1.Bölüm

1. Bölüm
• İmâm Ali'nin (a.s) İslâm'ı ve İmanı
• İmâm Ali'nin (a.s) İlmi
• İmâm Ali'nin (a.s) İbâdeti
• İmâm Ali'nin (a.s) Ahlâkı ve Sireti
• İmâm Ali'nin (a.s) Adaleti ve Beytülmal Hakkındaki Hassasiyeti
imâm ali'nin (a.s) islâm'ı ve imânı
.
8- İLK MÜSLÜMAN OLAN
5- Resulullah (s.a.a): "Ya Ali, sen ilk Müslüman olan ve ilk iman eden kimsesin. Ve sen bana, Hârûn'un Musâ'ya olan nispetini taşıyorsun."
6- Selmân-ı Fârisî'den Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Havuz başında sizden benim yanıma ilk gelecek kimse, sizden ilk Müslüman olan Ali b. Ebî Tâlib'dir."
7- Hz. Ali'den (a.s) şöyle nakledilmiştir: "Resulullah (s.a.a) ile birlikte ilk Müslüman olan kimse benim."
8- Resulullah (s.a.a): "Ali, Müslümanlardan ilk Müslüman olan kimsedir."
9- Senetli bir hadiste İmâm Ebulhasan Ali b. Musâ Rızâ (a.s), babalarından şöyle nakletmiştir: "Hiç şüphesiz ilk Müslüman olan kimse, Hz. Ali'dir (a.s)."
10- Selmân-ı Fârisî Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakletmiştir; buyurdu:
"Benden sonra bu ümmetin en hayırlısı, ondan ilk Müs-lüman olan Ali b. Ebî Tâlib'dir."
11- Zeyd b. Erkam'dan şöyle nakledilmiştir: "Resulul-lah (s.a.a) ile birlikte ilk Müslüman kimse, Ali b. Ebî Tâ-lib'dir."
9- İLK İMAN EDEN
12- Resulullah (s.a.a): "Ali, Müminlerin ilkidir."
13- Resulullah (s.a.a): "Ali, insanların ilk iman edenidir."
14- Resulullah (s.a.a): "Ali, bana ilk iman eden kimsedir."
15- Ebûzer'den (r.a) ve Selmân'dan (r.a) şöyle nakledilmiştir:
"Resulullah (s.a.a) Ali'nin (a.s) elinden tuttu ve şöyle buyurdu: 'Bilin ki hiç şüphesiz bu, bana ilk iman eden kimsedir ve Kıyâmet günü benimle ilk müsafaha edecek kimse de odur."
16- Zeyd b. Erkam'dan şöyle nakledilmiştir; dedi ki:
"Resulullah'tan (s.a.a) sonra Allah'a ilk iman eden kim-se Ali b. Ebî Tâlib'dir."
10- İMÂM ALİ'NİN (A.S) İMANININ AĞIRLIĞI
17- Resulullah (s.a.a): "Hiç şüphesiz, eğer gökler ve yer bir kefeye koyulsa ve Ali'nin imanı da başka bir kefeye, hiç şüphesiz Ali b. Ebî Tâlib'in imanı ağır basar."
11- İMÂM ALİ (A.S), RESULULLAH'IN (S.A.A) EĞİTİMİNDE
18- Mücâhid b. Cebr'in (Ebü'l-Haccâc) şöyle dediği nakledilmiştir:
"Allah (azze ve celle)'nin Ali b. Ebî Tâlibe verdiği nimetlerden, yaptığı ihsanlardan ve onun için murad ettiği hayırlardan birisi de şudur ki, Kureyş şiddetli bir kıtlığa müptela oldu; Ebû Tâlib'in ise kalabalık bir ailesi vardı. Resulullah (s.a.a) Hâşim oğullarının en zenginlerinden olan amcası Abbâs'a dedi ki:
"Ey Ebelfazl, kardeşin Ebû Tâlib, kalabalık bir aileye sahiptir. İnsanların duçar olduğu şu kıtlığı da görüyorsun. Hadi gel de ona gidip ailesini hafifletelim. Çocuklarından birisini ben, birisini de sen al ve geçimlerini üstlenelim."
Abbâs da 'Hadi kalk gidelim' dedi. Birlikte Ebû Tâli-b'in kapısına gelip şöyle dediler: 'Biz insanlardan şu kıtlık gidinceye kadar senin aile yükünü hafifletmek istiyoruz.' Ebû Tâlib de 'Akîl'i bana bırakın sonra istediğinizi yapabilirsiniz.' Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) Ali'yi (a.s), Abbâs da Caferi aldı. Böylece Ali (a.s) Resulullah (s.a.a) peygamberliğe erişinceye kadar onun yanında kaldı; peygamber olunca da ona iman edip tâbi oldu ve onu tasdik etti. Cafer de Müslüman olup ihtiyaçsız hale gelinceye kadar Abbâs'ın yanında kaldı."
19- Bir hadiste şöyle geçer: "Hiç şüphesiz Emirü'l-Müminin (Ali) (a.s) dünyaya geldiğinde, Resulullah (s.a.a) 30 yaşındaydı. Allah Resulü (s.a.a) onu çok ama çok sevdi ve annesine dedi ki: 'Onun beşiğini benim yatağımın yanına yerleştir.' Onun bakım ve eğitim işini büyük ölçüde bizzat üslendi; yıkama zamanında Ali'yi kendisi temizlerdi; sütü ona eliyle içirirdi; uyumak istediğinde beşiğini sallardı; uyanık iken çocuk diliyle onunla konuşurdu; onu göğsünde taşır ve şöyle derdi: 'Bu benim kardeşimdir, velimdir, yardımcımdır, seçtiğim kimsedir, halifemdir, sığınağımdır, damadımdır, vasîmdir, kızımın kocasıdır ve vasiyetime eminimdir.' Resulullah (s.a.a) onu sürekli omzuna alır Mekke'nin dağlarında sokaklarında ve vadilerinde dolaştırırdı."
20- Hz. Ali (a.s) şöyle derdi: "Ben Allah Resulü (s.a.a) 'den duyduğum her şeyi mutlaka ezberler ve asla unutmazdım."
12- İMÂM ALİ'yi (A.S) TANIMANIN ZARURETİ
21- Resulullah (s.a.a): "Ya Ali, Allah'ı benden ve senden başkası hakkıyla tanımamıştır. Ve seni Allah'tan ve benden başka kimse hakkıyla tanımamıştır."
22- Birçok hadiste Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakledilmiştir; buyurdu "Ya Ali, Allah'ı benden ve senden başkası (hakkıyla) tanımamıştır ve beni Allah'tan ve senden başkası (hakkıyla) tanımamamıştır ve seni Allah'tan ve benden başkası 8hakkıyla) tanımamıştır."
23- Resulullah (s.a.a): "Bilin ki, kim Ali'yi tanır ve onu severse, Allah ölüm meleğini Peygamberlere gönderdiği gibi ona gönderir ve Münker ve Nekîr'in korkularını ondan uzaklaştırır. Mezarını nurlandırır ve onu yetmiş yıllık mesafe kadar genişletir ve Kıyâmet günü onun yüzünü ak eder."
24- Hz. Hüseyin (a.s) Resulullah'tan (s.a.a) bir hadiste şöyle nakletmiştir: "Kim Peygamberi (s.a.a) sevdiğini zanneder ama vasîyi sevmezse hiç şüphesiz yalan söylemiştir. Ve kim Peygamberi tanıdığını zanneder ama vasîyi tanı-mazsa hiç şüphesiz kâfir olmuştur."
25- Ebû Salt-ı Hirevî'den senetli bir şekilde şöyle nakledilmiştir: 'İmâm Rızâ'dan (a.s) duydum ki, babaları kanalıyla Emirü'l-Müminin'den (a.s) şöyle naklediyordu: Dedi ki 'Resulullah'ın (s.a.a) şöyle dediğini duydum:
"Ben Allah (c.c)'dan duydum ki şöyle buyurdu: 'Ali b. Ebî Tâlib benim kullarım üzerindeki hüccetim, beldelerimdeki nurum ve ilmimin eminidir. Onu tanıyanı cehenneme sokmayacağım; bana isyan etse (bazı günahları işlese) dahi ve onu inkâr edeni cennete sokmayacağım; bana (bazı konularda) itâat etse dahi."
26- Esbağ b. Nübâte, Emirü'l-Müminin'den (a.s) şöyle duyduğunu nakleder; buyurdu: "Beni ve hakkımı tanımayan kimsenin vay haline' Bilin ki, hiç şüphesiz benim hakkım Allah'ın hakkıdır; bilin ki, hiç şüphesiz Allah'ın hakkı benim hakkımdır."
13- ALİ'YE (A.S) BAKMAK İBÂDETTİR
27- Bir hadiste Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakledilmiştir: "Ali b. Ebî Tâlib'in yüzüne bakmak ibâdettir…"
28- Resulullah (s.a.a): "Beytü'l-Harâm'a bakmak ibâdettir ve Ali'nin yüzüne bakmak ibâdettir."
14- ALİ'yi (A.S) ANMAK, İBÂDETTİR
29- Resulullah (s.a.a): "Ali'yi zikretmek (anmak), ibâdettir."
30- İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s), Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"Ali b. Ebî Tâlib'e bakmak, ibâdettir; onu anmak, ibâdettir; hiçbir kulun imanı, onun velâyeti olamadan ve onun düşmanlarından teberri edilmeden kabul olmaz."
15- ALİ'NİN (A.S) ZİKRİ, MECLİSLERİN ZİYNETİ
31- Câbir b. Abdullah-i Ensâri, Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakletmiştir; buyurdu: "Meclislerinizi, Ali b. Ebî Tâ-lib'i zikretmekle (anmakla) süsleyin."
16- İMÂM ALİ'NİN (A.S) FAZİLETLERİNİ YAYMANIN FAZİLET VE SEVABI
32- Yahyâ Basrî diyor ki, Muhammed b. Zekeriyyâ Cevherî, Muhammed b. Ammâre'den, o da babasından, o da İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s), o da babası İmâm Muhammed Bâkır'dan (a.s), o da Sâdık babalarından Resulul-lah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu hadis etti:
"Hiç şüphesiz Allah Tebâreke ve Teâlâ, kardeşim Ali b. Ebî Tâlib için sayılamayacak kadar fazilet karar kılmıştır. Kim onun faziletlerinden bir tanesini, ona ikrar ettiği hâlde zikrederse, Allah onun yakın ve uzak geçmişteki günahlarını bağışlar… Kim Ali b. Ebî Tâlib'in faziletlerinden birisini yazarsa, o yazı yok olmadığı sürece melekler onun için mağfiret dilerler ve kim onun faziletlerinden birisini dinlerse, Allah onun kulağıyla işlediği günahlarını bağışlar ve kim onun faziletlerinden bazısının yazıldığı bir yazıya bakarsa, Allah onun gözle işlediği günahların bağışlar."
Sonra Resulullah (s.a.a) şöyle devam etti: "Ali b. Ebî Tâlib'e bakmak ibâdettir ve hiçbir kulun imanı onun velâyetini kabul etmeden ve düşmanlarından teberri etmeden kabul olmaz!"
33- Yine senetli bir şekilde İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s), o da babasından o da dedesi Hz. Hüseyin'den (a.s), o da babası Hz. Ali'den (a.s) şöyle rivâyet etmiştir; buyurdu ki:
"Ömer b. Hattâp bize hadis etti ve dedi ki; Resulul-lah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu duydum: 'Ali'nin bu ümmete olan üstünlüğü, Ramazan aynın diğer aylara olan üstünlüğü gibidir; Ali'nin bu ümmete üstünlüğü, Kadir gecesinin diğer gecelere üstünlüğü gibidir; Ali b. Ebî Tâlib'in bu ümmete üstünlüğü, Cuma gününün diğer günlere üstünlüğü gibidir. O hâlde ne mutlu ona iman edip velâyetini tasdik eden kimseye ve yazıklar olsun, onu ve hakkını inkâr eden kimseye. Kıyâmet günü onu kendi rahmetinden hiçbir şeye kavuşturmamak Allah'ın üzerine bir haktır. Muhammed'in (s.a.a) şefaati ona ulaşmayacaktır."
34- Câbir b. Abdullah-i Ensârî'den şöyle nakledilmiştir: Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu duydum:
"Hiç şüphesiz Ali'de öyle hasletler (özellikler) vardır ki, eğer onlardan bir tanesi bile bütün insanlarda olsaydı, fazilet olarak onunla yetinirlerdi."
35- Câbir Cu'fî'nin, İmâm Muhammed Bâkır'dan (a.s), onun da Câbir b. Abdullah-i Ensârî'den naklettiğine göre; Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
"Hiç şüphesiz Cebrâîl bana indi ve dedi ki: 'Şüphesiz Allah, ashabın arasında hutbe okuyarak Ali b. Ebî Tâlib'in üstünlüğünü açıklamanı emretmektedir. Ashabın da senden sonra bunu tebliğ etsinler. Yine Allah bütün meleklere senin zikredeceklerini dinlemeyi emretmiştir. Allah sana vahyediyor Ey Muhammed, hiç şüphesiz kim Ali hakkındaki emrine muhalefet ederse, ateşe girecektir ve kim (bu konuda) sana itâat ederse, cennet onun hakkıdır."
17- Eğer Bazıları SENİN HAKKINDA, İSÂ (A.S) HAKKINDA DEDİKLERİNİ DEMESELERDİ…
36- Câbir b. Abdullah'tan şöyle rivâyet edilmiştir: "Hz. Ali (a.s), Hayber'i fethederek Resulullah'ın (s.a.a) yanına geldiğinde, Allah Resulü (s.a.a) ona şöyle buyurdu:
'Ümmetimden bazı gruplar, senin hakkında Hıristiyan-ların Mesih İsâ b. Meryem hakkında dediklerini demeselerdi, senin hakkında öyle bir söz söylerdim ki, yanından geçtiğin her topluluk, ayaklarının altındaki toprağı ve ab-dest suyunun fazlalığını şifa için alırlardı. Ancak senin (faziletinde) şu kadarı yeterlidir ki sen bendensin, ben de senden; sen benden miras alırsın, ben de senden ve sen bana göre Hârûn'un Musâ'ya olan nispetini taşıyorsun; sadece sen peygamber değilsin. Sen benim borcumu ödersin ve benim sünnetim üzere savaşırsın. Hiç şüphesiz sen, yarın (mahşer gününde, Kevser) havuzu başında benim halifem olacaksın."
18- SEN OLMASAYDIN, BENDEN SONRA MÜMİNLER TANINMAZDI
37- İmâm Hüseyin (a.s) babası Hz. Ali'den (a.s) şöyle nakletmiştir; dedi ki Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: "Ey Ali, eğer sen olmasaydın, benden sonra müminler tanın-mazdı!"
38- Resulullah (s.a.a): "Eğer sen olmasaydın ya Ali, benden sonra müminler tanınmazdı."
39- Resulullah (s.a.a): "Ey Ali, sen asla sapmazsın ve asla hata yapmazsın; sen olmasaydın, benden sonra Allah'ın hizbi (taraftarları) tanınmazdı."
40- Resulullah (s.a.a): "Ali'nin hizbi, Allah'ın hizbidir; onun düşmanlarının hizbi ise Şeytan'ın hizbidir."
İMÂM ALİ'NİN (A.S) İLMİ
19- İMÂM ALİ'NİN (A.S) İLMİ
41- Muhammed b. Müslim, İmâm Muhammed Bâkır'dan (a.s) şöyle duyduğunu rivâyet etmektedir:
"Cebrâîl (a.s), cennetten Hz. Muhammed'e (s.a.a) iki tane nar getirdi; Ali (a.s) Resulullah'la karşılaşıp, narları elinde görünce, 'Şu iki nar nedir elinizde?' diye sordu; şöyle buyurdu: 'Şu gördüğün nübüvvettir ve senin onda nasibin yoktur. Ama ötekisi ilimdir.' Sonra Allah Resulü (s.a.a) onu ikiye böldü ve yarısını Ali'ye (a.s) verdi, yarısını ise Resulullah'ın kendisi aldı. Ardından şöyle buyurdu: 'Sen onda benim ortağımsın, ben de senin." İmâm Bâkır (a.s) şöyle devam etti: "Allah'a andolsun ki Resulullah (s.a.a) Allah'ın kendisine öğrettiği her şeyi, bir harfini bile bırakmadan Ali'ye (a.s) öğretti." Sonra İmâm Bâkır (a.s) elini göğsüne koyarak: "Sonra bu ilim bize ulaşmıştır." buyurdu."
42- Mufazzal b. Ömer İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) şöyle duyduğunu nakletmiştir:
"Emirü'l-Müminin Ali (a.s) şöyle buyuruyordu: 'Bana öyle özellikler verilmiştir ki benden önce kimseye verilmemiştir. Ben ölümlerden ve belalardan haberdarım ve insanlar arasındaki ihtilaflarda nasıl hüküm vereceğimi bilirim."
43- İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) senetli bir şekilde şöyle rivâyet edilmiştir:
"Ali (a.s) Resulullah'ın (s.a.a) bildiği her şeyi biliyordu. Allah-u Teâlâ'nın Resulü'ne öğrettiği her şeyi Resulul-lah (s.a.a) de Emirü'l-Müminin Ali'ye (a.s) öğretmiştir."
44- İmâm Muhammed Bâkır (a.s): "Ali b. Ebî Tâlib (a.s), Allah'ın Muhammed'e (s.a.a) bir hediyesiydi. O bütün vasîlerin ve kendinden önceki peygamberler ve resullerin ilmini miras almıştır."
45- Hafs b. Karti'l-Cühenî, İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) şöyle duyduğunu rivâyet etmektedir:
"Ali (a.s), helal ve haramın sahibiydi (helal ve haram olan her şeyi bilirdi) ve Kur'ân ilmine sahipti. Biz de onun yolundayız."
46- Ebû-s Sabâh, İmâm Cafer-i Sâdık'ın (a.s) kendisine şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir:
"Allah, Peygamberi'ne (s.a.a) tenzil ve te'vili (Kur'ân-'ın zâhirî ve bâtınî manalarını) öğretmiştir. Resulullah (s.a.a) de onları Ali'ye (a.s) öğretmiştir."
47- Süleymânü'l-A'meş, babasından Hz. Ali'nin (a.s) şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
"İnen her âyetin kimin hakkında indiğini, nerede indiğini ve kime indiğini biliyorum. Rabb'im, bana düşünen bir kalp ve fasih bir dil bahşetmiştir."
48- Ebû Râfi'den şöyle rivâyet edilmiştir; Resulullah (s.a.a), vefatıyla sonuçlanan hastalığında Hz. Ali'ye (a.s) şöyle buyurdu: "Ya Ali, bu Allah'ın kitabıdır; onu al." Ali (a.s) da onu bir elbisenin içerisinde topladı ve evine gitti. Resulullah (s.a.a) vefat ettikten sonra Hz. Ali (a.s) oturup onu Allah'ın indirdiği şekilde düzenledi. O, Kur'ân'a alim birisiydi."
49- İmâm Muhammed Bâkır'dan (a.s) Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"(Ey insanlar), Allah her ilmi bende toplamıştır; ben de bildiğim her ilmi, "Muttakilerin İmâmı"nda topladım. Ben her ilmi, Ali'ye öğrettim. O'dur açık ve şüphesiz olan İmâm!"
50- İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) şöyle nakledilmiştir: "Hiç şüphesiz Allah Tebâreke ve Teâlâ, Resulullah'a (s.a.a) Kur'ân'ı öğretti. Bunun yanı sıra başka şeyler de öğretti. Allah Resulü (s.a.a) de Allah'ın öğrettiklerini Ali'ye (a.s) öğretti"
51- Yine İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) şöyle nakledilmiştir:
"Şüphe yok ki Allah, helal ve haramı, Kur'ân'ın tevilini ve insanların ihtiyacı olan şeyleri Resulü'ne öğretti. Allah Resulü (s.a.a) de bunların hepsini Ali'ye (a.s) öğretti."
52- Resulullah (s.a.a): "Ali, ümmet içerisinde Allah'ın indirdikleri hakkında en çok bilgi sahibi olan kimsedir."
53- Resulullah (s.a.a): "Ali, Peygamber ashabının en çok ilim sahibi olanıdır."
54- Resulullah (s.a.a): "Ali, insanların ilim açısından en bilgili olanıdır."
55- İmâm Muhammed Bâkır'dan (a.s) şöyle nakledilmiştir:
"Hz. Ali'ye (a.s) Resulullah'ın (s.a.a) ilmi hakkında sorduklarında şöyle buyurdu: "Peygamber'in (s.a.a) ilmi, bütün Peygamberlerin ilmidir; geçmişte olanların ve Kıyâmet gününe kadar olacakların ilmidir." Sonra şöyle devam etti: "Nefsimi elinde tutana (Allah'a) andolsun ki hiç şüphesiz ben de Peygamber'in (s.a.a) bildiğini biliyorum; geçmişte olanların ve benimle Kıyâmet arasında olup biteceklerin hepsini biliyorum."
56- Selmân-i Fârisî, Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakletmiştir; buyurdu:
"Benden sonra ümmetimin en çok ilim sahibi olanı, Ali b. Ebî Tâlib'dir."
57- İmâm Cafer-i Sâdık'ın (a.s) babasından şöyle naklettiği rivâyet edilmiştir:
"Ali'nin (a.s) kitabında (insanlar için) ihtiyaç olan her şey yazılıdır; hatta bir çiziğin, yaralanmanın ve hayvan ısırmanın (diyet-kısas hükümleri) bile."
58- İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) nakledildiğine göre Emirü'l-Müminin (a.s) İbn Abbâs'a şöyle buyurmuştur:
"Allah, kuşların dilini bile bize öğretmiştir; Süleyman b. Dâvûd'a (a.s) öğrettiği gibi. Aynı şekilde karada ve de-nizde bulunan bütün canlıların dilini de."
20- İMÂM ALİ (A.S), ALLAH'IN KONUŞAN KİTABI
59- Emirü'l-Müminin Ali'nin (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"Şu (Kur'ân), Allah'ın suskun kitabıdır; ben ise Allah'ın konuşan kitabıyım."
21- KİTAB'IN İLMİ, İMÂM ALİ'NİN (A.S) YANINDADIR
60- Fuzayl b. Yesâr, İmâm Muhammed Bâkır'dan (a.s) Kur'ân'da geçen "…Bir de yanında kitap ilmi bulunan (yeter)" cümlesinin tefsirinde şöyle nakletmiştir; buyurdu:
"Bu âyet Ali (a.s) hakkında nazil olmuştur. O, Resulul-lah'tan (s.a.a) sonra bu ümmetin âlimidir."
61- Yine İmâm Bâkır'dan (a.s) "O kâfirler: "Sen Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber değilsin" diyorlar. De ki: "Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter, bir de yanında kitap ilmi bulunan (yeter)" âyetinin tefsirinde şöyle nakledilmiştir: "Kitap ilminin sahibi Ali'dir (a.s)."
62- Câbir de aynı âyetin tefsirinde İmâm Muhammed Bâkır'dan (a.s) şöyle nakletmiştir:
"O (kitap ilmine sahip olan kimse), Ali b. Ebî Tâ-lib'dir."
63- Ebû Basîr'den şöyle rivâyet edilmiştir: "İmâm Cafer-i Sâdık'a (a.s) "De ki: "Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter, bir de yanında kitap ilmi bulunan (yeter)" âyetindeki "yanında kitap ilmi bulunan" kimse hakkında "Acaba o, Ali b. Ebî Tâlib (a.s) midir?" diye sorduğumda, "O'ndan başka kim olabilir ki?" diye cevap verdi."
22- İMÂM ALİ (A.S), RESULULLAH'IN (S.A.A) İLİM KAPISI
64- Resulullah (s.a.a): "Ali, benim ilmimin kapısıdır."
65- Resulullah (s.a.a): "Ben, öğrendiğim her şeyi, mutlaka Ali'ye de öğrettim; o, benim ilim şehrimin kapısıdır."
66- Ebûzer-i Gıfârî Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakletmiştir; buyurdu: "Ali, benim ilmimin kapısı ve ümmetime açıklayan-dır…"
67- İbn Abbâs Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakletmiştir; buyurdu:
"Rabb'imin huzuruna vardığımda, benimle konuştu ve münâcât etti; ben de öğrendiğim her şeyi Ali'ye öğrettim; o, benim ilmimin kapısıdır."
68- Resulullah (s.a.a): "Ben, bildiğim her şeyi Ali'ye de öğrettim; o, benim ilim şehrimin kapısıdır."
69- Hz. Ali'den (a.s) şöyle nakledilmiştir; Resulullah (s.a.a), Hayber fethedildiğinde bana buyurdu ki:
"Sen, benim ilmimin kapısısın; senin evlatların, benim evlatlarımdır; senin etin, benim etimdir ve senin kanın, benim kanımdır."
23- RESULULLAH (S.A.A), İMÂM ALİ'YE (A.S) BİN İLİM KAPISI ÖĞRETMİŞTİR
70- İmâm Cafer-i Sâdık (a.s): "Resulullah (s.a.a), Ali'ye (a.s) bin kapı öğretti ki, her kapıdan da onun için bin kapı açıldı."
71- İmâm Muhammed Bâkır (a.s): "Resulullah (s.a.a) Hz. Ali'ye (a.s) bin harf öğretmiştir ki, her harf, bin harfi açmaktadır."
72- Ebû Hamza Sümâlî, İmâm Bâkır'dan (a.s), Hz. Ali'nin (a.s) şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
"Hiç şüphesiz Resulullah (s.a.a), bana bin kapı öğretmiştir ki, her kapı bin kapıyı açmaktadır."
73- İmâm Cafer-i Sâdık: "Resulullah (s.a.a) Ali'ye (a.s) bir kapı öğretti ki ondan bin kapı açılır."
74- Hz. Ali (a.s), soru sormak isteyen bir Yahudi'ye hitaben şöyle buyurdu:
"İstediğiniz şeyden sorabilirsiniz. Hiç şüphesiz Peygamber (s.a.a), bana ilimden bin kapı öğretmiştir ve her kapıdan benim için bin kapı ayrılmıştır. O hâlde sorun onlardan."
75- İmâm Cafer-i Sâdık (a.s) babası İmâm Bâkır'dan (a.s) şöyle nakletmiştir:
"Hiç şüphesiz Peygamber (s.a.a), Ali'ye (a.s) bin kelime anlatmıştır ki her kelime bin kelimeyi açmaktadır."
76- Ebû Hamza Sümâlî, İmâm Zeynü'l-Âbidin'den (a.s) şöyle nakletmiştir; buyurdu: "Resulullah (s.a.a), Ali'ye (a.s) bir kelime öğretti ki bin kelimeyi açmaktaydı ve o bin kelimenin her birisi ise bin kelimeyi açmakta."
77- İmâm Cafer-i Sâdık (a.s): "Resulullah (s.a.a), Ali'ye (a.s) bir harf öğretti ki bin harfi açmaktaydı ve o bin harften her biri de bin harfi."
78- İmâm Cafer-i Sâdık (a.s): "Resulullah (s.a.a), Ali'ye (a.s) bin kelime ve bin kapı vasiyet etti ki her kelime ve her kapı bin kelime ve bin kapıyı açmaktaydı."
79- Esbağ b. Nübâte, Emirü'l-Müminin Ali'den (a.s) şöyle duyduğunu nakletmektedir; buyurdu:
"Hiç şüphesiz Resulullah (s.a.a) bana, geçmişte olan ve Kıyâmet'e kadar olacak helal ve haramdan bin kapı öğretti ki, her kapı bin kapıyı açmaktadır ki toplam bir milyon kapı eder. Hatta ben ölümlerin belaların ve insanlar arasındaki ihtilaflarda nasıl hüküm verileceğinin ilmini biliyorum."
80- Hz. Ali'den (a.s) şöyle nakledilmiştir. "Resulullah (s.a.a), dilini benim ağzıma koydu; bununla kalbimde bin ilim kapısı açıldı ki her birisinden de bin kapı açılmaktadır."
24- İMÂM ALİ (A.S), PEYGAMBER'İN (S.A.A) İLİM ŞEHRİNİN KAPISIDIR
81- İmâm Ali b. Musâ Rızâ (a.s) babalarından Resulul-lah'ın (s.a.a) Hz. Ali'ye (a.s) hitaben şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Ey Ali, ben ilim şehriyim, kapı da sensin. Şehre kapının dışında bir yerden ulaşacağını zanneden yalan söylemiştir."
82- Resulullah (s.a.a): "Ben ilim şehriyim ve Ali onun kapısıdır. Allah-u Teâlâ şöyle buyurmuştur: 'Evlere kapılarından girin.'O hâlde, kim ilim istiyorsa, ona kapısından girsin."
83- Hamza b. Ebî Saîd-i Hudrî, babasından nakletmiştir; Resulullah'tan (s.a.a) duydum ki şöyle buyuruyordu:
Ben ilim şehriyim ve Ali onun kapısıdır. O hâlde kim ilim istiyorsa, onu Ali'den alsın."
84- Resulullah (s.a.a): "Ben ilmin şehriyim ve Ali onun kapsıdır. O hâlde şehre girmek isteyen, onun kapısından gelsin."
85- İbn Abbâs'tan nakledilmiştir; Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: "Ben ilmin şehriyim ve Ali onun kapısıdır. O hâlde kim ilim isterse, kapıya gelsin."
86- İbn Abbâs'tan yine şöyle nakledilmiştir; Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
"Ben ilmin şehriyim ve Ali onun kapısıdır. O hâlde kim ilim isterse, kapı tarafından gelsin."
87- İbn Abbâs'tan bir de şu şekilde nakledilmiştir; Resulullah (s.a.a) buyurdu ki: "Ben ilmin şehriyim ve Ali onun kapısıdır. O hâlde ilmi isteyen, şehrin kapısına gelsin."
88- Saîd b. Cübeyr, İbn Abbâs'tan nakletmiştir; Resu-lullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
"Ey Ali, ben ilmin şehriyim ve sen onun kapısısın; şehre ancak kapısından gelinir. Beni sevdiğini zannedip de sana buğz eden kimse, yalancıdır; zira hiç şüphesiz sen bendensin, ben de senden; senin etin, benim etimdir; senin kanın benim kanımdır ve senin ruhun, benim ruhumdandır…"
89- Hz. Ali'den (a.s) senetli bir şekilde nakledilmiştir; Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
"Ben ilmin şehriyim ve Ali onun kapısıdır ve evlere ancak kapılarından girilir."
90- Esbağ b. Nübâte, Hz. Ali'den (a.s) nakletmiştir; Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
"Ben ilmin şehriyim ve sen onun kapısısın. Ya Ali o şehre kapısının dışında bir yerden girebileceğini sanan kimse, yalancıdır."
25- İMÂM ALİ (A.S), PEYGAMBER'İn (S.A.A) İLİM HAZİNESİNİN ANAHTARIDIR
91- İmâm Rızâ (a.s), babaları (İmâm Kâzım (a.s) ve İmâm Sâdık (a.s)) kanalıyla İmâm Muhammed Bâkır (a.s) 'dan, o da Câbir b. Abdullah-i Ensârî'den şöyle nakletmiştir; Resulullah (s.a.a) buyurdu ki:
"Ben ilmin hazinesiyim ve Ali onun anahtarıdır. O hâlde kim hazineyi isterse, anahtara gelsin."
92- Resulullah (s.a.a): "Ali, benim ilmimin haznedarıdır."
26- İMÂM ALİ (A.S), FIKIH ŞEHRİNİN KAPISIDIR
93- Resulullah (s.a.a): "Ben fıkıh şehriyim ve Ali de onun kapısıdır. O hâlde kim ilim isterse, kapıya gelsin."
27- İMÂM ALİ (A.S), HİKMET ŞEHRİNİN KAPISIDIR
94- Câbir b. Abdullah-i Ensârî'den nakledilmiştir; Re-sulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
"Ben hikmet şehriyim ve Ali de onun kapısıdır. O hâlde kim şehre (girmeyi) istiyorsa, onun kapısına gelsin."
95- Resulullah (s.a.a): "Ben hikmet şehriyim ve Ali de onun kapısıdır. O hâlde kim hikmet isterse, kapıya gelsin."
96- Senetli bir şekilde Hz. Ali (a.s) kanalıyla Resulul-lah'tan (s.a.a) şöyle nakledilmiştir:
"Ben hikmet eviyim ve Ali onun kapısıdır. O hâlde kim hikmet isterse, onun kapısından gelsin."
97- Abdullah'tan şöyle nakledilmiştir: "Ben Peygamber'in (s.a.a) yanındaydım; Ali hakkında sorulunca, şöyle buyurdu: "Hikmet on parçaya bölünmüştür; bunlardan dokuz kısmı Ali'ye, bir kısmı ise (diğer) insanlara verilmiştir."
98- İbn Abbâs'tan nakledildiğine göre, Allah Resulü (s.a.a) Hz. Ali'ye (a.s) hitaben şöyle buyurmuştur:
"Ey Ali, ben hikmet şehriyim ve sen onun kapısısın; şehre kapının dışında başka bir yerden asla girilmez."
28- BENİ KAYBETMEDEN, SORUN BANA
99- İmâm Cafer-i Sâdık (a.s) babaları kanalıyla Hz. Ali'den (a.s) şöyle nakletmiştir; buyurdu:
"Allah (azze ve celle)'nin kitabından bana sorun. Allah'a andolsun ki Allah'ın kitabından inen her âyetin gece veya gündüz mü, seferde veya hazerde mi indiğini Allah Resulü (s.a.a) bana okudu ve onun tevilini bana öğretti."
100- İmâm Ali (a.s): "Allah'ın kitabından bana sorun; hiç şüphesiz ben her âyetin gece mi yoksa gündüz mü, sahrada mı yoksa dağda mı indiğini biliyorum."
101- Senetli bir şekilde Hz. Ali'nin (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"Sorun bana beni kaybetmeden! Ölümlerin, belaların ve neseplerin ilmini bilen kimseye sormak istemez misiniz?"
102- İmâm Ali (a.s): "Ey insanlar, sorun bana beni kaybetmeden; hiç şüphesiz ben göğün yolları hakkında, yerin yollarından daha çok bilgi sahibiyim!..."
103- İmâm Ali Rızâ (a.s), babaları kanalıyla İmâm Hüseyin'den (a.s) şöyle nakletmiştir: "Emirü'l-Müminin (salavatullahi aleyh) bize hutbe okuyarak şöyle buyurdu: "Kur'ân'dan bana sorun ki size kimin hakkında ve nerede nâzil olduğunu haber vereyim."
104- Ümery b. Abdullah şöyle demiştir: "Ali b. Ebî Tâlib (a.s), Kûfe minberinde bize hutbe okuyarak şöyle buyurdu: "Ey insanlar, sorun bana, beni kaybetmeden; zira benim sinemde yüklü bir ilim vardır!"
105- İmâm Ali (a.s): "Sorun bana, beni kaybetmeden; hiç şüphesiz ben Arş'ın altında sorulduğum her şeyden haber verebilirim!"
106- İmâm Emirü'l-Müminin (a.s): "Sorun bana, beni kaybetmeden; taneyi yaran ve insanı yaratan (Allah'a) an-dolsun ki ben Tevrat'ı, Tevrat ehlinden, İncil'i, İncil ehlinden ve Kur'ân'ı, Kur'ân ehlinden daha iyi bilirim!"
107- Ebân, Selim'den şöyle nakletmiştir: "Kûfe mescidinde Hz. Ali'nin (a.s) yanında oturmuştum, insanlar da onun etrafını sarmıştı. İmâm (a.s) şöyle buyurdu:
"Beni kaybetmeden Allah'ın kitabından bana sorun; Allah'a andolsun ki, Allah'ın kitabından inen her âyeti Resulullah (s.a.a) bana okudu ve onun tevilini bana öğretti…"
29- PERDELER KALKSA, YAKİNİM ARTMAZ
108- Saîd b. Müsayyib diyor ki Ali (a.s) şöyle buyuruyordu: "Bana göklerin yollarından sorun; zira ben onları yerin yollarından daha iyi tanırım. Ve eğer perdeler kaldırılsa, benim yakinim artmaz!"
109- Emirü'l-Müminin Ali'den (a.s) şöyle nakledilmiştir; buyurdu: "Eğer perdeler kalksa, benim yakinim artmaz!"
30- İMÂM ALİ'NİN (A.S) ELİFSİZ HUTBESİNDEN BÖLÜMLER
110- İbn Ebî'l Hadîd şöyle yazmaktadır: "Bu, bir çoklarının naklettiği elifsiz bir hutbedir. Nakledildiğine göre Resulullah'ın (s.a.a) ashabından bir grup, harflerden hangisinin Arap kelimelerinde daha çok kullanıldığı konusunda tartıştılar ve hepsi bunun "Elif" harfi olduğunda ittifak ettiler. Orada bulunan Ali (a.s), her hangi bir ön hazırlık söz konusu olmadan, şu elifsiz hutbeyi okudu
"Minneti büyük, nimeti bol olan, rahmeti gazabından öne geçen, kelimesi eksiksiz olan, meşiyyeti geçerli olan ve hükmü yerine ulaşan kimseye (Allah'a) hamd ederim. O'na, rububiyetine ikrar eden, ubudiyetine boyun eğen, gü-nahından ayrılan, onun tevhidine itiraf eden, azap vaadinden ona sığınan ve ondan mağfiret dileyen bir kimsenin hamdı gibi hamd ederim; öyle bir mağfiret ki onu akraba ve evlatlarından yüz çevirttiren (Kıyâmet) gününün (sıkıntılarından) kurtarsın.
Biz, O'ndan yardım, irşâd ve hidâyet diliyoruz. O'na iman edip ona tevekkül ediyoruz. Ben O'na ihlaslı ve yakin ehli birisinin şehâdeti gibi şehâdet ediyorum. O'nun yeganeliğine imanlı ve yakinli birisi gibi inanıyorum. Mülkünde ortağı ve yaratışında yardımcısı olmadığına tereddütsüz inanan bir kulun tevhidi gibi onu birliyorum. O, herhangi birisinin kendisine danışman, vezir, muavin, yardımcı ve benzer olmasından yücedir…"
31- İMÂM ALİ'NİN (A.S) NOKTASIZ HUTBESİNDEN PASAJLAR
111- Hz. Ali'den (a.s) nakledilen noktasız hutbenin bazı bölümleri şöyledir: "Bütün övgüler Allah'a mahsustur; o ki övgünün ehli ve yeridir. O'nun içindir hamdın en sağlamı ve en tatlısı, en mübareği ve en yukarı noktası, en temizi ve en yücesi, en değerlisi ve en iyisi! O Vahittir (yeganedir), Ehattır (tektir) ve Samettir (noksansız ve ihtiyaçsızdır). Ne babası vardır, ne de evladı...
Bilin ki ilk olmak ona mahsustur; eşi-dengi yoktur. O'nun hükmünü reddedebilecek kimse yoktur. O'ndan başka ilah yoktur; O'dur "Melik" (padişah), "Selâm" (selamet veren), "Musâvvir" (şekillendiren), Allâm (çok bilen), Hâkim (hüküm süren), Vedûd (çok seven-şefkatli), Mutahhir (temizleyici) ve Tâhir (temiz) olan. Onun işi beğenilmiş ve haremi bayındırdır. Kerem ve bağış O'ndan umulur. Kelamını size öğretmiş, nişanelerini göstermiş, hükümlerini sizin elinize sunmuş, helalini helal ve haramını haram kılmıştır. Muhammed'e (s.a.a) risâletini yüklemiştir; o Resul ki yücedir; efendidir, işi sağlamdır; temizlenmiş bir temizdir; Ademoğullarından, doğumu en temiz olanı, yıldızı en çok parlayanı, en çok sabit ve sağlam olanı, dalı hepsinden daha canlı ve taze olanı, ahdine en sâdık olanı, genç ve ihtiyarlarının en değerli olanıdır…
Allah'ım, hamd ve devamı, mülk ve kemali, sana mahsustur. O'ndan başka ilah yoktur; O'nun Hilmi, bütün hi-limleri kapsamış; O'nun hükmü her hükmü sağlamlaştırmış, O'nun ilmi her ilmi alt etmiştir."
32- İMAM ALİ (A.S); ÜMMETİN EN İYİ HÜKÜM VERENİDİR
112- İki kişi arasındaki bir ihtilafta Ali'nin (a.s) verdiği bir hüküm hakkında Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: "Ali b. Ebî Tâlib, sizin aranızda Allah'ın hükmüyle hükmetmiştir."
113- Resulullah (s.a.a): "Sizin, (yargılarda) en iyi hüküm vereniniz Ali'dir."
114- Resulullah (s.a.a): "Ali, ihtilaflar hakkında hüküm vermede insanların en bilgilisidir."
115- Senetli bir şekilde Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakledilmiştir; buyurdu:
"Benden sonra sünnete ve (yargılarda) hüküm verme hususunda, ümmetimin en bilgilisi Ali b. Ebî Tâlib'dir."
116- Senetli bir şekilde İbn Abbâs'ın Resulullah'tan (s.a.a) şöyle rivâyet ettiği nakledilmiştir; buyurdu:
"Ali b. Ebî Tâlib, benden sonra ümmetimin en bilgilisi ve ihtilaf ettikleri konularda en iyi hüküm verenidir."
117- Hz. Ali'den (a.s) şöyle nakledilmiştir: "Resulullah (s.a.a) beni (temsilcisi olarak) Yemen'e gönderdi. Ben 'Ya Resulallah, benim daha yaşım küçüktür' dediğimde, Allah Resulü elini benim göğsüme koyarak şöyle buyurdu: 'Git; hiç şüphesiz Allah senin dilini sabit kılıp kalbini hidâyet edecektir." Hz. Ali (a.s) sonra şöyle buyurmuştur: "Ondan sonra ihtilaf edipte karşıma gelen iki hasım arasında vereceğim hüküm hakkında asla tereddüde düşmedim."
118- Yine senetli bir şekilde Hz. Ali'den (a.s) şöyle nakledilmiştir: "Resulullah (s.a.a), beni Yemen'e gönderdi. Ben 'Ya Resulallah dedim, beni onların arasında hüküm vermek için gönderiyorsunuz, oysa ben bir gencim ve nasıl yargılayıp hüküm vereceğimi bilmiyorum." Bunun üzerine Allah Resulü eliyle benim göğsüme vurdu; sonra şöyle buyurdu: "Allah'ım, onun kalbini hidâyet et ve dilini sabit kıl!" Hz. Ali şöyle devam etmiştir: "Ondan sonra iki kişi arasında verdiğim hiçbir hükümde tereddüde düşmedim."
33- İMÂM ALİ'NİN (A.S) TAVİZSİZLİĞİ
119- İmâm Ali'den (a.s) şöyle nakledilmiştir: "Canıma andolsun ki ben hakka muhalefet eden ve yolunu sapmış kimselere karşı tavizkar ve gevşek davranmayacağım."
120- Resulullah (s.a.a): "Ali'den şikâyet etmeyin; zira o, Allah'ın zâtı hakkında katıdır ve müdâra ehli değildir."
121- Resulullah (s.a.a): "Ali, dinin direğidir." Yine şöyle buyurmuştur: "Bu (Ali), benden sonra hak uğruna insanlara kılıç sallayacaktır!"
İMÂM ALİ'NİN (A.S) VERDİĞİ HÜKÜMLERDEN ÖRNEKLER
34- BİR OLAYDA BEŞ KİŞİ ARASINDA VERDİĞİ HÜKÜM
122- Senetli bir şekilde Esbağ b. Nübâte'den şöyle nakledilmiştir: "Beş kişiyi zina suçuyla Halife Ömer'in yanına getirdiler. Halife, onların her birisine şer'î had uygulanması için emir verdi. Orada hazır bulunan Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu: 'Ya Ömer, bu onların hakkında verilmesi gereken hüküm değildir.' Ömer 'O hâlde (uygun) haddi onlara siz uygulayın' dediğinde, Hz. Ali (a.s), onlardan birsini öne alıp boynunu vurdu; diğer birisini recm etti; bir diğerine kırbaç haddi uyguladı; dördüncüsüne bir haddin yarısı kadar (elli kırbaç) vurdu; beşincisini ise mazur gördü ve serbest bıraktı. Bunu gören Halife Ömer, hayrete düştü; insanlar da şaşırıp kaldı. Ömer şöyle dedi: 'Ey Ebe'l-Hasan, tek bir olayda suçlu olan beş kişiye ayrı ayrı beş hüküm uyguladın ki hiçbirisi diğerine benzemiyor (bunun sebebi nedir)?' Hz. Emirü'l-Müminin (a.s) şöyle buyurdu:
"Bunlardan birincisi zimmî (İslam devletinde yaşayan kitap ehli) idi; (işlediği suç ile) zimmîlik vasfını kaybettiği için haddi kılıçtan başka bir şey değildi. İkincisi evli bir kişi olduğu için haddi recm idi. Üçüncüsü bekar olduğu için haddi yüz kırbaç idi. Dördüncüsü köle olduğu için cezası kırbaç haddinin yarısı idi. Beşincisi ise akılsız bir deli idi (ve dolayısıyla her hangi bir cezayı hak etmemişti)."
35- BİR ERKEK VE BİR KIZ ÇOCUK ÜZERİNDE İHTİLAF EDEN İKİ CARİYE
123- Câbir Cu'fî, Temim b. Huzâm el-Esedî'den şöyle nakletmiştir: "Halife Ömer'in yanına bir erkek ve bir de kız çocuk üzerinde ihtilaf eden iki cariye getirildi. Ömer şöyle dedi: 'Sıkıntıları gideren Ebu'l-Hasan (Ali) nerededir?' Hz. Ali'yi yanına çağırdılar ve o olayı kendisine anlattı. Hz Ali, iki şişe istedi ve onların ağırlığını tarttı. Daha sonra cariyelerden her birisinin şişelerden birisine sütlerini sağmasını emretti. Ardından sütleri tarttı ve biri diğerinden ağır geldi. Bunun üzerine şöyle buyurdu: 'Erkek evlat, sütü ağır gelen cariyenindir, kız evlat ise sütü hafif olanın.' Bunu gören Halife Ömer 'Bu hükmü neye dayanarak söyledin Ey Ebel-Hasan?' diye sorunca, Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu: 'Çünkü Allah, erkeğin payını kadının payının iki katı olarak belirlemiştir!"
36- İKİ KADININ BİR ÇOCUK ÜZERİNDEKİ İHTİLAFI
124- Rivâyet edildiğine göre Halife Ömer zamanında iki kadın bir çocuk üzerinde ihtilaf etti; her birisi çocuğun kendisine ait olduğunu iddia ediyordu ve hiçbirisinin şahidi yoktu. Meselenin hükmünü bilmeyen Halife Ömer, hüküm vermesi için Emirü'l-Müminin'e (a.s) sığındı. Ali (a.s), iki kadını yanına çağırdı. Onlara vaaz edip korkuttu. Kavga ve ihtilafta devam edince, 'Bana bir testere getirin!' buyurdu. Bunu gören kadınlar 'Testereyi ne yapacaksın?' diye sordular. Şöyle buyurdu: 'Çocuğu ikiye ayırıp her bir parçasını sizden birisine vereceğim.' Bunu duyan kadınlardan birisi susup bir şey söylemedi. Ama diğeri şöyle dedi: 'Ey Ebe'l-Hasan, seni Allah'a yemin veriyorum ki eğer illa da bunu yapacak isen, ben hakkımdan vazgeçip çocuğu ona bırakıyorum.' Ali (a.s) bunu duyunca 'Allah-u Ekber dedi, bu senin çocuğundur, onun değil; eğer onun olsaydı çocuğa acır ve ona şefkatli davranırdı.' Durum buraya varınca, diğer kadın da hakkın diğer kadından yana olduğunu ve kendisinin çocuğun sahibi olmadığını itiraf etti. Ömer buna sevindi ve hüküm vermedeki sıkıntısını giderdiği için Emirü'l-Müminin'e (a.s) dua etti."
37- BİR EMANET OLAYINDA VERDİĞİ HÜKÜM
125- Senetli bir şekilde Haneş b. Mu'temer'den şöyle rivâyet edilmiştir: "İki kişi Kureyş'ten bir kadının yanına gelerek yüz dinar onun yanında emanet olarak bırakıp şöyle dediler: 'Bu emaneti bizden herhangi birimiz tek başına gelip isterse, ona vermeyeceksin; ancak ikimiz bir arada gelirsek, emaneti teslim edeceksin.' Aradan bir yıl geçtikten sonra iki kişiden birisi kadının yanına gelerek şöyle dedi: 'Arkadaşım vefat etti; dolayısıyla dinarları bana teslim et.' Kadın bundan sakındı; ancak adam kadının akrabalarını devreye sokarak onun üzerinde baskı kurmaya çalıştı ve bilahare kadın vermeye mecbur kaldı. Sonra aradan bir yıl daha geçti. Bu sefer diğer adam kadına gelerek dinarları ondan istedi. Kadın onun cevabında şöyle dedi: 'Arkadaşın senin öldüğünü zannettiği için bana gelip dinarları istedi; ben de ona verdim.' Adam bunu kabul etmeyince aralarındaki ihtilaftan dolayı Halife Ömer'in yanında dava açtılar ve adam Halife'nin kadının aleyhine hüküm vermesini istedi. Ömer adamı haklı bularak kadına 'Sen sorumlusun (adamın parasını kendisine vermelisin)' dedi. Kadın şöyle dedi: 'Seni Allah'a yemin veriyorum, bizim hakkımızda hüküm verme ve bizi Ali b. Ebî Tâlib'in yanına gönder.' Ömer de öyle yaptı. Hz. Ali (a.s) o iki kişinin kadına hile yaptıklarını anlayınca, ona şöyle dedi: 'Siz ikiniz kadına 'emaneti bizden yalnız gelene verme' dememiş miydiniz?' Adam 'Evet' dedi. Bunun üzerine şöyle buyurdu: 'Malın bizim yanımızdadır; git arkadaşınla birlikte gel, malınızı size iade edelim.' Hz. Ali'nin bu hükmü Ömer'e ulaşınca şu cümleyi kullandı: 'Allah beni Ali b. Ebî Tâlib'den sonra yaşatmasın."
imam Ali'nin (a.s) ibâdeti
38- İMÂM ALİ'NİN (A.S) İBÂDETİ
126- Emirü'l-Müminin Ali (a.s): "Ben, bu ümmetten kimse ibâdet etmeden, beş veya yedi yıl Allah'a ibâdet etmişimdir."
127- Emirü'l-Müminin Ali (a.s): "Bu ümmetten kimse ibâdet etmeden önce ben, Resulullah (s.a.a) ile birlikte yedi yıl Allah'a ibâdet ettim."
128- Senetli bir şekilde Abdullah b. Ebî Hüzeyl'in Hz. Ali'den (a.s) şöyle naklettiği rivâyet edilmiştir; buyurdu:
"Ben Peygamber'in dışında benden (önce) bu ümmetten Allah'a ibâdet edeni tanımıyorum; ben bu ümmetten kimse Allah'a ibâdet etmeden, dokuz yıl O'na ibâdet etmi-şimdir."
129- Câbir, Abdullah b. Yahyâ'dan, o da Hz. Ali'den (a.s) nakletmiştir; buyurdu:
"Ben kimse Peygamber'le namaz kılmadan önce, onunla birlikte üç yıl namaz kıldım."
130- İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "…Emirü'l-Müminin (a.s) secde hâlinde şöyle dua ederdi: '(Allah'ım,) önündeki zilletime ve sana olan yakarışıma ve insanlardan kapıldığım korkuya merhamet eyle ve benim yalnızlığımı kendinle gider, ey Kerîm!"
131- Bir rivâyette şöyle nakledilmiştir: "Hz. Ali (sala-vâtullahi aleyh), bu ümmette Resulullah'tan (s.a.a) sonra Allah'a ilk şükür secdesi yapan ve secdesinden sonra yüzünü ilk yere koyan kimsedir…"
132- Senetli bir şekilde İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) şöyle nakledilmiştir: "Hz. Ali (salavâtullahi aleyh) secdeye kapandığında zayıf bir deve gibi eleri ile karnının arasını yere yapıştırmazdı."
133- Hz. Ali (a.s) şöyle dua ederdi: "İlahî, sana kul olmak izzet olarak bana yeter ve senin benim rabbim olman iftihar olarak bana yeter; sen benim istediğim gibisin. O hâlde sen de beni istediğin-sevdiğin gibi kıl."
134- Emirü'l-Müminin Ali (a.s): "Ey insanlar, Allah'a andolsun ki ben sizi (Allah'a) itâat olan bir şeye teşvik ettiğimde, sizden önce muhakkak kendim onu uygularım. Sizi (Allah'a karşı) isyan ve günah olan bir şeyden sakındırdığımda, mutlaka sizden önce kendim ondan sakınırım."
39- İMÂM ALİ (A.S), İLK NAMAZ KILAN
135- İbn Abbâs'tan şöyle nakledilmiştir; Resulullah (s.a.a) buyurdu: "Benimle ilk namaz kılan kimse, Ali b. Ebî Tâlib'dir."
136- Resulullah'ın (s.a.a) Hz. Ali'ye şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Bu, bana ilk iman eden, beni ilk tasdik eden ve benimle ilk namaz kılan kimsedir."
137- Zeyd b. Erkam'dan şöyle nakledilmiştir: "Resu-lullah (s.a.a) ile birlikte ilk namaz kılan, Ali b. Ebî Tâ-lib'dir."
138- Seleme b. Küheyl, Habbetü'l-Arenî'den, o da Hz. Ali'den (a.s) şöyle duyduklarını nakletmişlerdir: "Ben, Re-sulullah (s.a.a) ile birlikte ilk namaz kılan kimseyim."
40- İMÂM ALİ'nin (A.S) ABDEST VE NAMAZI
139- Senetli bir şekilde İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) şöyle rivâyet edilmiştir; buyurdu:
"(Bir gün) Hz. Emirü'l-Müminin (a.s) oğlu Muhammed (Hanefiye) ile birlikte oturuyorlardı. İmâm (a.s) oğluna hitaben şöyle buyurdu: 'Ey Muhammed, bana bir kap su getir'; suyu getirince, onu alıp sağ eliyle sol eline döktü ve elini yıkarken şu duayı okudu: "Suyu temiz ve temizleyici kılıp onu necis kılmayan Allah'a hamd olsun."
Daha sonra tahâret aldı ve o sırada şu duayı okudu: "Allah'ım cinsel organımı koru; onu iffetli kıl; avretimi ört ve onu (cehennem) ateşine haram kıl."
Sonra burnuna su aldı ve şöyle dua etti: "Allah'ım, beni cennet kokusundan mahrum kılma ve beni cennetin kokusunun ıtırını ve reyhanını koklayanlardan eyle."
Ardından ağzına su alarak şu duayı okudu: "Allah'ım, dilime zikrini söylet ve beni razı olduğun kimselerden kıl."
Sonra yüzünü yıkadı ve yıkarken şöyle dua etti: "Allah'ım, yüzlerin karardığı günde benim yüzümü beyazlaştır; yüzlerin beyazlaştığı günde benim yüzümü karartma."
Ardından sağ kolunu yıkadı ve şöyle dua etti: "Allah'ım, kitabımı (amel defterimi) ve (cennette) ebedi kalma belgesini sağ elime ver."
Sonra da sol kolunu yıkayarak şu duayı okudu: "Allah'ım, kitabımı sol elime verme; onu boynuma bağlı kılma; ben, ateş parçalarından sana sığınıyorum."
Ardından başını meshetti ve şöyle dua etti: "Allah'ım, beni rahmetin, bereketlerin ve affına büründür."
Daha sonra (sağ ve sol) ayaklarını meshetti ve şu duayı okudu: "Allah'ım, ayakların kaydığı günde, benim ayaklarımı Sırât üzerinde sabit kıl ve benim çabamı, seni benden razı edecek şeyde karar kıl."
Ardından oğlu Muhammed'e dönerek şöyle buyurdu: 'Ey Muhammed, kim benim gibi abdest alır ve okuduğum duaları okursa, Allah onun için abdestinin her damlasından bir melek yaratır ki (ondan taraf Allah'ı) takdis, tesbih eder ve tekbir ve La İlahe İllallah zikirlerini söyler ve bütün bunların sevabı, o (abdest alan) için yazılır."
140- Emirü'l-Müminin (a.s) hakkında şöyle rivâyet edilmiştir:
"O, namaz vakti gelip çattığında bedeni titrer ve rengi değişirdi. Bunun sebebi sorulunca, şöyle buyurdu: 'Allah'ın göklere, yere ve dağlara sunduğu ve onların taşımaktan korkup çekindikleri ve insanın yüklendiği emaneti edâ etmenin zamanı geldi. Bilmiyorum, acaba yüklendiğim emaneti iyi bir şekilde edâ ediyor muyum, etmiyor muyum?!"
141- Yine şöyle rivâyet edilmiştir: "Emirü'l-Müminin (a.s) abdest aldığında Allah-u Teâlâ'nın korkusundan rengi değişirdi."
41- İMÂM ALİ (A.S) AÇISINDAN NAMAZIN FAZİLETİ
142- Keşfü'l-Yakîn kitabında şöyle nakledilmiştir:
"Hz. Ali (a.s) gece namazını asla terk etmemiştir; hatta Herir gecesinde dahi. Sıffîn'de savaştığı bir günde, bir taraftan savaşıyor, bir taraftan da iki saf arasında durup güneşi kontrol ediyordu. Bunu gören İbn Abbâs 'Ya Emire'l-Müminin, ne yapıyorsunuz?' diye sorunca 'Güneşin eğilip eğilmediğine bakıyorum ki (vakit girdiğinde) namaz kılalım' buyurdu. İbn Abbâs 'Şimdi namaz zamanı mı? Biz savaşla meşgulüz' deyince, Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu: 'Biz onlarla (Muaviye ve adamlarıyla) ne üzerine savaşıyoruz? Evet biz namaz için onlarla savaşıyoruz!"
42- İMÂM ALİ (A.S) VE CEMAAT NAMAZI
143- Hz. Ali'nin (a.s) Ebû Derdâ'ya hitaben şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"Ey Ebû Derdâ, Yatsı ve Sabah namazlarını cemaatle kılmak, benim için bu ikisinin arasında uyumayarak ibâdetle meşgul olmaktan daha sevimlidir. Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu duymadın mı?: 'Eğer (İnsanlar) Yatsı ve Sabah namazlarını cemaatle kılmanın ne kadar faziletli olduğunu bilselerdi, sürünerek olsa bile mutlaka onlara katılırlardı. Bu ikisini cemaatle kılmak, onların arasındaki günahlara kefaret sayılır."
144- Rivâyet edildiğine göre Resulullah (s.a.a), namazlarının birisinde rükûsunu normalin üstünde uzattı. Bunun sebebi kendisine sorulunca şöyle buyurdu: "Ali b. Ebî Tâlib, namaza katılıp o rekâtı yakalayıncaya kadar Cebrâîl elimi tuttu ve bekletti."
43- BİN REKÂTLIK NAMAZ
145- Cemil b. Sâlih, İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) şöyle nakletmiştir; buyurdu:
"Eğer Ramazan ve gayrı Ramazan'da gece ve gündüzde bin rekât namaz kılabilir isen, bunu yap. Hiç şüphesiz, Ali (a.s) bir gece ve gündüzde bin rekât namaz kılardı!"
146- İmâm Muhammed Bâkır'dan (a.s) şöyle rivâyet edilmiştir; buyurdu:
"…Ali (a.s) (bir) gece ve gündüzde bin rekât namaz kılardı."
147- Yine senetli bir şekilde İmâm Muhammed Bâkır'dan (a.s) şöyle nakledilmiştir:
"Ali b. Hüseyin (Zeyne'l-Âbidîn -a.s-) (bir) gündüz ve gecede bin rekât namaz kılardı. Nitekim Emirü'l-Müminin de (a.s) böyle yapardı. Onun beş yüz hurma ağacı vardı; her ağacın yanında iki rekât kılardı."
148- Senetli bir şekilde Ebû Basîr'den şöyle nakledilmiştir:
"Biz İmâm Cafer-i Sâdık'ın (a.s) yanına gittik. Ben ona 'Ramazan ayında namaz kılma hakkında ne diyorsunuz?' diye sorunca şöyle buyurdu: 'Ramazan ayı başka hiçbir ayın sahip olmadığı eşi benzeri olmayan bir hürmet ve hakka sahiptir. Ramazan ayında gece ve gündüzde yapabildiğin kadar müstehap namaz kıl. Bir gece ve gündüz boyu bin rekât namaz kılabilirsen, bunu yap. Hiç şüphesiz Ali (a.s) da ömrünün sonlarında her bir gece ve gündüzde bin rekât namaz kılardı. O hâlde ey Ebâ Muhammed, Ramazan'da başka aylardan daha fazla namaz kıl…"
44- İMÂM ALİ'NİN (A.S) MÜNÂCÂTLARINDAN ÖRNEKLER
149- "İlahi, benim senden özür dilemem, özrünün kabulüne ihtiyacı olmayan birisinin özür dilemesi gibi değildir. O hâlde benim özrümü kabul buyur, ey günahkarların özür dilediği en hayırlı kimse."
150- Esbağ b. Nübâte'den Emirü'l-Müminin'in (a.s), secdesinde şöyle münacat ettiği rivâyet edilmiştir:
"Ey benim efendim, ben seninle zelil bir kölenin efendisiyle münacat ettiği gibi münacat ediyorum ve (hacetlerimi) lütfedeceğine yakîni olan ve verdiğinde indindekinden hiçbir şeyin eksilmeyeceğini bilen bir kimsenin istemesi gibi istiyorum. Günahları ancak senin bağışlayabileceğini bilen birisinin istiğfar etmesi gibi senden mağfiret diliyorum ve senin her şeye kadir olduğunu bilen birisi gibi sana tevekkül ediyorum."
45- İMÂM ALİ'nin (A.S) İHLASI
151- Emirü'l-Müminin (a.s): "(Allah'ım,) ateşinden korktuğum ve cennetine tamah ettiğim için sana kulluk etmedim. Sadece seni ibâdet ve kulluğa lâyık gördüğüm için sana ibâdet ettim…"
152- Hz. Ali (a.s) hakkında yine şöyle rivâyet edilmiştir:
"Hendek savaşında Hz. Ali (a.s) Amr b. Abdeved'e galip geldiğinde ona darbe vurmadan bir müddet bekledi. Olaya şahit olan bazıları bu durumu yadırgayınca Hüzeyfe Hz. Ali'yi (a.s) savunmaya yeltendi. Bunu gören Allah Resulü (s.a.a) 'Dur ey Hüzeyfe, Ali'nin kendisi neden beklediğini açıklayacaktır' buyurdu. Sonra Hz. Ali (a.s) Amr'ı öldürüp geri dönünce Allah Resulü (s.a.a) niye beklediğinin sebebini sorunca, Hz. Ali (a.s) şu cevabı verdi: "Adam benim anneme küfretti ve yüzüme tükürdü. (Öfkelendiğim için) onu kendi nefsimin hazzı için öldüreceğimden korktum; bundan dolayı onu kendi haline bıraktım ki gazabım dinmiş olsun. Ardından onu (sırf) Allah rızâsı için öldürdüm."
46- İMÂM ALİ'NİN (A.S) NAMAZDA HER ŞEYDEN KOPMASI
153- Rivâyet edildiğine göre Uhud Savaşı'nda Hz. Ali'nin (a.s) ayağına çıkarılması çok zor olan bir ok saplandı. Resulullah (s.a.a), Hz. Ali namaza durduğunda okun çıkarılmasını emretti. Namazdan sonra okun çıkarıldığını gören Hz. Ali (a.s) bunun farkında olmadığını söyledi.
imâm ali'nin (a.s) ahlâkı ve sireti
47- İMÂM ALİ'NİN (A.S) ALLAH'A TEVEKKÜLÜNDEKİ İHLASI
154- Senetli bir şekilde İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) şöyle nakledilmiştir:
"Hz. Ali'nin (a.s) hizmetçisi Kamber, onu çok seviyordu. Ali (a.s) dışarıya çıktığında, Kanber de elinde kılıç onun ardından çıkardı. Hz. Ali (a.s) bir gece onu görünce şöyle buyurdu: 'Ey Kanber ne oluyor sana?' Kanber: 'Ey Emire'l-Müminin, sizin arkanızdan yürümek için geldim' deyince, şöyle buyurdu: 'Yazıklar olsun sana, beni gök ehlinden mi koruyacaksın, yer ehlinden mi?' Kanber 'yer eh-linden' dedi. Bunun üzerine şöyle buyurdu: 'Şüphesiz yer ehli, Allah'ın izni olmadan bana hiçbir şey yapamazlar; dön geriye dön."
48- İMÂM ALİ'NİN (A.S) GÜZEL AHLÂKI
155- Bir gün Emirü'l-Müminin (a.s) bir hizmetçisini birkaç kere çağırdı; ama o cevap vermedi, İmâm (a.s) (onu bulmak için) dışarıya çıktığında onu evin kapısında buldu ve "Neden bana cevap vermedin?" diye sordu; "Tembellik ve halsizlikten cevap vermedim; ayrıca beni cezalandırmayacağınızdan da emindim." Bu cevabı duyan Ali (a.s) şöyle buyurdu: "Allah'a hamd olsun ki beni yaratıklarının, kendilerini emniyette gördükleri kimselerden karar kılmıştır." Ardından köleye hitaben "hadi git artık, sen, Allah rızâsı için azatsın!"
156- İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) şöyle nakledilmiştir:
"Emirü'l-Müminin (a.s), bir gün zimmî[176] bir kâfirle yol arkadaşı oldu. Zimmî, İmâm'a (a.s) 'Ey Allah'ın kulu, nereye gidiyorsun' diye sorunca, 'Kûfe'ye' buyurdu. Yollarının birbirinden ayrıldığı noktaya geldiklerinde, İmâm (a.s) onun gittiği istikamette yürümeye devam etti. Zimmî 'Hani sen Kûfe'ye gideceğini söylemiştin?' deyince, İmâm (a.s) 'Evet, doğrudur' dedi. Adam, 'O zaman yanlış istikamete gidiyorsun' dedi. İmâm (a.s) 'Hayır dedi, yolu biliyorum!' 'Peki, neden benim gittiğim yöne döndünüz?' dedi zimmî adam. İmâm (a.s) şöyle devam etti: 'İyi bir yol arkadaşlığının adabından birisi de ayrılış sırasında yolcunun arkadaşıyla bir miktar yürüyüp onu uğurlamasıdır. Bizim Peygamber'imiz (s.a.a) bize böyle emretmiştir.' Zimmî şaşırarak şöyle dedi: 'Bunu gerçekten Peygamber'iniz mi söylemiş?' İmâm (a.s) 'Evet' buyurdu. Zimmî adam bu durumu ve bu sözleri duyup görünce, şöyle dedi: 'Hiç şüphesiz, bunu yapanın (bu işi) değerli amellerindendir (güzel ahlakındandır); ben şehâdet ediyorum ki senin dinindeyim artık!' kısacası Emirü'l-Müminin Ali'nin (a.s) de kim olduğunu anlayınca adam Müslüman oldu."
49- İMÂM ALİ'NİN (A.S) TEVAZUSU
157- İmâm Ali'nin (a.s) dostları ve arkadaşlarından olan, Sa'saa b. Sûhân ve diğer bazıları İmâm (a.s) hakkında şöyle demişlerdir: "O bizim aramızda, bizden birisi gibiydi. Oldukça yumuşak ve mütevazı idi ve herkesi kendine cezp ediyordu. (Buna rağmen) biz elleri bağlı başında kılıç sallanan bir esir gibi ondan çekiniyorduk.
158- Yine şöyle rivâyet edilmiştir: "Hz. Ali (a.s) bizzat pazara giderdi; hurma, un, tuz ve benzer eşyayı bazen elbisesinde bazen de elinde, (evine) taşırdı ve şöyle derdi: 'Ailenin ihtiyacı olan şeyleri, onlara taşımak kâmil insanın kemalinden bir şey eksilmez."
159- İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) şöyle rivâyet edilmiştir:
"Emirü'l-Müminin (a.s) (bir gün) bir bineğe bindiği hâlde ashabının arasına çıktı. Onlar İmâm'ın (a.s) arkasından yürümeye başladılar; bunu gören Ali (a.s) onlara dönüp 'Bir ihtiyacınız mı var?' diye sordu. 'Hayır, ya Emire'l-Müminin' dediler; 'Ancak seninle birlikte yürümek hoşumuza gidiyor.' Bunu üzerine şöyle buyurdu: 'Dağılın gidin. Hiç şüphesiz yaya birisinin binen birisiyle yürümesi, b.nen kimsenin bozulmasına ve yaya kimsenin zilletine yol açar…"
50- İMÂM ALİ'NİN (A.S) TAHAMMÜLÜ
160- Resulullah (s.a.a): "Ali tahammül açısından insanların en üstünüdür."
161- İbn Abbâs Resulullah'tan (s.a.a) nakletmiştir; bu-yurdu: "Eğer tahammül bir insan şeklini alsaydı, Ali olurdu."
51- İMÂM ALİ'NİN (A.S) SABRI
162- Hz. Ali (a.s), hilâfetin elinden alınması ve bu konudaki tavrı hakkında okuduğu meşhur "Şıkşıkıyye" hutbesinin bir bölümünde şöyle buyurmuştur:
"…Düşündüm; kesilmiş elimle hamle mi edeyim; yoksa bu kapkaranlık körlüğe sabır mı edeyim? Hem de öylesine bir körlük ki ihtiyarları tamamıyla yıpratır; çocuğu kocaltır; inanan da Rabbine ulaşıncaya dek bu zulmette zahmet çeker. Gördüm ki sabretmek daha doğru; sabrettim; ettim ama gözümde diken vardı, boğazımda kemik; mirâsımın yağmalandığını görüyordum…"
163- Hz. Ali'den (a.s) nakledilmiştir; Resulullah (s.a.a) buyurdu:
"Ya Ali, insanlar ahirete meyilsizleşip dünyaya yöneldiğinde, miras malını sınır tanımaz bir şekilde yediklerinde ve malı bir yığma tutkusu ve hırsıyla yediklerinde, Allah'ın dinini aldatma vesilesi haline getirdiklerinde ve Allah'ın malını elden ele (haksız yere) dolaştırdıklarında ne yapacaksın?!"
Ben, "Ya Resulallah dedim, onları ve yaptıklarını bırakıp Allah'ın ve Resulü'nün (bana) seçtiğini ve ahiret yurdunu seçerim. Allah'ın meşiyyetiyle sana kavuşuncaya kadar dünya musibetleri ve arzularına karşı sabrederim."
Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) "Doğru söyledin ya Ali" buyurdu ve şöyle dua etti: "Allah'ım, bunları Ali'ye nasip buyur."
52- İMÂM ALİ'NİN (A.S) ZÜHDÜ
164- Kumeysa b. Câbir'den şöyle nakledilmiştir: "Ben dünyada Ali b. Ebî Tâlib'den daha zahit (dünyaya meyilsiz) birisini görmedim!"
165- Resulullah'ın (s.a.a) Hz. Ali'ye (a.s) hitaben şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"Ya Ali, Allah seni öyle bir süs ile süslemiştir ki kullar Allah katında ondan daha sevimli olan bir süsle süslenmemiştir; bu süs Allah (azze ve celle) indindeki iyilerin ziyneti olan dünyadaki zühd (dünyaya meyilsizlik)tir. Allah sana öyle bir hal vermiştir ki dünya senden bir şey azaltmaz, sen de dünyadan. Allah sana miskinlerin sevgisini vermiştir; sen onların izleyicilerin olmalarına, onlar da senin İmâmları olmana razı olurlar."
166- Senetli bir şekilde İmâm Muhammed Bâkır (a.s) 'dan şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"Allah'a yemin olsun ki, Hz. Ali (a.s) köleler gibi yer, köleler gibi otururdu; o, iki gömlek aldığında, onların en güzelini hizmetçisine verir, kendisi öbürünü giyerdi."
167- Yine şöyle rivâyet edilmiştir: "Ali (a.s), yamalı elbise giyerdi ve ayakkabıları hurma lifinden idi."
168- İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) senetli bir şekilde şöyle nakledilmiştir:
"Hz. Ali (a.s), ayakkabının bir tekiyle yürür ve diğerini yamamaya çalışırdı ve bunda bir beis görmezdi."
169- Yine şöyle rivâyet edilmiştir: "Hz. Ali'nin (a.s) kendisi elbisesini yamardı ve şöyle buyururdu: 'Yamalı elbise giymek, kalbe huşu verir ve müminin onu izlemesine yol açar."
170- Hz. Emirü'l-Müminin Ali'den (a.s) şöyle nakledilmiştir:
"Allah beni yaratıklarına İmâm olarak tayin etmiş ve bana kendimi, yememi, içmemi ve elbisemi insanların zayıflarına uygun bir şekilde uyarlamamı farz kılmıştır ki fakir benim fakirliğime uysun ve zengini zenginliği azdırmasın."
171- Senetli bir şekilde Zeyd b. Hasan'dan şöyle nakledilmiştir; İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) duydum ki şöyle buyuruyordu:
"Emirü'l-Müminin (a.s), yemeği Resulullah'a (s.a.a) en çok benzeyen kimseydi; onun kendisi ekmek, sirke ve zeytin yağı yerdi; ama insanlara ekmek ve et yedirirdi."
53- İMÂM ALİ'ye (A.S) GÖRE DÜNYA
172- Hz. Ali'den (a.s) şöyle nakledilmiştir:
"Sizin dünyanız benim yanımda, cüzamlı bir kimsenin elinde bulunan bir domuz kemiğinden farksızdır!"
173- Yine Hz. Ali'den (a.s) şöyle nakledilmiştir:
"Ey dünya, ey dünya, kendini bana mı sunuyorsun? Ya da bana mı hevesleniyorsun? Zamanın asla gelip çatmasın. Heyhat! Benden başkasını aldatmaya çalış; benim sana ihtiyacım yok! Hiç şüphesiz ben seni dönüşü olmayan üç talakla boşamışım."
Şu şiir de İmâm'dan (a.s) nakledilmiştir: "Dünyayı üç talakla boşa. Ondan başka bir eş seç kendine. Dünya kötü bir eştir; peşinden geleni kim olursa olsun umursamaz."
174- Abdullah b. Abbâs'tan şöyle nakledilmiştir:
"Zî-kâr bölgesinde Emirü'l-Müminin'in (a.s) yanına vardım; İmâm (a.s) ayakkabısını yamıyordu. Bana 'Bu ayakkabının sence değeri nedir?' diye sordu. Ben, 'Onun bir değeri yoktur' dediğimde, şöyle buyurdu: 'Vallahi bu, size emirlik yapmaktan daha değerlidir benim için. Bir hakkı ayakta tutar veya bir batılı defedersem, o başka!..."
54- İMÂM ALİ'NİN (A.S), KILICINI SATMAYA MECBUR KALIŞI
175- Ebû Hayyân Teymî babasından şöyle nakletmiştir:
"Ali b. Ebî Tâlib'in minber üzerinde şöyle buyurduğunu duydum: 'Benim şu kılıcımı kim benden satın almak ister? Eğer bir gömleğin parasına sahip olsaydım, onu satmazdım.' Adamın birisi ayağa kalkarak 'O hâlde bir gömleğin parasını size borç verelim' dedi. Ravî diyor ki Abdür-rezzâk dedi ki: O sıralar Şam'ın dışında bütün (İslam) dünyası Ali'nin elindeydi!"
176- Mecmeü't-Teymî'den senetli bir şekilde şöyle nakledilmiştir:
"Ali b. Ebî Tâlib, kılıcı elinde pazara çıktı ve şöyle seslendi: "Kim bu kılıcı benden satın alabilir? Eğer bir gömlek alabileceğim dört dirhemim olsaydı, onu satmazdım!"
55- İMÂM ALİ'NİN (A.S) KANAATKÂRLIĞI
177- Ebû İshâk Sübey'î'den şöyle rivâyet edilmiştir:
"Bir Cuma gününde ben babamın boynuna binmiştim ve Emirü'l-Müminin (a.s) kollarını hareket ettirdiği hâlde hutbe okuyordu. 'Babacığım dedim, Emirü'l-Müminin'i (a.s) hararet mi basmış?' Babam 'Hayır dedi, ne hararetten dolayıdır ne de soğuktan; gömleğini yıkamış, başka bir gömleği de olmadığı için kollarını sallayarak (gömleğini kurutmaya çalışıyor)!!"
178- Esved ve El-Kame'den şöyle rivâyet edilmiştir:
"Emirü'l-Müminin'in (a.s) yanına gittik; önünde hurma yaprağından örülmüş bir tepsi vardı, tepsinin üzerinde de arpa kabuklarının gözüktüğü bir veya iki arpa ekmeği vardı. Ekmekleri (kuru olduğu için) dizinde kırıyor ve tam ezilmemiş tuzla beraber yiyordu. İmâm'ın Fizze ismindeki hizmetçisine dedik ki: 'Neden şu unu Emirü'l-Müminin'in için eleyerek (pişirmedin)?' Fizze cevabımızda şöyle dedi: 'O güzel ekmek yesin de vebali benim boynumda mı kalsın?!' Bu cevaba Ali (a.s) tebessüm etti ve şöyle buyurdu: 'Unun elememesini ben emrettim!' 'Peki neden ya Emire'l-Müminin?' diye sorduğumuzda şu cevabı verdi: 'Bu, nefsi daha iyi ram eder ve mümin bana uyar ve ben de (bilahare) arkadaşlarıma kavuşurum!"
179- Süveyd b. Gafele'den şöyle nakledilmiştir: "Ali'nin (a.s) yanına gittim. Bir de baktım ki oturmuş; önünde de bir kabın içerisinde ekşidiği kokusundan anlaşılan biraz ayran elinde de üzerinde arpa kabukları gözüken bir parça ekmek var. Ekmeği eliyle kırıp ayranın içine atıyordu. Bana 'Yaklaş da ekmeğimizden sen de ye' buyurdu. Ben de 'Orucum' dedim…"
180- Yine rivâyet edildiğine göre bir gün Ali (a.s) bir kasabın yanından geçiyordu. Elinde iyi bir et vardı. Hz. Ali'yi (a.s) görünce 'Ya Emire'l-Müminin dedi, bende iyi et var, ondan satın alır mısın?' İmâm (a.s) 'Verecek param yoktur' buyurdu. Kasap ben sabredebilirim ya Emire'l-Müminin' deyince, Ali (a.s) 'Ben de et yememeğe sabredebilirim!!' buyurdu."
181- Hz. Ali'nin (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "(Kendisini kastederek) şu gördüğünüz emiriniz, dünyanızdan iki parça elbiseyle yetinmiştir; sene boyu et yemeği yemez ve sadece kurbanlık hayvanın ciğerinden biraz almakla yetinir!"
56- İMÂM ALİ'NİN (A.S) YEMEĞİ
182- Ahnef b. Kays'tan şöyle rivâyet edilmiştir:
"Bir iftar vaktinde Hz. Ali'nin yanına gittim. İmâm (a.s) içinde arpa unu olan, ağzı mühürlü bir torbayı istedi. Ben 'Ya Emire'l-Müminin, elinden alınmasından korktuğun için mi ağzını mühürledin?' dediğimde, şöyle buyurdu: 'Hayır, ancak Hasan veya Hüseyin'in onları hayvan yağı veya zeytin yağı ile yağlamalarından korkuyorum!' 'Onlar sana haram mı?' dedim. 'Hayır dedi, ne var ki İmâmlara halkın zayıf sınıfları ve fakirleriyle aynı yemekten yemelidir ki, fakir fakirliğinden şikâyet etmesin; zengin de zenginliğinden dolayı azmasın."
183- Yine şöyle rivâyet edilmiştir:
"Hz. Ali (a.s) her gün takriben üç kilo arpa (ekmeği) pişiriyor ve onları bir şeyin içerisine koyar ve ağzını mühürlerdi ve her iftar vakti ondan bir tanesini yerdi. Bazen de pişirilmemiş arpa unu yerdi. Ekmekleri koyduğu şeyin ağzını neden mühürlediği sorulunca, şöyle buyurdu: 'Hasan ve Hüseyin'in zeytin yağıyla yağlamasından korktuğum için."
184- Bir diğer rivâyette ise şöyle geçmektedir:
"Hz. Ali (a.s), yediği arpa ununu koyduğu torbanın ağzını mühürler ve şöyle derdi: 'Karnıma bilmediğim şeyin girmesini sevmem."
185- Adiy b. Sâbit diyor ki: "Emirü'l-Müminin'e (a.s) Pelte tatlısı getirildi. İmâm (a.s), onu yemekten çekindi ve şöyle buyurdu: 'Resulullah'ın (s.a.a) yemediği bir şey olduğu için ben de yemek istemiyorum."
186- Yine Habbetü'l-Aranî'den şöyle nakledilmiştir:
"Hz. Ali'nin önüne birileri tarafından Pelte tatlısı getirilip konulduğunda tatlıya hitaben şöyle buyurdu: 'Allah'a andolsun ki senin kokunda güzel, rengin de güzel, tadında güzeldir ama ben nefsimi alışmadığı bir şeye alıştırmak istemiyorum."
187- Sa'd b. Külsüm diyor ki: "İmâm Cafer-i Sâdık'ın yanında idim. İmâm (a.s) Emirü'l-Müminin'den (a.s) söz açtı ve lâyığıyla onu övdükten sonra şöyle buyurdu:
"Allah'a andolsun ki Ali b. Ebî Tâlib (a.s) ölünceye kadar dünyadan asla haram yemedi. Ona Allah'ın razı olduğu iki şey sunulduğunda, onlardan dini için en önemli ve en çetin olanı hangisi olursa, onu seçerdi…"
imâm ali'nin (a.s) adaleti ve beytülmal hakkındaki hassasiyeti
57- İMÂM ALİ'NİN (A.S) ADALETİ
188- Resulullah (s.a.a): "Ali insanların raiyet (idaresi altındaki insanlar) hakkında en adil olanıdır."[209]
189- Hz. Ali'nin bir hutbesinde şöyle geçmektedir:
"Allah'a andolsun ki yedi iklimi, feleklerinin altında olanlarla birlikte bana verseler ve karşılığında benden bir karıncanı ağzından bir arpa kabuğunu almamı isteseler bunu yapmam. Hiç şüphesiz sizin dünyanız benim yanımda bir çekirgenin ağzında çiğnediği yapraktan daha değersizdir. Ne yapsın Ali fani olacak nimeti ve baki kalmayacak lezzeti?!"
58- İMÂM ALİ (A.S) VE MÜSLÜMANLARIN BEYTÜLMALİ
190- Senetli bir şekilde İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s), o da babalarından şöyle nakletmiştir:
"Emirü'l-Müminin (a.s) kendi hükümet yetkililerine şöyle yazdı: 'Kalemlerinizin ucunu inceltin; satırlarınızın arasını yaklaştırın, fuzuli şeyleri yazmaktan sakınıp asıl maksadınızı yazın ve sözü uzatmayın. Zira, hiç şüphesiz Müslümanların malı zarar ve ziyan kaldırmaz."
191- Hilâl b. Müslim-i Cühderî diyor ki: Dedem Hür-re (veya Hüvve)'den şöyle duydum:
"Ali b. Ebî Tâlib'i gördüm; yanına akşam vakti bir mal getirdiler. 'Şu malı Müslümanlara bölüştürün' diye emirde bulundu. Dediler ki: 'Ya Emire'l-Müminin artık akşam oldu. Bu işi yarına bıraksak' deyince, 'Peki benim yarına kadar yaşayacağıma garanti veriyor musunuz?' buyurdu. Onlar da 'bizim elimizde ne var ki?' cevabını verince, 'O hâlde geciktirmeden onu bölüştürün' duyurdu. Bunun üzerine bir mum yakarak, o malı geciktirmeden o gece taksim ettiler!"
192- Yine şöyle rivâyet edilmiştir:
"Ali (a.s), beytülmalde olan her şeyi, hiçbir şeyi göz ardı etmeden her Cuma günü dağıtırdı. Bir defasında beytülmalin bulunduğu yere girdiğinde orada bir miktar altın ve gümüş buldu ve şöyle dedi: 'Ey sarı (altın) sararadur ve ey beyaz (gümüş) ağaradur ve benden başkasını aldatmaya çalış, benim sana ihtiyacım yoktur."
193- Senetli bir şekilde Esbağ b. Nübâte'den şöyle nakledilmiştir:
"Emirü'l-Müminin Ali'ye (a.s) bir mal getirildiğinde o-nu Müslümanların mallarının bulunduğu eve bırakır; sonra müstahak olan kimseleri bir araya toplardı. Sonra elini mallara daldırır sağlı sollu elleriyle avuç avuç dağıtır ve şöyle buyururlardı: 'Ey sarı (altın) ve ey beyaz (gümüş); beni aldatmaya çalışma; benden başkasıyla uğraş…' Bilahare beytülmalde bulunan her şeyi dağıtıp ve her hak sahibinin istihkakını kendisine ulaştırırdı. Sonra malların toplandığı yerin süpürülüp su serpilmesini emrederdi. Sonra oracıkta iki rekât namaz kılardı ve dünyayı üç talakla boşardı. Namazının selâmını verdikten sonra şöyle derdi: 'Ey dünya benim peşimden gelme, bana boşuna heveslenme ve beni aldatmaya çalışma; zira ben seni dönüşü olmayan üç talakla boşadım."
59- İMÂM ALİ'NİN (A.S), KARDEŞİ AKÎL'E KARŞI TAVRI
194- Muhammed b. Müslim İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) şöyle rivâyet etmiştir:
"Hz. Ali (a.s) hilâfete geçtiğinde minbere çıktı. Allah'a hamd u senâdan sonra şöyle buyurdu: Allah'a andolsun ki ben Medîne'de bir hurma dalına sahip olduğum müddetçe sizin ganimetlerinizden bir şey eksiltmeyeceğim (kullanmayacağım). Kendinizi buna inandırın zannediyorsunuz ki ben kendimi mahrum bırakıp size mi vereceğim?"
O sırada Hz. Ali'nin (a.s) kardeşi Akîl ayağa kalkarak İmâm'a (a.s) hitaben şöyle dedi: 'Seni Allah'a yemin veriyorum, beni Medine'deki şu siyahla aynı mı tutacaksın?' İmâm (a.s) 'Otur dedi, burada senden başka konuşacak birisi yok muydu? Sen o siyaha ancak iyi bir geçmiş takvayla üstün olabilirisin."
195- Amr b. Alâ şöyle söylemiştir:
"Akil beytülmalde olan hissesini isteyince, Emirü'l-Müminin (a.s) 'Cuma gününe kadar sabret' buyurdu. O da bekledi. Cuma günü olduğunda Eminü'l-Müminin (a.s) Cuma namazını bitirdiğinde Akil'e hitaben şöyle buyurdu: 'Şunların (Müslümanların) hepsine top yekun hıyanet eden birisi hakkında ne dersin?' Akil de 'Ne kötü bir insandır böyle birisi' cevabını verince şöyle buyurdu: 'Sen bana diyorsun ki onlara hıyanet edip sana vereyim!"
60- İMÂM ALİ'NİN (A.S) FEDAKÂRLIKLARINDAN ÖRNEKLER
196- Rivâyet edildiğine göre Emirü'l-Müminin (a.s) bir gün kerbasçılar pazarına geldi. Yakışıklı bir adamla karşılaştı ve "Beş dirheme satacak iki elbisen var mı?" diye adama sordu. Adam yerinden sıçrayarak "Evet ey Emire'l-Müminin, istediğin bende vardır" dedi. İmâm (a.s) adamın kendisini tanıdığını anlayınca (almadan) yanından ayrıldı. Sonra bir gencin yanında durdu ve "Ey genç, beş dirheme satacak iki elbisen var mı?" diye ona da sordu. O da "Evet" dedi Emirü'l-Müminin (a.s) birisini üç, birisini de iki dirhem olmak üzere iki elbise aldı. Yanında bulunan hizmetçisi Kanber'e "Ey Kanber buyurdu, üç dirhemliği sen al!" Kanber "Siz minbere çıkıyor, insanlara hutbe okuyorsu-nuz; siz onu giymeye benden daha evlasınız" deyince İmâm (a.s) şöyle buyurdu:
"Sen daha gençsin ve gençlik arzuları taşıyorsun. Ben kendimi sana tercih etmeye Allah'tan utanırım. Ben Resu-lullah'tan (s.a.a) duydum ki, şöyle buyuruyordu: 'Hizmetçilerinize kendi giydiklerinizden giydirin ve kendi yediklerinizden yedirin…"
197- İmâm Muhammed Bâkır'dan (a.s) "O kullar, adaklarını yerine getirirler ve fenalığı salgın (olan) bir günden korkarlar" âyetlerinin tefsirinde şöyle nakledilmiştir:
"Henüz küçük yaşta olan Hasan ve Hüseyin (a.s) hasta olmuşlardı. Hz. Peygamber (s.a.a) iki kişiyle birlikte onların ziyaretine gittiler. Onlardan birisi bu ziyaret esnasında: "Ey Ebe'l-Hasan dedi, çocuklarının şifası için bir adak ada, Allah onlara şifa versin" dedi. Ali (a.s), 'Üç gün Allah'a şükür niyetiyle oruç tutarım" dedi. Hz. Fâtıma (a.s) da aynı şeyi söyledi. Aynı şekilde iki çocuk (Hasan ve Hüseyin (a.s)) de "Biz de üç gün oruç tutarız dediler. Aynı şeyi hizmetçileri Fizze de söyledi. Hasan ve Hüseyin'e (a.s) Allah şifa verdi. Fakat o günlerde evlerinde yiyecek herhangi bir şey yoktu. Ali (a.s), Şem'ûn ismini taşıyan ve yün işiyle uğraşan Yahudi bir komşusuna giderek "Acaba bana bir miktar yün verir misin ki Muhammed'in (s.a.a) kızı üç sa' (takriben dokuz kilo) arpa karşılığında senin için dokusun?' O da evet dedi. Hz. Ali (a.s) aldığı yünü ve arpa ile birlikte geri gelip durumu Hz. Fâtıma'ya (a.s) anlattı; o da kabul edip itâat etti. Sonra yünü alıp üçte birini dokudu. Ardından da arpanın üçte birini alıp öğüttü ve hamurunu yoğurup her birisi için bir parça olmak üzere beş parça ekmek pişirdi.
Hz. Ali (a.s), Resulullah (s.a.a) ile akşam namazını kılıp evine döndü ve iftar için yemek sofrası açıldı. Hz. Ali tam ilk lokmayı ekmekten kesmişti ki bir dilenci kapının önünde durup şöyle seslendi:
"Selâm olsun size Ey Muhammed'in Ehlibeyt'i, ben Müslümanların fakirlerinden bir fakirim; yediğinizden bana da yedirin; Allah size cennet sofralarından yedirsin."
Hz. Ali (as.s) lokmayı elinden bıraktı ve bilahare (hepsi ekmeklerini vermeğe karar verdiler ve) Hz. Fâtıma (a.s) sofrada bulunanların hepsini alıp dilenciye verdi ve kendileri suyla iftar edip o geceyi öylece sabahladılar. Ertesi gün yine oruç tuttular. Hz. Fâtıma yünün diğer üçte birini de dokuduktan sonra arpanın da üçte birini öğütüp ondan hamur yoğurdu ve her birisi için yine bir parça ekmek pişirdi.
Hz. Ali (a.s) Peygamber (s.a.a) ile akşam namazını kılıp eve döndükten sonra, iftar etmek için beşi de sofra başına oturdular. Hz. Ali (a.s) ilk lokmayı alacağı sırada, bu sefer bir yetim kapıya dayanıp şöyle seslendi:
"Selâm olsun size ey Muhammed'in Ehlibeyt'i, ben Müslümanların yetimlerinden bir yetimim; yediğinizden bana da yedirin; Allah size cennet sofralarından yedirsin."
Hz. Ali (a.s) lokmayı elinden bıraktı ve bilahare Hz. Fâtıma sofrada olanların hepsini alıp ona verdi ve o gün de suyla iftar edip aç sabahladılar. Yine o şekilde oruca niyetlendiler. Hz. Fâtıma yünün geriye kalan üçüncü kısmını da dokudu ve ardından kalan arpayı öğütüp yoğurdu ve beş parça ekmek pişirdi.
Hz. Ali (a.s), Peygamber'le (s.a.a) akşam nazmını kılıp eve döndü; önüne sofra açıldı ve beşi de sofranın başına oturdular. Yine Hz. Ali (a.s) ilk lokmayı kesmişti ki müşriklerden esir alınan birisi kapıya dayandı ve 'Selâm olsun size ey Muhammed'in Ehlibeyt'i, bizi esir ediyor, bağlıyor ve yemek yedirmiyor musunuz?' Bunun üzerine onlar da sofrada olanların hepsini ona verdiler ve iftar edecek başka bir şeyleri de olmadığı için aç sabahladılar.'
Şuayb kendi hadisinde şöyle diyor: 'Ertesi gün Hz. Ali (a.s), Hasan ve Hüseyin (a.s) ile birlikte Hz. Peygamber'in (s.a.a) huzuruna geldiler. Hz. Peygamber, onları açlıktan bir kuş yavrusu gibi titrer hâlde görünce şöyle buyurdu:
'Ey Ebe'l-Hasan, sizi bu hâlde görmek bana çok ağır geliyor; gelin birlikte Fatma'ya gidelim. Daha sonra onlarla beraber Hz. Fâtıma'nın (a.s) evine geldiler. Hz. Fâtıma (a.s), açlıktan karnı sırtına yapışmış ve gözleri çukurlaşmış bir hâlde mihrabında duruyordu. Onu bu hâlde gören Resulullah (s.a.a), Hz. Fâtıma'yı bağrına bastı ve şöyle buyurdu: "Ey vah! Demek siz üç gündür bu haldesiniz ve ben sizden gafilim!' Bu sırada Cebrâîl (a.s) nazil oldu ve: 'Ey Muhammed, Allah'ın sana Ehlibeyt'in hakkındaki müjdesini al" dedi. Resulullah (s.a.a), "Neyi alayım ey Cebrâîl?' diye sorduğunda Cebrâîl (a.s) İnsan Sûresini 17. âyete kadar Peygamber'e (s.a.a) okudu."
198- Şîa ve Sünnî kaynakların hemen hepsi İnsan suresindeki şu âyetlerin Hz. Ali (a.s), Hz. Fâtıma (a.s), Hz. Hasan (a.s), Hz. Hüseyin (a.s) ve Fizze ismindeki hizmetçileri hakkında nazil olmuştur:
"Kuşkusuz iyiler de karışımı kâfûr olan dolgun bir kadehten içerler.*
Bir kaynak ki ondan Allah'ın kulları içerler, güzel yollar açarak akıtırlar onu.*
O kullar adaklarını yerine getirirler ve fenalığı salgın (olan) bir günden korkarlar.*
Düşküne, yetime ve esire seve seve yemek yedirirler.*
Size sırf Allah rızâsı için yemek yediriyoruz. Sizden ne bir karşılık, ne de bir teşekkür bekliyoruz.*
Biz sert ve belalı bir günde Rabbimizden korkarız." derler.*
Allah da onları o günün fenalığından korur, yüzlerine parlaklık, gönüllerine sevinç verir.*
Sabırlarına karşılık onlara bir cennet ve ipekten elbiseler verir.*… ila 17. âyet.
Ehl-i Beyt İmâmlarının dışında İbn Abbâs, Mücâhid ve Ebû Sâlih gibi râviler de bunu rivâyet etmişlerdir.
61- İMÂM ALİ'NİN (A.S) DUL KADINLARI KORUMASI
199- Rivâyet edildiğine göre Hz. Ali (a.s) bir gün omzunda su tulumu taşıyan bir kadını gördü. Tulumunu ondan alıp kendisi onu kadının gideceği yere götürdü ve durumunu sordu. Kadın şu cevabı verdi: "Ali b. Ebî Tâlib benim kocamı sınırlardan birisine gönderdi ve bilahare kocam orada öldürüldü ve birçok yetim çocuk benim için geride bıraktı. Onları geçindirecek hiçbir şeyim olmadığı için zaruret icabı insanlara hizmet ederek, geçimimizi sağlamaya çalışıyorum."
İmâm (a.s) ondan ayrıldı ve evine dönüp o geceyi üzüntülü ve kaygılı bir şekilde geçirdi. Sabah olduğunda, bir yiyecek dolu bir sepeti sırtlayıp, kadının evine doğru yola koyuldu. Yolda bazıları "ver de biz taşıyalım" dediklerinde, "Hayır buyurdu. kim Kıyâmet gününde benim vizr u vebalimi kim taşıyacak?!" Böylece kendisi sepeti kadının kapısına kadar getirip kapıyı çaldı. Kadın kapının arkasına gelerek "Kim o" diye seslendi. İmâm (a.s) "ben kırbayı seninle taşıyıp getiren kimseyim. Kapıyı aç da çocuklar için getirdiğim şeyleri vereyim." Kadın "Allah senden razı olsun ve benimle Ali b. Ebî Tâlib arasında hükmetsin" deyip kapıyı açtı.
İçeri giren Ali (a.s) şöyle buyurdu: "Şüphesiz ben sevap kazanmak istiyorum. İki şeyden birisini seçin, ya hamur hazırlayıp ekmek pişirin, ya da siz çocukları meşgul edin ben ekmek pişireyim.
Kadın "Ben ekmek pişirmeyi daha iyi beceririm, ben ekmek pişirmeyi bitirinceye kadar, sen çocuklarla meşgul ol." Kadın unu hamur yapmaya koyuldu. Ali (a.s) de getirdiği eti pişirip etten, hurmadan ve başka şeylerden hazırladığı lokmaları çocukların ağzına koyuyor ve her defasında şöyle diyordu: "Yavrum, Ali b. Ebî Tâlib'i, sizin hakkınızdaki ihmalinden dolayı helal edin."
Kadın, hamuru hazırlandığında 'Ey Allah'ın kulu tandırı yak' deyince, Ali (a.s) tandırı yaktı. Tandır iyice kızışıp harareti yüzüne vurduğunda şöyle diyordu: "Tat ey Ali, bu, dul kadınları ve yetimleri ihmal edenin cezasıdır."
O sırada Ali'yi (a.s) önceden tanıyan bir kadın onu görünce, ev sahibi kadına şöyle dedi: "Yazıklar olsun sana bu Müminlerin Emiri (Ali)dir."
Kadın bunu duyunca telaşlanarak şöyle dedi: "Ey Emi-rü'l-Müminin, mahcubum senin önünde (beni bağışlayın)." İmâm (a.s), cevabında "Hayır, ben sana mahcubum ey Allah'ın cariyesi; hakkınızda yaptığım ihmalden dolayı."
62- İMÂM ALİ (A.S) VE YETİMLERİN KEFÂLETİ
200- Ebû Tufeyl'den şöyle rivâyet edilmiştir:
"Ben Ali'yi (a.s) gördün ki yetimleri çağırıp onlara bal yedirerek (onlara muhabbet ediyordu; öyle ki dostlarından bazısı keşke ben de yetim olsaydım demişti!"
201- Senetli bir şekilde Ebû Basîr'den o da İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) rivâyet etmiştir ki; Emirü'l-Müminin (a.s) şöyle buyurdu:
"Hidâyet edici ve hidâyet edilen benim. Yetimlerin babası ve dulların ve miskinlerin eşi benim; benim her zayıfın sığındığı ve her korkanın emniyet bulduğu yer…"
63- İMÂM ALİ'NİN (A.S) KÖLELERİ AZÂD ETMESİ
202- Zeydü'ş-Şehhâm İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) şöyle nakletmiştir; buyurdu:
"Ali (a.s) kendi el emeğinden kazandığı malla bin köle azâd etmiştir."
203- Yine İmâm Muhammed Bâkır'dan (a.s) şöyle nak-ledilmiştir: "Ali (a.s) bin köle azâd etmiştir…"
64- İMÂM ALİ'NİN (A.S), VALİLERİNDEN HESAP SORMASI
204- Ali'nin (a.s) Basra valisi Osman b. Huneyf'in bir düğüne çağrıldığını ve gittiğini duydukları zaman ona yazdığı mektubun bir bölümü:
(Allah'a hamdüsenâdan, Resulü'ne ve soyuna salâtü selâmdan) sonra; ey Huneyfoğlu, Basralılardan bir bölüm, duyduk ki seni düğüne çağırmış; sen de hemen gitmişsin. Renk-renk yemekler, büyük büyük kâseler hoşuna gitmiş. Oysa ben sanmazdım ki yoksulları çağrılmayan, zenginleri dâvet edilen bir topluluğun dâvetine icâbet edesin. Dişlediğin yemeğe bir bak, haram helâl olduğunda şüphen olursa, at o yemeği ağzından; helâl olduğunu iyice bilirsen, birazcık ye.
Bil ki her uyan kişinin uyduğu, yolundan gittiği, bilgisinden ışıklandığı bir imâmı vardır. Gene bil ki sizin imâmınız, dünyasında köhne bir elbiseyle iki parça ekmeği kendisine yeter bulmaktadır. Bilirim, sizin buna gücünüz yetmez; yetmez ama çekinip gayret ederek, temiz olmaya, doğru yola gitmeye gayret göstererek yardım edin bu yolda bana; gücünüz yettiği kadar yolumda olun. Andolsun Allah'a ki ben dünyanızdan ne bir gümüş, ne bir altın toplayıp biriktirdim, ne şu çok ganimetlerden bir mal yığdım, nede üstümdeki yıpranmış elbiseden başka bir elbise aldım.
Evet, gökyüzünün gölgelendirdiği şu dünya yüzünden, elimizde bir Fedek vardı; ona da toplumun bir kısmı haris oldu, bir kısmı cömertlik etti; Allah ne de güzel hükmedicidir. Ben ne yapayım Fedek'i, yahut ondan başka bir yeri ki bu nefsin konağı, yarın mezardır; onun karanlığında eseri bile kalmaz, haberi bile yiter gider, duyulmaz. O mezarı açan, elleriyle genişletse bile taş, kerpiç düşer, yığılır, toprak dökülür dapdaracık bir hâle getirir. Şimdiden nefsimi takva ile riyâzete alıştırayım ki en büyük korku gününde eminliğe erişsin; mahşerin kaygan yerinden sürçmesin.
Dilesem ben de yağlar ballar bulurum; buğday ekmeğinin hâlisini yerim; ipek elbise giyinirim; fakat nefsimin dileğinin bana üst olması, beni lezzetli yemekler yemeye çekmesi mümkün mü hiç? Ben nasıl doya-doya yemek yiyebilirim ki Hicaz'da, yahut Yemâme'de belki yoksullar vardır; günler geçmiştir ki tokluk nedir, görmemişlerdir. Gecemi karnı tok olarak nasıl gündüz edebilirim ki çevremde aç karınlar, yanmış, susuzluktan bunalmış ciğerler vardır. Nitekim diyen (şair) de demiştir:
'Sen karnı tok olarak yatmadasın;
Çevrendeyse tabaklanmamış deriye bile hasret çeken ciğerler var; bu dert yeter sana."
65- İMÂM ALİ (A.S) VE MÜSTAZ'AFLAR
205- Hz. Ali'nin (a.s), Mâlik Eşter-i Nahaî'yi Mısıra vali tayin ettiğinde ona yazdığı Ahit Nâme'sinden bazı bölümler:
"Bu, Allah'ın kulu Emirü'l-Müminin Ali'nin, Hârisü'l-Eşteroğlu Mâlik'i Mısır'a vâli tayin ettiği zaman, ona verdiği emir-nâmedir…
Ona, Allah'tan çekinmesini, kullukta bulunmayı seçmesini, kitabında, farzlarına, sünnetlerine dâir emredilenleri yerine getirmesini buyurur; çünkü hiçbir kişi yoktur ki Allah'ın emrettiği şeylere uymasın da kutlu olsun, mutluluk bulsun; onlara uymayan da yoktur ki âsî olmasın, kötülüğe düşmesin. Noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah kalbiyle, eliyle, diliyle yardım etmesini buyurur; çünkü adı ululandıkça ululansın Allah dînine yardım edene yardım edeceğini, onu üstün tutana üstünlük vereceğini vaad etmiştir. Nefsânî arzularlarla karşılaştığında nefsiyle savaşmasını, onun serkeşliğini giderip zaptetmesini emreder; çünkü "nefis, gerçekten de kötülüğü pek emredicidir. Ancak Allah'ın acıdığı kişi kurtulur ondan."
Allah'a karşı da insaflı ol, insanlara, ehline ayâline, adamlarından buyruğuna uyanlardan hoşlandıklarına karşı da insafla muâmelede bulun; böyle yapmazsan bil ki zulmetmiş olursun. Allah'ın kullarına zulmedenin düşmanıysa Allah'tır; Allah'la düşmanlığa girişenin delilini Allah batıl kılar; zulümden geçinceye, tövbe edinceye dek de o kişi Allah'la savaşmış olur. Allah'ın nimetlerini bozan, zâil eden, azâbının çarçabuk çatmasına sebep olan şeyler içinde zulümden daha güçlüsü yoktur. Çünkü Allah, mazlûmların duâlarını duyar; zâlimlere de çağı gelince azâbını yollar…
Sonra Allah için, Allah için aşağı tabakayı gör gözet. Onlar başvuracakları bir düzen bulamayan, yok yoksul, muhtaç, darlıkla bunalmış, dertlere karmış, kazançtan âciz kalmış kişilerdir. Bu sınıf içinde dilenenler olduğu gibi, bir şey umup bekleyenler, fakat kimseden bir şey istemeyenler de vardır; onların hakkına dâir Allah'ın sana emrettiği şeyi Allah için olsun, koru. Onlara, memur olduğun beytülmâlden, her şehirde, Müslümanların ganimet olarak elde ettikleri ve devlete ait olan arâzînin gelirinden, ekininden bir pay ayır. Bulunduğun şehirde, o şehre yakın yerlerde olanlarıyla uzaklarda bulunanları aynı hükme tâbidir; onların her biri hakkına riâyet etmeni ister. Nimetler içinde bulunuşun, ehemmiyetli işlere dalışın, onları unutturmasın sana; ehemmiyetli işlere bakman, küçük sayılan işlere bakmayışına bir mâzeret olamaz; böyle bir özürde kabûl olunamaz. Unutturmasın sana onları ehemmiyetli işlere dalman; yüzünü çevirme onlardan. Onların gözlere hor görünenlerini, insanlar tarafından aşağı sayılanlarını, fakat sana gelip hâllerini anlatamayanlarını sen ara, bul. Onları bulmak, hâllerini sorup anlamak için Allah'tan korkan, ona karşı ululanmayan güvendiğin kişiler yolla; onların hâllerini sana bildirsinler. Sonra haklarında öylesine harekette bulun ki Allah'a ulaştığın gün, onlar hakkında özürler getirmeye kalkışmayasın. Çünkü bunlar, halk içinde başkalarından daha fazla insafa lâyık kişilerdir. Bütün bu sınıfların haklarını vermeye gayret et, bilmeyerek hakkına riâyet etmediklerin için de Allah'tan bağışlanmanı dile.
Yetimlerden, kocalmış kişilerden bir düzene baş vuramayanları, kimseden bir şey dilemeyenleri gör gözet. Bu, vâlilere ağır bir yüktür. Fakat hakkın hepsi de ağırdır. Ancak Allah, hayırlı bir sonuca varmalarını isteyip ona dayananlara, vaat ettiğini gerçek bilip inananlara o yükü hafifletir…
İdârene tâbi olanlara ihsanda bulununca da onları minnet altında bırakmaya, ihsanını başlarına kakmaya kalkışma. Yaptığını çok görmekten de çekin. Vaat edince vaadinden dönme. Başa kakmak, ihsanı yok eder; yapılan iyiliği çok görmek, büyük saymak, gerçeğin ışığını söndürür; vaatten dönüş, Allah'ın gazabına, halkın nefretine mucip olur; Yüce Allah, "Allah katında en beğenilmeyen şey, yapmayacağınız şeyi söylemenizdir" buyurur…" [Saf, 3]
206- Senetli bir şekilde İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) şöyle nakledilmiştir:
"Emirü'l-Müminin (a.s) vasiyet etti ki Ebû Neyzer, Rebah ve Cübeyr ismindeki köleler, beş yıl mallarında çalışma kaydıyla azâd olsunlar."
66- İMÂM ALİ'nin (A.S) EL EMEĞİNDEKİ BEREKET
207- Zürâre İmâm Muhammed Bâkır'dan (a.s) şöyle nakletmiştir; buyurdu:
"Adamın birisi Emirü'l-Müminin'in (a.s) bir çekirdek yükünün üzerinde oturduğunu gördü ve "Şu altındaki de nedir ey Ebe'l-Hasan?" diye sordu. İmâm (a.s) "Allah isterse yüz bin hurma ağacı!" buyurdu. İmâm Bâkır (a.s) şöyle devam etti: "Ali (a.s) onların hepsini ekti ve bir tanesi dahi boşa gitmedi."
208- İbn De'b'den şöyle rivâyet edilmiştir: "Ali (a.s) üç yüz hurma çekirdeğinin bulunduğu bir yük taşıyordu. "Bunlar da nedir?" diye sorduklarında şöyle buyurdu: "Allah isterse, üç yüz bin hurma ağacıdır" buyurdu. İmâm (a.s) Yenbu' mıntıkasına ait olan bu hurma çekirdeklerinin hepsini dikti ve bir tanesi dahi zayi olmadı (hepsi yeşerip hurma ağacı oldu)!"
209- Yine İmâm Cafer-i Sâdık'tan (a.s) şöyle rivâyet edilmiştir:
"Emirü'l-Müminin (a.s) hurma çekirdeği 'İnşallah hurma ağacıdır.' buyurdu. O çekirdeklerden bir tanesi dahi boşa çıkmadı (hepsi hurma ağacı oldu)!"
67- İMÂM ALİ'nin (A.S) CÖMERTLİĞİ
210- İbn Abbâs'ın hadisinde şöyle geçmektedir:
"Mikdâd, Hz. Ali (a.s) ile karşılaşıp ona 'Üç gündür ben hiçbir şey yemedim' deyince, Emirü'l-Müminin (a.s) dışarıya çıkıp kendi zırhını beş yüz dirheme sattı. Paranın bir miktarını Mikdâd'a verip, şaşkın bir vaziyette oradan ayrıldı. Yolda göçebe kılıklı birisi, Hz. Ali'ye 'Şu deveyi benden veresiye olarak satın al' diye seslendi. İmâm (a.s) deveyi yüz dirheme ondan satın aldı. Göçebe adam ayrılınca, bu sefer başka bir göçebe çıkıp, 'Şu deveyi 150 dirheme bana satar mısın?' deyince, İmâm (a.s) da sattı. Ardından kapıda durup 'Ey Hasan ve Hüseyin dedi, gidin şu göçebeyi bulun (getirin)'. Bu arada Allah Resulü (s.a.a) Hz. Ali'yi (a.s) gördüğünde, yüzünde tebessüm olduğu hâlde şöyle buyurdu: 'Ey Ali, deveyi satan göçebe Cebrâîl ve satın alan da Mîkâil idi. Ey Ali, aldığın yüz elli dirhemin yüz dirhemi devenin parası, elli dirhemi ise (zırh parasının) beşte birini Mikdâd'a verdiğin içindir."
211- Muhammed b. Fuzey b. Gazvân'dan şöyle nakledilmiştir:
"Hz. Ali'ye (a.s): 'Daha ne kadar sadaka vereceksin? Ne zamana kadar malını vereceksin? Biraz da kendini (düşünüp) kontrol edemez misin?' diye sorulduğunda şöyle buyurdu: 'Allah'a yemin olsun ki, Allah-u Teâlâ'nın benim, bir farzımı dahi kabul ettiğini kesin olarak bilseydim, kendimi sıkardım. Allah'a andolsun ki Allah'ın benden herhangi bir ameli kabul edip etmediğini bilmiyorum!" (Burada Emirü'l-Müminin Ali (a.s), insanın yaptıklarına bel bağlamaması ve sürekli onun lütuf ve merhametine sığınılması gerektiğinin önemini vurgulamaktadır.)
68- İMÂM ALİ'NİN (A.S) RÜKÛ HÂLİNDE VERDİĞİ SADAKA
212- Hasan b. Zeyd, babası Zeyd b Hasan'dan, o da dedesinden nakletmiştir; Ammâr b. Yâsir'in şöyle dediğini duydum:
"Hz. Ali b. Ebî Tâlib (a.s) müstehap bir namazın rükûsunda iken önünde bir sâil durup (yardım istedi). Hz. Ali (a.s) yüzüğünü parmağından çıkartıp sâile verdi. Sâil, Re-sulullah'ın (s.a.a) yanına gelip olayı anlattı. Ardından Peygamber'e (s.a.a) şu âyet nazil oldu: 'Sizin veliniz ancak Allah, O'nun peygamberi ve namaz kılan ve rükû hâlinde zekât veren müminlerdir. Kim Allah'ı, Peygamber'ini ve inananları veli kabul ederse, bilsin ki, şüphesiz hizbullah olanlar üstün gelirler.' Resulullah (s.a.a) de şöyle buyurdu: 'Kimin mevlâsı ben isem, hiç şüphesiz Ali onun mevlâsıdır. Allah'ım, onu seveni sev; ona düşman olana düşman ol."
213- Meşhur tefsirci İmâm Sa'lebî kendi tefsirinde şöyle rivâyet etmektedir:
"Abdullah b. Abbâs Zemzem kuyusunun yanında dur-muş 'Resulullah'tan (s.a.a) şöyle duydum, böyle duydum" şeklinde insanlara hadis naklediyordu. Bu sırada yüzünün de büyük bölümünü kapatan sarıklı birisi de oraya geldi. İbn Abbâs'ın Resulullah'tan (s.a.a) naklettiği her hadisin ardından o da 'Resulullah şöyle buyurdu' deyip bir hadis de o naklediyordu. Bunu gören İbn Abbâs, 'Allah aşkına, kimsin sen?' diye sorunca, sarığı yüzünden açıp şöyle seslendi: 'İnsanlar, beni tanıyan tanıyor; beni tanımayana kendimi tanıtıyorum. Ben Cündep b. Cünâde Ebûzeri'l-Gıfâ-rî'yim. Ben şu iki kulağımla işittim, aksi taktirde her ikisi de sağır olsun ve şu iki gözlerimle gördüm, aksi takdirde her ikisi de kör olsun ki, Hz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular: "Ali insanların önderidir; Ali kâfirleri katledendir; ona yardım edene yardım olunur, onu yalnız bırakan yalnız bırakılır. Onun velâyetini inkâr eden melundur.
Bilin ki, bir gün benim Hz. Resulullah ile birlikte namaz kılmakta olduğum bir sırada, bir dilenci mescitte (yar-dım) talebinde bulundu; kimse ona bir şey vermedi. Bu sırada Emirü'l-Müminin Ali (a.s) rükû hâlindeydi. Elinin küçük parmağını ona doğru uzattı. O parmağına yüzük takardı. O dilenci gelip yüzüğü parmağından çıkarıp aldı.
Bunu gören Resulullah (s.a.a), Hz. Ali'nin nazmı sona erince başını göğe kaldırarak şöyle dua etti: 'Allah'ım, kardeşim Musâ sana dua etti ve 'Rabbim, göğsümü genişlet; işimi kolaylaştır; dilimdeki düğümü çöz ki, sözümü anlasınlar; ailemden kardeşim Hârûn'u bana yardımcı ver; onunla kuvvetimi artır; onu işime ortak kıl…" dedi. Sen de ona: 'Seni kardeşinle destekleyeceğiz ve size öyle bir kudret vereceğiz ki, âyetlerimiz sayesinde onlar size erişemeyecekler. Siz ve size tâbi olanlar üstün geleceksiniz' buyurdun.
Allah'ım, ben de senin peygamberin ve seçtiği Muhammed'im; benim de göğsümü genişlet; işimde kolaylık sağla; ailemden Ali'yi bana yardımcı ver, onunla kuvvetimi artır.
Ebûzer diyor ki: "Andolsun Allah'a, henüz Hz. Resu-lullah'ın (s.a.a) sözü tamamlanmamıştı ki, Cebrâîl inerek 'Ey Muhammed oku'' dedi. Allah Resulü (s.a.a) neyi okuyayım?' dediğinde şunu oku dedi:
"Sizin veliniz ancak Allah, O'nun peygamberi ve namaz kılan ve rükû hâlinde zekât veren müminlerdir. Kim Allah'ı, Peygamber'ini ve inananları veli kabul e-derse, bilsin ki, şüphesiz hizbullah olanlar üstün gelirler."