ebî Tâlib'dir."
122- İMÂM ALİ'nin (A.S) HAYBER'İN KAPISINI AÇMASI
565- Hz. Emirü'l-Müminin Ali'nin (a.s) Sehl b. Hüney-f'e yazdığı mektubunda şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"Vallahi ben Hayber'in kapısını bedenî bir güçle ve gıdaya dayanan bir hareketle açmadım; ben melekûti bir güçle ve Rabb'imin nuruyla nurlanmış bir ruhla teyid edildim. Ben Ahmed'e (s.a.a) nispetle ışıktan bir ışık gibiyim. Allah'a andolsun ki eğer bütün Araplar benimle savaşmak için bir araya gelip yardımlaşsalar, ben asla onlara sırtımı dönüp kaçmam. Eğer onların hepsinin kafasını uçurma fırsatı bulursam, bir tanesini bırakmam. Evet, ölümünün ne zaman geleceği endişesini taşımayan kimsenin kalbi, olaylar karşısında elbet ki muhkem ve sabit kalır."
566- Câbir b. Abdullah'tan şöyle nakledilmiştir:
"Hz. Ali (a.s), Hayber günü (kalenin) kapısını ellerinde tuttu; böylece Müslümanlar onun üzerinden yukarıya çıkıp Hayber'i fethettiler."
567- İbn Cerîr Taberî, kitabında şöyle nakletmiştir:
"Hz. Ali dört dirsek boyunda, beş karış kalınlığında olan ve saf taştan yapılmış olan Hayber kapısını sol eliyle taşıdı; öyle ki İmâm'ın parmakları, kapıda iz bıraktı! O, kapıyı hiçbir halkası-tutacak yeri olmadan yukarıya kaldırıp, kendine kalkan edindi ve düşmanlarıyla çarpışmaya başladı ve onlara saldırdı. Daha sonra da o kapıyı arkasına doğru kırk dirsek boyu uzaklara fırlattı."
568- Bir rivâyette ise şöyle geçmektedir:
"O kapı, on beş dirsek boyundaydı. Kapının önüne kazılmış hendeğin eni ise on dirsek boyundaydı. Hz. Ali, kapının bir tarafını hendeğin bir tarafına koydu, diğer tarafını ise elleriyle tuttu ve askerler onun üzerinden geçtiler; hem atlı hem de piyadeden oluşan askerlerin sayısı sekiz bin yedi yüz (8700) idi."
123- İMÂM ALİ'NİN (A.S) ALDIĞI YARALARIN SAYISI VE RESULULLAH'IN (S.A.A) ÜZÜNTÜSÜ
569- El-İhtisâs kitabında şöyle yazılmıştır: Hz. Ali'de (a.s) toplanan yetmiş haslet hakkında şöyle zikretmişlerdir:
"Hz. Ali (a.s) aldığı yaraların acısından dolayı hiçbir kimseye şikâyette bulunmamıştır ve sürekli başından ayağına kadar bedeninin her yerini kaplayan yara izlerini saklamaya çalışırdı. Allah yolunda aldığı bu yaraların sayısı bine ulaşmıştı!"
Yine şöyle nakledilmiştir: 'Emirü'l-Müminin (a.s) Uhud Savaşı'ndan döndüğünde, seksen yara almıştı ki, yaraların arasına koyulan fitil, öbür taraftan dışarıya çıkıyordu. Resulullah (s.a.a), onu ziyaret etmek için yanına geldi ve ezilmiş et parçası gibi onu bir derinin üzerinde görünce, ağladı… Yaraları pansuman yapan iki kadın durmadan Resulullah'a şikâyette bulunup 'Ya Resulallah, biz onun durumundan endişeleniyoruz; koyduğumuz fitiller yaraların bir yanından girip diğer yanından dışarı çıkıyor. Ayrıca o acısını gizliyor!' Râvi diyor ki: 'Hz. Ali (a.s), dünyadan gittiği sırada bütün bedenindeki yara izlerini saydılar, bin yara izi olduğu ortaya çıktı!"
570- Enes b. Mâlik'ten şöyle nakledilmiştir:
"Uhud günü Ali'yi Resulullah'ın (s.a.a) yanına getirdiler. Bedeninde altmış küsür mızrak, kılıç ve ok yarası vardı. Resulullah (s.a.a), yaralara elini sürmeye başladı. Elini sürdüğü her yer Allah'ın izniyle sanki hiç yaralanmamış gibi iyileşiyordu."
571- Ebû Dünyâ el-Muammerü'l-Mağribî'nin, Hz. Emi-rü'l-Müminin Ali'den (a.s) şöyle duyduğu nakledilmiştir:
"Ben Hayber vakıasında yirmi beş yara aldım. O halimle Resulullah'ın (s.a.a) yanına geldiğimde, bana olanları görünce ağladı; ardından göz yaşlarını alıp yaralarıma sürdü; anında rahatladım."
572- Tefsîr-i Kummî'de, Hz. Emirü'l-Müminin Ali'nin (a.s) Uhud'da aldığı yaraların sayısı doksan, El- Harâic kitabında ise kırk yara ve ayrıca on altı kılıç darbesi olarak nakledilmiştir ki o darbelerin dördünde, darbenin şiddetinden yere düşmüştür! Sa'dü's-Suûd kitabında ise yaraların sayısı, seksen olarak verilmiştir."